İki gündür İYİ Partililerin televizyonlarda anlattıkları Shakespeare trajedilerine benziyor.
Erkeklerden oluşan masada bir komployla karşı karşıya kalıp, masadan zorla kaldırılmış kadın bir kahramanın hikayesini anlatıyorlar.
Anlatılan trajedide kenarda olan bitene tepki gösteren bir koro eksik.
Halbuki 2 Mart günü Saadet Partisi’ndeki Altılı Masa toplantısında olanlar pek de trajedi gibi görünmüyor.
Altı saat süren toplantıda dört saat süren müzakerelerden sonra son iki saatte liderler birlikte yemek yemişlerdi.
Sonunda da zaten hepsinin altına imza attıkları bir bildiri yayınlanmıştı:
“Millet İttifakını oluşturan siyasi partilerin genel başkanları olarak 28. Dönem TBMM ve 13. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ortak Cumhurbaşkanı adayımız ve geçiş süreci yol haritası konusunda ortak bir anlayışa ulaşmış bulunuyoruz. Genel başkanların partilerinin yetkili kurullarını bilgilendirmeleri sonrası nihai açıklamayı 6 Mart 2023 tarihinde kamuoyu ile paylaşmak üzere Saadet Partisi’nin ev sahipliğinde tekrar bir araya geleceğiz. Kamuoyuna saygıyla duyuruyoruz.”
Eğer taklit değilse, bu bildirinin altında Akşener’in de imzası var.
Cumhurbaşkanlığı adaylığının tartışıldığı kapalı bir toplantıda masada yemek tarifleri konuşulmadığı için sinirlerin gerilmesi, seslerin yükselmesi herhalde nezaketsizlik değildir.
Ama zirveden kimse kapıyı çarpıp da çıkmamıştı.
Herkes medeni bir şekilde Saadet Partisi’nden Karamollaoğlu tarafından kapıdan gülerek uğurlanmıştı.
Nihayet bütün liderler pazartesi günü müzakereye devam etme kararı almışlardı.
Yani ortada havada uçan tabaklar, ayağa kalkıp birbirine bağıran liderler, çarpıp çıkılan kapılar, masadan “ittirilen” kimse pek yok gibi görünüyor.
Peki neden İYİ Partililer meseleyi “Altılı Masa’da o akşam” trajedisine çevirdi ve bazı gazeteciler konuyu neredeyse “Akşener’e mansplaining yapıldı”ya kadar getirdi ama gerisini bir türlü getiremedi.
Çünkü “Akşener’in trajedisi” hikayesi masada bitiyor.
Gerisini herhalde hatırlamak istemiyorlar.
Ya da onu tevil etmek o kadar kolay değil.
Yoksa, kapalı kapılar ardından ne yaşanırsa yaşansın bir genel başkanın; bir yıldır birlikte bir ittifak içinde buluştuğu, onlarca belgeye imza attığı, saatlerce vakit geçirdiği, birlikte mitinge çıktığı, birinden ödünç milletvekili bile aldığı ittifak ortaklarına, kararlaştırılan toplantı gününü beklemeden, 80 milyonun karşısında çıkıp “sıtma”, “Kişisel ikbal hesapları için üretilmiş, devşirme bir siyasetin, hınk deyicisi”, “Ceketimi assam, aday ederim”ciler, “şahsi hırsları, Türkiye’ye tercih edenler”, “kişisel ajandalar uğruna mübah sayılan kuyruklu yalanlar”, “yenilgi yenilgi büyüyen küçük hesaplar”, ”noter masası” demesini siyaseten, ahlaken, stratejik olarak açıklamak pek kolay değil.
Hadi prompterdan okunan, önceden özenle hazırlanmış bu konuşma bir anlık öfke krizi olsun.
O konuşmanın esas büyük kısmını oluşturan ve stratejik bir aklın eseri o isyan çağrısı nasıl tevil edilebilir?
Akşener çıktı, 80 milyonun önünde şartları İstiklal Harbi’ne, masadakileri de neredeyse bu duruma kayıtsız İstanbul hükümeti, mütareke basınına benzetip, Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’nu bundan 100 yıl önce Atatürk’ün Samsun’a çıktığı gibi vazifeye çağırdı:
“Bugün de bu vazife, prangalardan sıyrılıp milletin sinesine varmayı emretmektedir. Hiç şüphemiz yok ki bu vazife, reddedilemez bir vazifedir. Görmezden gelinemez bir vazifedir. Çünkü bu çağrının sahibi millettir! Çünkü bu sözün sahibi millettir! Çünkü bu karar milletindir! Ez cümle: Ya tarih yazacağız ya da tarih olacağız! İnanıyorum ki hep birlikte tarih yazacağız!”
Akşener, eğer isteseydi masadan “maalesef uzlaşamadık, biz kazanacak bir adayla seçime girmek istiyoruz” diyerek de kalkabilirdi.
Daha itibarlı bir kalkış olurdu bu.
Peki neden bu medeni boşanma yolunu değil de gemileri yakmayı, ittifaka hücum etmeyi seçti?
Çünkü bu çıkış ve konuşma üzerinde düşünülmüş, hazırlanmış İYİ Parti’nin başını çektiği bir siyasi huruç hareketinin, yeni seçim kampanyasının başlangıcıydı.
Bu yüzden bilinçli olarak artık rakip olarak gördüğü ittifaka hücum etti.
Fakat Akşener ve ekibi bunu yaparken üsluplarını ve tonlarını tutturamadı, yaptıkları muhalefete karşı bir saldırı gibi göründü, muhalif kitlelerin bir kısmındaki Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşıtlığın, anketlerdeki Ekremcilik ve Mansurculuğun, Erdoğan’ın gitmesini istemekten daha büyük olmadığını idrak edemediler, fazla sosyal medya trendlerine kendilerini kaptırdılar ve ortada kaldılar.
Akşener’in durumu o yüzden Timur’un çadırı önünde arkasına bakınca kimseyi göremeyen Nasrettin Hoca ya da söz veren kimse sözünü tutmayınca teğmenlerle darbe yapmaya kalkan Talat Aydemir gibi oldu.
O yüzden masadaki trajedi hikayeleri bu hatayı telafi etme girişimleri.
Ama bu bir pişmanlıktan çok ahlaki üstünlüğü geri kazanma hamlesi.
Çünkü henüz bu huruç operasyonu bitmedi.
Akşener’in konuşmasının esas büyük kısmı Yavaş ve İmamoğlu’na çağrıya ayrılmıştı.
Konuşmanın esas mesajı buydu.
Peki Akşener, çok iyi ilişkileri olan ve uğurlarına ittifak masasını dağıttığı bu iki belediye başkanını böyle bir çağrı yapacağından önceden haberdar etmiş miydi?
Onlardan bir yeşil ışık alarak mı yoksa onları da zor durumda bırakarak mı bu çağrıyı yapmıştı?
Yoksa bu çağrıyı yaparken bir olumlu cevap alabileceğini, buradan bir dalga yaratılacağını mı düşünmüştü?
Bu sorulara cevap için çağrının yapıldığı iki belediye başkanının Akşener’e cevaplarına bir daha bakalım.
Aslında ortada tweetler ve bir kare fotoğraftan başka bir cevap yok.
Neredeyse her gün televizyonlara çıkan, mikrofonlara konuşan bu iki başkan, siyasi hayatlarındaki belki de en büyük kriz anında sadece tweet attılar.
İmamoğlu iki tweette şöyle dedi:
“CHP’nin öz evladı ve Millet İttifakı’nın Belediye Başkanı olarak milletimizin arzu ettiği birlik içinde, ittifak masasında irademizi temsil eden Sayın
@kilicdarogluk’un ve Millet İttifakı’nın, eksilmeden çoğalarak büyüyeceğinden şüphem yoktur. @mansuryavas06
Millet İttifakı halkımızın içinden geçtiği zor bir dönemde ağır bir sorumluluk alarak devleti etkin ve demokratik, toplumu huzurlu ve zengin kılma iradesiyle kurulmuş bir siyasi birliktir. Milletimize çaresiz, umutsuz ve yalnız olmadıklarını göstereceklerine inanıyorum.”
Mansur Yavaş ise şöyle:
“Bugüne kadar yaptığımız açıklamalarda Genel Başkanımız Sn. Kemal Kılıçdaroğlu’nun iradesi dışında hareket etmeyeceğimizi belirtmiştik. Aynı çizgideyiz. Temennimiz, Millet İttifakı’nın tüm paydaşlarıyla yoluna devam etmesidir. “
@ekrem_imamoglu
Bu tweetler dışında iki başkanın en güçlü mesajı Ankara’ya gidip Kılıçdaroğlu ile sessiz bir fotoğraf karesi vermek oldu.
Ama aynı zamanda tweetlerindeki vurgularla uyumlu olarak gün boyu Akşener’e arabulucu olarak gidecekleriyle ilgili haberler sızdırıldı, nihayetinde heveslendikleri anlaşılan arabuluculuk olmadı.
Sonra da hiçbir şey demeden sessizliğe gömüldüler, sosyal medyada deprem çalışmaları, atletizmde madalya kazanan sporcuya tebrik, Berat Kandili kutlamasıyla devam ettiler.
Peki sizce de bunlar bir başka bir partinin lideri tarafından kendi partisine isyana çağrılmamış iki siyasetçi için fazla soğukkanlı tepkilerdi değil miydi?
“Ne münasebet bize böyle bir çağrı yapıyorsunuz” telaşları pek yok gibiydi.
Aksine bu isyan çağrısına verdikleri cevaplarda Millet İttifakı’nın İYİ Parti ile devam etmesi vurgusu ağır bastı.
Halbuki, bu saatten sonra bütün tartışmaları yazacakları iki kelimelik bir cümle ile bitirebilirlerdi: “Aday değilim”
Ama bunu yine yapmadılar.
Topu yine boşluğa bıraktılar. Kendi partilerine karşı onları isyana çağıran genel başkanı ikna etmek için arabulucu olmaya çalıştılar.
Belki de bu sorular vehimdir. İki belediye başkanı seçime az kala çıkan kavgayı yatıştıramaya çalışan olgun bir siyaset izlemişlerdir.
Ama bu kavganın çıkmasında onların adaylık kapısını son ana kadar hep açık tutması ve bunun için yaptıkları halkla ilişkiler faaliyetlerinin de rolü büyük oldu.
2 Mart’taki toplantıya giden bir hafta boyunca Mansur Yavaş’ın medya sessizliğini bozup, ard arda kanallara çıkması ve Cumhurbaşkanlığı adaylığı sorularına ilk kez kapıyı aralayan cevaplar vermesi dikkat çekiciydi.
Yavaş, 28 Şubat günü de Ankara’da İYİ Parti İl başkanlığını ziyaret etmişti.
Akşener’in bu huruç operasyonunda yalnız olup olmadığı şüphesini destekleyen eldeki ikinci karine Akşener’in çıkışı sonrası iki medya organının yayınları.
ODA TV’de pro-İmamoğlu yazıları ve kulislerı yazan, bir ara İmamoğlu’nun kendisini referans alıp Kaftancıoğlu’yla polemiğe bile verdiği mahlaslı yazarı Hürrem Elmasçı, Akşener’in çıkışı sonra Kılıçdaroğlu’nun yakın ekibini suçlayan bir yazı ile tartışmaya girdi.
Bu iki gün içinde belediye başkanları cephesinden ilginç kulis haberleri ODA TV’de yer aldı.
https://www.odatv4.com/guncel/ve-imamoglu-dondu-mansur-yavas-cok-ofkeli–273346
Bu süreçte dikkat çekici yayınlar yapan medya organlarından biri de Habertürk oldu.
Habertürk’ün bazı yazarları ekranlarda saatlerce dengbej söyler gibi nöbetleşe Akşener’e yapılan haksızlığı anlattılar.
Kanalın ekranı İYİ Partililere hatta İYİ Partili genel başkan yardımcılarının siyaset bilimci titrli oğullarına bile ardına kadar açıldı.
İYİ Parti’nin akademik kariyerini orta Anadolu’daki üniversitelerde geçirmiş sözcüsü Kürşad Zorlu, parti öncesi Habertürk’ün ısrarla promote ettiği yazarlarından biriydi.
Habertürk’ün yazarlarının büyük bir kısmı da uzun süredir Mansur Yavaş’ın cumhurbaşkanlığı adaylığını açıkça destekleyen yazılar yazıyor. Tabii herkesin gönlünden ve aklından geçen bir aday olmasında bir tuhaflık yok.
Mansur Yavaş ile Ciner arasında Beypazarı’ndaki Eti Soda’dan gelen eski bir güçlü bir bağ olduğu da bir sır değil.
Bununla ilgili sık sık ODA TV’de haberler yapılıyor.
https://www.odatv4.com/medya/haberturk-ten-mansur-yavas-a-adaylik-destegi-266297
Zaman zaman karşı karşıya gelen Yavaş ve İmamoğlu’na yakın medyaların bu kriz anında Akşener lehine yayınları dikkat çekici.
Medyayı böyle kullanmak Erdoğan’dan öğrenilmiş bir meziyet.
Bu meziyetin kendi belediyelerinin desteklediği sitelerde bile yerden yere vurulan Kılıçdaroğlu’nda olmadığı açık.
Bu, biz vatandaşlar için hayırlı bir beceriksizlik ama bizim ülkemizde ahlak siyasette her zaman zaaf olarak görülmüştür.
İlle de bir Shakespeare trajedisi aranıyorsa esas trajedi de zaten burada.
Seçime girebilmeleri için kendi milletvekillerini verdiği, yerel seçimlerde bazı büyükşehirleri bıraktığı Akşener ve partisi tarafından şahsi ihtirasları olan bir sıtma gibi gösterilen, aday olmaları için hem partisiyle hem de kendi seçmen kitlesi ile kavga ettiği belediye başkanları ile aylardır gerilim filmi yaşayan Kılıçdaroğlu, Shakespeare trajedisi kahramanlarına benziyor.
Bu trajedide Julius Ceasar’dan “Sen de mi Brütüs” de var, Hamlet’ten “Babamın cenazesinde pişirilen yemekler soğumadan annemin düğününde yenildi” de…
Bir arada “Heyhat” diyecek koro eksik.