Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIAhlak ve dış politika: Riyakarlık sanatı

Ahlak ve dış politika: Riyakarlık sanatı

Dünya, Immanuel Kant’ın hayal ettiğinden ziyade Niebuhr’un tanımına daha yakındır. Belki de durumu en iyi anlatacak ifade, dış politikanın moral veya immoral olmaktan ziyade “amoral” olduğudur; yani ahlak veya ahlaksızlık ile nitelenemez. Ahlakla ilişkisi yoktur.

Harpler, zaten var olan uluslararası “ahlaksızlığı” artırıyor. Basın hürriyetinin merkezi sayılan Amerika’da, New York Times gibi bir gazete Gazze’de olanları başlangıçta saklamaya çalıştı. Örneğin Gazze için “işgal altında” ifadesinin kullanılmasını istemedi. Üniversite rektörleri de antisemitizm ile itham edilip istifa ettirildi. Avrupa’da da Filistin lehine protestolar ve toplantılar zaman zaman engelleniyor. Üniversite hocalarının anlaşmaları iptal ediliyor.

İsrail’in Gazze’de yaptıklarını eleştirmek antisemitizm değildir. İsrail’in içinde yapılan protestolar da mı antisemitik? Her Filistin lehine protestoyu Musevi karşıtlığı saymak insan zekasına hakarettir. Uluslararası Adalet Divanı İsrail aleyhine karar verirse, Musevi düşmanı mı olacak?

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin geçmişte İsrail ve İsrail yanlılarınca tehdit edilmesi, dünyanın geldiği noktayı gösteriyor.

Demokrasiler, bazı ülkelerin otokrasiye kaymalarını önlemek için otokratik metotlar kullanıyor. Aslında hak ve hürriyetler “à la carte” bir menü değildir: İstediğini seç ve yap.

Alman filozof Immanuel Kant, 17. yüzyılda uluslararası ilişkilerde bir parça ahlak gerektiğini yazmıştı. Daha sonra ilahiyatçı Reinhold Niebuhr, 1946’da şöyle yazmıştı: “İyilik yapmak için ne kadar çok kötülük yapmalıyız?” Niebuhr, “küresel bir savaşın, en saldırgan rejimler tarafından yönetilen bir dünyanın hesaplanamaz derecede daha büyük kötülüğünü önlemek için galiplerin büyük kötülükler yapmaya zorlandığını” yazıyordu.

Buna karşılık, birçok dış politika yazarı dış politikanın “amoral” olduğunu savunmuştur; yani, ahlakla ilgisi yoktur demek istemişlerdir.

Bir yazar, içinde yaşadığımız dönem için “Ahlaksızlık Çağı” diyor. Yalan, diplomaside yaygın hale geldi.

Özellikle ABD Başkanları, dünyaya demokrasiyi yayma sözü ile işe başlarlar. Jimmy Carter, Suudi Arabistan’ı hedef almıştı. Biden da aynı şeyleri söyledi. Cemal Kaşıkçı’nın ölümünden sorumlu olan Prens Salman’ın elini sıkmayacağını ifade etmişti, ama elini sıktı.

ABD Başkanı Joe Biden, demokrasi ile otokrasi arasında kaçınılmaz bir mücadele başlatma vaadiyle göreve başladı. Rusya, Ukrayna’yı işgal ettikten sonra kendisi gibi düşünen ulusları özgürlük ile baskı, kurallara dayalı düzen ile kaba kuvvetle yönetilen düzen arasında bir mücadeleye çağırdı.

“Asya’da Biden, demokrasi alanında gerileyen Hindistan’ı, komünist Vietnam’ı ve o kadar da liberal olmayan diğer devletleri etkilemek için geri adım attı.” Onlarla Çin’e karşı işbirliği amacında. Avrupa’da savaş zamanındaki zorunluluklar, NATO’nun doğu ve güney cephelerinde artan otoriterliğe ilişkin endişeleri susturdu. “Orta Doğu’da Biden, Arap diktatörlerin dışlanmış değil, hayati ortaklar olduğu sonucuna vardı.”

Büyük güçler arasındaki çatışmalar, fikir ve çıkar çatışmalarıdır. On yedinci yüzyılda Otuz Yıl Savaşları, Avrupa’nın üstünlüğü mücadelesi kadar doktrinsel farklılıklardan da besleniyordu. On sekizinci yüzyılın sonlarında, devrimci Fransa’nın siyaseti tüm kıtanın jeopolitiğini alt üst etti. İkinci Dünya Savaşı, rakip siyasi geleneklerin (demokrasi ve totalitarizm) yanı sıra rakip ittifakların da çarpışmasıydı. Almanya Dışişleri Bakanı Joachim von Ribbentrop 1940’ta “Bu tesadüfi bir savaş değildi; bir sistemin diğerini yok etme kararlılığı meselesiydi” dedi. Büyük güçler savaşırken bunu her zaman sadece toprak ve zafer için yapmazlar.

Orta Doğu’da Batılı ülkelerin tutumunu ahlaka dayandırmak mümkün değildir. ABD’nin Vietnam Savaşı, doğu-batı çekişmesidir ve yapılanlar ahlaki değildir.

Nerede ve ne sebeple olursa olsun, katil elindeki kanı silmekle katil olmaktan kurtulamaz.

Dünya, Immanuel Kant’ın hayal ettiğinden ziyade Niebuhr’un tanımına daha yakındır. Belki de durumu en iyi anlatacak ifade, dış politikanın moral veya immoral olmaktan ziyade “amoral” olduğudur; yani ahlak veya ahlaksızlık ile nitelenemez. Ahlakla ilişkisi yoktur.

Ama diplomasi, riyakarlığı sanat haline getirmiştir. Mısır Devlet Başkanı’nın Türkiye ziyareti bu “sanatın” en son örneğidir.

İç politikalarda ahlak olmadığına göre, uluslararası ilişkilerde nasıl olsun? Çetelerin kol gezdiği ve adaletin olmadığı ülkelerde ahlak yozlaşmıştır. Dış politika da büyük ölçüde iç politikanın devamıdır.

- Advertisment -