Önümüzde iki sorun var. Birincisi adaların anlaşmaya rağmen silahlandırılması, ikincisi aidiyeti belli olmayan adacık ve kayaların iki ülke arasında görüşmeler yoluyla halli…
Birinci konuyu ele almadan önce adaların Lozan’da değil 1914 yılında Osmanlı zamanında Atina mutabakatı ile kaybedildiğini ortaya koyalım.
Adaların silahsızlandırılması: 1936 yılında Montreux anlaşması ile Boğazlar askerleştirilince zamanın Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras “Yunanistan da Limni ve Semadirek adalarını silahlandırabilir” dedi. Anlaşılan Yunanlıların elinde yazılı metin de varmış. Yunanlılar bu konuda Türkiye izin verdi diyor. Demek bizim iznimiz esas. Öbür adalar için izin yok! Aslında adaların başka bir ülkenin ana karasına yakın olmaları halinde silahsız olması tek örnek değil. Mesela Rusya’ya yakın Norveç’in Spitzbergen adası bir örnektir.
Türkiye şimdiye kadar bu konuda NATO’da ve Birleşmiş Milletler’de mektup dağıtmış ama Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni “barışı tehdit eden durum” vardır diye toplantıya çağırmamıştır. Bunu yapmalıyız. Konsey genelde taraflara meselenin barışçı yollardan (başta ikili görüşmeler ve sonunda Adalet Divanı’na gitmek) hallini tavsiye eder. Yunanistan buna kulak asmazsa tekrar Konseyin toplanması istenir. NATO’ya da girişimden resmen bilgi verilmelidir.
Diğer konu aidiyeti belirlenmemiş adacık ve kayalar. Yani egemenlik konusu. Lozan’da bu konuya atıf vardır ve ilgili ülkeler arasında görüşmeler yoluyla halli istenir. Bir araştırmaya göre 99, diğerine göre 130 adacık ve kayalık bu durumdadır. Anlaşılan 2004 yılından beri Yunanistan’la yapılan ikili görüşmelerde meseleler halledilemedi. 2004 yılında Türkiye ile müzakerelerin başlamasına karar veren Avrupa Birliği meselelerin ikili görüşmeler yoluyla hallini, olmazsa Adalet Divanı’na gidilmesini istedi. Yunanistan Divan yetkisini kabul ederken adalar konusunda şerh koymuş. Bu AB kararına ters düşüyor. Bu konuda da Avrupa Birliği’ne başvurup bir üyesinin AB kararına uymadığını belirtmeli ve mümkünse AB’nin toplanmasını istemeliyiz.
Meseleleri bağırmakla halledemeyiz. Ciddiye alınmamız için kararlılıkla hukuki yollara başvurmalıyız. Biz bağırdıkça tehdit ediliyoruz kampanyası yaparlar. “Revizyonist“ ülke görüntüsü vermemeliyiz. Haklı iken haksız görünürüz. Bilmem anlatabildim mi? Konuları canlı tutmanın ve zaman içinde netice almanın yolu budur diye düşünürüm.