30 yıllık geçmişi olan Açık Radyo’nun lisansı iptal edildi ve yayını 16 Ekim 2024 Perşembe günü saat 13.00’de kesildi.
RTÜK’ün cezalandırma gerekçesi olarak Açık Radyo’da 24 Nisan’daki yayında dile getirilen görüşlerin “halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek” olarak yorumlayışına mı şaşırırsınız, yoksa 5 günlük yayın durdurma cezasını konu alan bildirime erişimdeki bir teknik sorun nedeniyle lisans iptaline mi… Bilmiyorum.
Açık Radyo birilerini rahatsız etmiş olmalı.
Sanki bir cezalandırma arzusu varmış ve bir bahane aranıyormuş gibi.
Açık Radyo bağımsız yayıncılığın –bu ülkede pek eşine rastlanmayan- bir başarı hikayesi. Sayıları binleri bulan programcıları, kurucuları, katılımcıları, destekçileri ile kendi imkanlarıyla ayakta duran, herhangi bir çıkar kuruluşuna, güce yaslanmayan bir girişim. Açık Radyo’nun kendi gücüyle ve bağımsızlığından ödün vermeden ayakta durması birilerini rahatsız etmiş olabilir… Belki Osman Kavala gibi bağımsız sanat ve sivil toplum alanlarında başarılı deneyimler ortaya koymuş bir kişi yedi yıldır hapiste tutulurken, Açık Radyo’nun da varlığını gelişerek sürdürmesi de bir neden olabilir.
Açık Radyo’nun kuruluşundan bugüne yayıncılıkta farklı bir yol izledi. Geniş bir katılımcı ve destekçi tabanına yayılarak bağımsızlığını korudu. Bir şeylerden şikayet ediyormuş gibi yaparken sorunlardan beslenen, imtiyaz elde etmeyi amaçlayan erkmerkezciliği geliştiren, alternatifleri bastıran bildiğimiz “muhalefet” biçimlerine mesafeli durdu.
Bu yüzden belki bu cezalandırma arzusunu daha derinlerde aramalı.
Açık Radyo bence bu farklı deneyimlerin hafızasını temsil ediyor. Bir kaç örneği sayalım:
90’larda farklı alanlarda bağımsız inisiyatifler kendi ayakları üzerinde durmaya, uğraştıkları alanlarda, sanatta, mimarlıkta, iktidar merkezci olmayan, seküler yapılar yaratmaya çalışıyorlardı.
İlk aklıma gelen örnek 1996 Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Zirvesi. Köylerin yakıldığı, tehcirlerin ve yargısız infazların yaşandığı bir ülkede bağımsızların büyük emeklerle, zorluklarla ve hayatlarını riske atarak ve uluslararası dayanışma ile ilk defa devletin mekân politikalarını değiştirecek bir “mucize” gerçekleştirmesi.
Açık Radyo daha kurulduğu ilk günden başlayarak bu sivil girişimin en önemli mecrası oldu.
Kuruluşunun öncesine gidersek, örneğin Büyükşehir Belediyesi’nin gerçekleştirmeyi amaçladığı Galata yıkımlarının farklı bir direniş yöntemiyle durdurulması. Tarihi yapılar temizlenerek, boyanarak, şenlikler düzenlenerek bölgede yaşayan ve çalışan halkla birlikte engellenmesi. Açık Radyo’nun kuruluşuna destek olan yüzlerce insan bu mücadelenin içindeydi. Bu tarihlerde “muhalefet”in sorunları iktidar üzerinden okuduğunu ve yerel insanlarla ilişki kurmadığını hatırlatalım.
Haliç yıkımlarından geriye kalan Feshane binasında ve sonrasında faaliyetleri sona erecek olan Yedikule Gaz Fabrikası’nda çok geniş bir katılımla ve hiçbir destek almadan, sanatçıların kendi imkanlarıyla “Seretonin” etkinliklerinin düzenlenmesi. Açık Radyo’nun esin kaynakları arasında bu sanat etkinliğinin de olduğuna inanıyorum.
Susurluk kazası sonrasında devlet içindeki çetelerle mücadele amacıyla 1997 yılında Aydınlık İçin Yurttaş Girişimi’nin kurulması ve hukuk devleti için verilen mücadelenin en önemli platformuydu. Açık Radyo hiçbir zaman devlet içindeki erk mücadelesinin, 28 Şubat sürecinin içinde yer almadı. Bu nedenle bağımsızlığını korudu ve ayrıca zihin dünyasını, hakları askıya alan yaklaşımlara karşı bir işlev gördü.
BM zirvesinde ve UNESCO ile ilişkilerde sivil toplumun gösterdiği büyük gelişmenin bir meyvası ve kentsel iyileştirme çalışmalarına kalıcı bir örnek deneyim oluşturma potansiyeli taşıyan UNESCO-AB destekli Fener-Balat Rehabilitasyon Projesi gibi örneklerde Açık Radyo yalnızca itirazlarla sınırlı kalmadı, alternatif, katılımcı şehircilik deneyimlerini tartışmaya açtı.
99 felaketi sonrasındaki sivillerin işbirliği yaparak yüzbinlerce gönüllüyle birlikte kamunun yerine getiremediği koordinasyon işlevini yerine getirmeleri. Yıllarca afet bölgelerindeki insanlarla dayanışma, hayatın yeniden yapılanması, mevcut yerleşim alanlarında risklerin azaltılması için çalışmaların paylaşıldığı bir platform oldu.
Ak Parti yönetiminin de benimsemek ve bütçe ayırmak zorunda kaldığı, bağımsız bir mimarlar inisiyatifi tarafından bin bir emekle, akıl almaz çabalarla gerçekleştirilen -ancak adeta bir “tuzak” kurularak durdurulan- AKM restorasyon projesi,
Açık Radyo Sulukule gibi semtlerdeki yaşayanları yerinden eden soylulaştırıcı projelere karşı durdu. Uluslararası dayanışma ile geliştirilen ve yaşam koşullarını iyileştiren alternatif Sulukule projesi gibi çalışmaların sergilenmesine, tartışılmasına destek verdi.
Şehrin kıyılarının piyasa odaklı dönüşüme açıldığı Galataport, Tersaneler, Kazlıçeşme gibi projelerin sorgulandığı, alternatiflerinin tartışıldığı bir mecra oldu. UNESCO listesindeki Karasurları, Süleymaniye, Zeyrek gibi yerlerdeki yaşanan sorunların, “kentsel dönüşüm” adı altında dayatılan, insanları yerinden eden Tarlabaşı, Ayazma, Okmeydanı gibi projelerin sorgulandığı, semtlilerle birlikte ele alındığı, arkasındaki işleyişlerin, alternatif yaklaşımların tartışılmasını sağlayan özgürlük alanıydı.
Gezi’de de Açık Radyo aynı Osman Kavala gibi bağımsızlığını korudu, çevreye, şehre sahip çıkma mücadelesi olarak Gezi’nin alternatif bir müşterekler deneyimi olması için çaba gösterdi. Gezi’yi kendi amaçları için kullanmak isteyen iktidar merkezci yaklaşımlardan ve girişimlerden uzak durdu.
Hiç kuşkusuz sayılacak çok sayıda örnek var. Açık Radyo 30 yılı bulan yayın hayatında bütün bu bağımsız deneyimlerin hem taşıyıcısı, hem de yeni kuşaklara aktarıcısı oldu.
Daha kuruluşundan itibaren Açık Radyo farklı görüşlerin, ilgi alanlarının, önceliklerin ve güç ve çıkar ilişkilerinden bağımsız girişimlerin açık bir platformu haline geldi.
Şimdi bu saydıklarım gibi iyileştirici, başarılı olan sayısız deneyim hafızalardan silinmeye çalışılıyor. Bu deneyimleri silmeye, özgürlükleri yok etmenin yalnızca Açık Radyo’ya değil, bütün yurttaşlara yapılmış büyük bir haksızlık olduğunu düşünüyorum.
Sivil alanda yaşanan bu gelişmelerden rahatsız olanların Açık Radyo’yu neden susturmak istediklerini anlıyorum. Ancak Açık Radyo ve ona destek veren insanların başlarına ne gelirse gelsin, bu mücadeleden vazgeçeceklerini hiç sanmıyorum.
Ne yaparlarsa yapsınlar, bu mücadeleyi engelleyemeyeceklerini de biliyorum.
İnanıyorum ki, “kötülüğün sıradanlaşmaması için” sürdürülen bu mücadele hiç bir zaman sona ermeyecek.