Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIAile, nüfus ve gelecek

Aile, nüfus ve gelecek

Nüfus artışını teşvik eden politikalar aslında yeni değil, “on yılda onbeş milyon genç” üretmekle övündüğümüz yıllardan 1965’e kadar nüfus artışı ülkemizde desteklenmiş. Bugün sadece Türkiye’de değil birçok Avrupa ülkesinde de pronatalist politikalar izleniyor, aksi takdirde uzun vadeli konut kredilerine ve konforlu emeklilik sistemlerine dayalı ekonomik düzenlemeler tahmin edildiğinden daha kısa süre içinde çöküşe geçebilir. Pekiyi kısıtlı kaynakları olan bir gezegende sınırsız nüfus artışıyla ne kadar daha yaşayabiliriz? Hiçbir fikrim yok.

2025 yılının “Aile Yılı” ilan edilmesi vesilesiyle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan nüfus artışıyla ilgili şöyle konuşmuş:

2001 yılında toplam doğurganlık hızımız 2,38 iken, bugün bu rakam 1,51’e düşmüştür. Nüfusun yenilenme düzeyinin 2,1 olduğu dikkate alındığında, durumun vahameti daha iyi anlaşılacaktır. Yıllık nüfus artış hızımız ise 2022 yılında binde 7 iken, 2023’te binde 1,1’e gerilemiştir. Çocuk ve genç nüfusumuz azalırken, yaşlı nüfusumuz tarihimizde ilk defa yüzde 10’un üzerine çıkmış, ortalama yaşımız da 34 sınırına dayanmıştır.

(Kaynak: https://www.aile.gov.tr/haberler/cumhurbaskani-erdogan-ve-aile-ve-sosyal-hizmetler-bakanimiz-goktas-aile-yili-tanitim-programina-katildi)

Cumhurbaşkanının sözlerini araştırmalar da doğruluyor. Ayrıca Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü öğretim üyesi Prof. Dr. İsmet Koç’un belirttiğine göre Türkiye 1965-2008 yılları arasında antinatalist yani nüfus artışını azaltma amaçlı bir politika izlemiş, 2008’den itibaren ise nüfus artışının hızlandırılması hedeflenmiş.  Yani devletin azaltmak istediği dönemde nüfus artışı yüksekmiş, artırmak istediği dönemde ise ciddi oranda düşüşe geçmiş. Demek insanlar bu meselede devletin planlamasını pek de umursamamış. Devlet teşviklerinin de bu anlamda umulan sonucu üretmediği anlaşılıyor. Yeni evlilere verilen faizsiz kredi ya da doğum başına belirlenen nakdi yardımlar yeterli olmuyormuş. Aslında görüntü üç aşağı beş yukarı Batı ülkelerini andırıyor: Refah düzeyindeki görece yükselme çocuk sahibi olma ya da çok sayıda çocuk sahibi olma isteğini azaltıyor.

Nüfus artışının önündeki engel olarak çoğunlukla ekonomik belirsizlikler gösteriliyor. Halbuki nüfus artışının yüksek olduğu dönemlerde ülke sadece ekonomik anlamda değil basitçe güvenlik yönünden de belirsizliklerle doluymuş. Ekonomik hatta siyasi belirsizliğin nüfus artışını aşağı çektiğine yönelik bir araştırma bilmiyorum. Ama dünyada nüfus artışının en hızlı olduğu ilk beş bölge Güney Sudan, Nijer, Angola, Benin ve Ekvator Ginesi. İnsanların – kelimenin tam anlamıyla! – ateş altında hayat mücadelesi verdiği Gazze ise nüfus artış oranının en yüksek olduğu bölgelerden biri. Türkiye’de Kürt nüfusu da duraklamaya girmiş durumda, yani kentlileşme belli sınırları aşmış görünüyor.

Ekonomik belirsizlik hiçbir zaman nüfus artış hızında bir etken olmadı, olmayacak. Evet, anket yapsanız insanlar ekonomik belirsizliği bahane edecektir- ama hakikatın öyle olmadığını görmek için dünyadaki gidişata bir bakmak yeterli. Yani muhaliflerin iddia ettiği ya da iktidarın umduğu gibi aile hayatının konforu arttığında çocuk sayısı artmıyor. Kadının toplumsal yaşama dahil olması, kreş ya da doğum izni gibi güvencelerin devlet desteğiyle genişlemesi nüfus artışına pek de yansımıyor.

Diğer bir deyişle “çocuk” dediğimiz muhteşem varlığın değeri arttıkça sayısı da düşüyor. Çocuklarına düşkün, onlar için her türlü fedakarlığı göze alan  anne ya da babalar çok sayıda çocuk sahibi olmakta temkinli davranıyorlar; çünkü kısıtlı zaman, ilgi ve emeklerini daha çok sayıda çocuk arasında paylaştırmanın zorluğunu kavrıyorlar. 

Bununla birlikte devlet teşviklerinin de en fazla pejoratif bir etkisi olduğunu görmek zor değil. Ekonomik belirsizliğin çocuk sahibi olmaktan kaçınmayla ilişkili olmaması gibi üste para vermenin de çocuk sahibi olmaya teşvik edici bir yanı yok. Evliliği zorlaştıran şeylerin başında insanların sorumluluk almayı mümkün mertebe geciktirme arayışı da var.  Devlet teşvikleri beklenmedik sonuçlara da yol açabiliyor. Örneğin belli Batı ülkelerinde aylık çocuk yardımından yararlanarak ailesinden bağımsız bir hayat kurmak isteyen genç kadınlar lise çağında bile isteye gebe kalabiliyor. Bu tür teşviklere rağmen sözgelimi Almanya’nın nüfusu uzun süredir düşüşte.

Pekiyi nüfus artmalı mı? Ekonominin büyük ölçüde insan emeğine dayandığı ve emeklilik yaşının popülist politikalar nedeniyle 30’lara kadar indiği bir ülkede nüfus artışının yavaşlaması, evet, ciddi bir sorun. Daha doğrusu nüfusta genç insanların oranındaki azalma uzun vadede ‘beka sorunu’ anlamına gelebilir. Ulus devletlerin rekabeti global düzeyde bir planlamayı imkansız kılıyor.  Kuşkusuz en kritik konulardan biri de şu: Nüfus düştüğünde rant düşecek, onca yatırımla inşa edilen büyük altyapı projelerinin, konutların ve toprağın değeri duraklayacak.

Artış doğal yollarla sağlanamadığında zaten ister istemez göç akışı başlayacak ve kaçınılmaz olacaktır. Türkiye’nin sanayi devleri şimdiden artan üretim maliyetlerinden şikayet etmeye başladı. Belli sanayi kollarında Avrupa gözünü işçilik ücretlerinin çok daha düşük olduğu Mısır’a çevirmiş. 

Diğer bir deyişle: Nüfusun umulan refah içinde hayatını sürmesinin bir yolu da Avrupa gibi emeği sınır dışından ithal etmek… Başka memleketlerin insanlarını sömürmek kısacası. Ama galiba Türkiye nüfusu hala sömürülmeye elverişli göründüğü için maliyetlerle ilgili şikayetler rahatlıkla dile getiriliyor. Pekiyi nasıl olacak? Emeğin maliyetini düşürmek işçinin, emeklinin, memurun ve beyaz yaka çalışanların kursağındaki ekmekten kesmek demek. Refah düzeyini geri çekmenin sonuçları sanıldığından daha ağır olabilir, artık Türkiye bu tür küçülmeleri kaldıramayacak bir eşikte. Yani bu tür planlamalara kalkışan bir siyaset pek de uzun ömürlü olmaz. Doğal kaynaklarımız uzun vadede kolay kazanç elde etmeyi sağlayacak büyüklükte değil. Üstüne üstlük terör sorunu ve güneydeki komşularımızdaki belirsizlikler de sürüyor. Türkiye’nin büyümeye elverişli bir sanayi altyapısı var mı? Bana varmış gibi geliyor, ama bu sanayi de maliyeti düşük emeğe ve kaynaklara gerek duymayacak mı? İşler çok karışık.

Nüfus artışını teşvik eden politikalar aslında yeni değil, “on yılda onbeş milyon genç” üretmekle övündüğümüz yıllardan 1965’e kadar nüfus artışı ülkemizde desteklenmiş. Bugün sadece Türkiye’de değil birçok Avrupa ülkesinde de pronatalist politikalar izleniyor, aksi takdirde uzun vadeli konut kredilerine ve konforlu emeklilik sistemlerine dayalı ekonomik düzenlemeler tahmin edildiğinden daha kısa süre içinde çöküşe geçebilir. Pekiyi kısıtlı kaynakları olan bir gezegende sınırsız nüfus artışıyla ne kadar daha yaşayabiliriz? Hiçbir fikrim yok.

Nüfus politikaları devlet ile birey arasındaki gerilimin en ironik alanlarından biri. Devlet bireyleri, son derece şahsi ve mahrem bir eyleme, üremeye teşvik etmeye çalışıyor. Ama aynı zamanda bunu belli bir yöne doğru geliştirmek istiyor. Aslında kabaca “Sevmiyorsan da evlen bir an önce” demek istiyor. Evliliğin ve aile hayatının teşvik edilmesini kendi adıma yanlış bulmuyorum; çünkü çocuklar gerçekten problemsiz olmasa da belirsizliklerin azaldığı bir aile hayatı içinde sağlıklı biçimde yetişme imkanı buluyor. Kuşkusuz sorunlu aile örnekleri de az değil; ama istatistiğin uzun ucu göründüğü kadarıyla daha çok güven veriyor.

Bununla birlikte, nüfus demeyle artar mı? Hiç sanmıyorum. Hiç emin olamıyorum. Bunun yerine belki eldeki nüfusun niteliğini, üretkenliğini, becerilerini artırmak daha anlamlı olabilir. Genç nüfusa belli değerleri dayatmanın hiçbir işe yaramadığını görmek için bir çeyrek yüzyıl daha beklemeye gerek var mı? Yasalarla kısıtlamak, bütün çocukları aynı bahçede aynı oyunu oynamaya zorlamak bir sonuç verir mi? Örneğin yakın zamanda Türkiye’de baş örtüsü ile ilgili engeller büyük ölçüde kalktı, hatta baş örtüsü kurumsal düzeyde teşvik edildi. Sonuç ne oldu? Bu mücadeleyi verenlerin ummadıkları türde bir baş örtülü kuşak ortaya çıktı. Bayrak, aksesuar, kimlik, merak, heyecan ve değişen değerlerin renkli ama hiçbir ideolojiye tam olarak yaramayan bir kombinasyonu ortaya çıktı. Bir devlet, insanlara bir memleketi paylaşmanın heyecanını verse yetmez mi? Hiç değilse o heyecanı boşa çıkarmasa?

- Advertisment -