Birgit Malsack-Winkemann, 2017 yılında Alternative für Deutschland (Almanya için Alternatif- AfD) partisinden milletvekili seçildi. Radikal sağ bir parti olan AfD, merkez sol ve sağ partiler tarafından Nazilerin mirasçısı olarak görülen popülist bir partiydi.
2017 yılında ilk defa meclise girdiler, %12 oyla 94 milletvekili kazandılar. Winkemann, 1993’ten beri Berlin’de hakimlik yapıyordu, ilk defa meclise giren AfD’nin radikal olmayan kanadı arasında gösteriliyor, mesleği gereği parti grubu içerisinde dikkat çekiyordu.
Winkemann, 2021 seçimlerinde meclise giremedi. Hakimlik mesleğine geri döndü. Mecliste mültecilerin özel bir mikrop taşıdığını savunan, pandemi önlemlerini sert bir şekilde eleştiren, Trump’a hayranlığını dile getiren birinin hakim olması liberal bir şehir olan Berlin’de tepki çekti. Berlin eyalet yöneticileri, AfD’den milletvekilliği yapmış birinin tarafsız bir hakim olacağını düşünmüyordu. Eyalet yetkilileri, Winkemann’ın görevden alınması için mahkemeye başvurdu, mahkeme milletvekiliyken savunduğu fikirler doğrultusunda hakimlik şartlarının sağlanıp sağlanmadığına karar veremeyeceğine hükmetti, Winkemann lehine karar verdi.
Hakimlik mesleğinden atılmayan Winkemann, meslekte ne kadar tarafsız olabileceğini mahkeme kararından sadece 2 ay sonra bir silahlı bir darbe girişimine teşebbüs ederek kanıtladı. Darbe başarılı olsaydı Adalet Bakanlığı görevini üstlenecek olan Winkemann, hakimlik yaparken Vatansever Birliği adındaki bir terör örgütünün kuruluşunda yer almış, eski milletvekili olduğu için giriş izni bulunan meclis binasının nasıl silahla basılacağı konusunda planlara imza atmıştı.
3.000 polisin 130 noktada baskın düzenlediği soğuk bir Aralık sabahında, Berlin hakimi Winkemann’da tutuklanan 25 darbeci arasındaydı.
Eski bir milletvekili olan Berlin hakimi, Vatansever Birliği adındaki bir darbeci terör örgütü üyesine dönüşmesi sadece bir sene yeterli olmuştu.
Prensin rüyası
Vatansever Birliği, Reichsbürger hareketinin bir parçası olarak kuruldu. Örgüt üyeleri, Almanya’da Reichsbürger hareketine inanan 25.000 kişi gibi Federal Almanya Cumhuriyeti’nin meşru bir devlet olduğuna inanmıyor. Bu harekete mensup insanlara göre, Almanya’da I. Reich (Kutsal Roma Germen) ve II. Reich (Bismarck’ın kurduğu Alman İmparatorluğu) İmparatorlukları devam etmeli ve III. Reich olarak adlandırılacak yeni bir imparatorluk kurulmalı. Bu hareket içindeki Nazi sempatizanlarına göre ise III. Reich, Hitler Almanya’sı olduğu için, IV. Reich kurulmalı. II. Reich döneminde Almanya’ya ait olan Polonya, Çekya geri alınmalıydı.
Bu fikre inananların temel çıkış noktası, Almanya’nın 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD tarafından kurulan, anayasası Amerikalılar tarafından yazılan bir ülke olması. Vatansever Birliği örgütü üyelerine göre de Almanya’yı hala Amerikalılar yönetiyor, göreve gelen hükümet yetkililerinin hepsi küresel güçlerin ajanı, özellikle Yahudiler ülkedeki gizli güç sahipleri. Antisemitizm, küreselleşme karşıtlığı, ırkçılık, aşı karştılığı üyelerin ortak noktası. Örgüt üyelerine göre, mevcut Alman devleti meşru olmadığı için ülkeye gelmelerine izin verilen göçmenler, yabancı işçiler geri gönderilmeli, Alman nüfusu bu “yabancı işgal”den kurtarılmalıydı.
Devleti meşru görmeyen bu insanlar için pandemi döneminde yasaklar ve aşı, maske zorunluluklarıyla devletin gündelik hayat üzerinde gücünü arttırması da büyük bir problem. Onlara göre, “Küresel güçler tarafından yönetilen hükümet” aşılarla Almanları çipliyor, kısırlaştırıyor, dünya savaşlarından sonra Almanlara imzalatılan ağır şartlar içeren teslim anlaşmaları üstü kapalı bir şekilde uygulanmaya devam ediyordu.
Vatansever Birliği de işte bütün bu fikirleri benimseyen ve savunan bir örgüt. Örgütün kurucusu bir zamanlar Almanya’nın doğusunda hüküm sürmüş yerel bir hanedan olan Rauch ailesine mensup 13. Heinrich. 71 yaşındaki prens komplo teorilerine inandığı, saçmaladığı için ailesi tarafından dışlanmış, fakat hala çok büyük bir servete sahip.
Örgütün toplantı yaptıkları yer ise Prens’in av şatosuydu. Darbe girişimi başarılı olsaydı örgütün lideri konumundaki Prens de devlet başkanı, yeni kurulan Alman monarşisinin başı olacaktı.
Prens, Rus sevgilisi aracılığıyla Rus diplomatik temsilcilerine ve hükümet yetkililerine haber yollamış, hem finansal destek istemiş hem de darbenin başarılı olması durumunda yeni kurulacak olan Almanya’nın Rusya’nın yanında yer alacağını iletmişti. Kremlin, Prens’in hiçbir mesajına dönmedi, destek talebini olumlu karşılamadı, fakat bu Prens ve örgütünün darbe planlarını somutlaştırmasına engel olmadı.
Prens ve arkadaşları, harıl harıl kabine listesini ve hükümet programını yazmaya, silahlı eylem planlarını hazırlamaya başladı.
İlham kaynağı Kongre Baskını
Örgüt, ABD’deki Kongre Baskını’nı örnek alarak Kasım 2021 civarında kuruldu. Örgüt üyelerinin amacı meclisi basmak, milletvekillerini rehin almak, hükümetin istifasını sağlamak ve yeni bir hükümet kurmaktı.
Bu eylem içinse silahlara ihtiyaçları vardı. Askeri ve siyasi iki kanattan oluşan örgütün silah ihtiyaçlarını, emekli komando ve polisler karşılıyordu, fakat en büyük desteği hala aktif bir Alman komandosu olan örgüt mensubu sağlıyordu. Ordu içine kadar sızan örgüt, hala aktif ordu mensubu üyeleri sayesinde ordunun cephaneliğine erişebiliyor, silah kaçırabiliyordu. En ilginç örgüt mensuplarından biri olan Rüdiger von Pescatere, bu askeri hazırlıkları koordine ediyordu. Pescatere, eski bir komando ve paraşütçüydü, ordudan Doğu Almanya ordusundan kalan ağır silahları kaçak bir şekilde sattığı gerekçesiyle atılmıştı.
Pescatere’nin sattığı 195 silah hala kayıp. Büyük ihtimalle Pescatere, bu tür silahları darbe hazırlıkları için de kullanacaktı, çünkü örgüt üyelerinin evlerinden çok sayıda silah, cephane ve uydu telefonu, telsiz çıkmıştı.
Örgüt, o kadar özgüvenliydi ki toplandıkları av şatosunun bulunduğu köyde yaşayanlara bildiri dağıtmış, Almanya devleti meşru olmadığı için pasaportlarının geçersiz olduğunu belirtmiş ve istedikleri zaman III. Reich imparatorluğu adına yeni pasaport çıkarabileceklerini söylemişti. Köylüler bunu ciddiye almadı, örgüt açığa çıkmadı, örgütü elen veren Sağlık Bakanı’nı kaçırmak isteyen 71 yaşındaki bir felsefe profesörü kadın çete liderinin kendini ele vermesi olacaktı.
Ekim ayında 71 yaşındaki felsefe profesörü ve aşı karşıtı Elizabeth R ve beraberindeki 4 kişilik çete, maske ve aşı zorunluluğunu savunan pandemi dönemindeki sert konuşmalarıyla ön plana çıkan Sağlık Bakanı Karl Lauterbach’ı kaçırmaya teşebbüsten tutuklandı. Bu küçük çete, Sağlık Bakanı’nı kaçırmak için korumalarını öldürmeyi dahi göze almıştı.
Çete araştırılırken, çete ile iletişime geçen emekli bir komando dikkat çekti. Emekli komando takibe alındı ve bu kişinin de 50 kişilik bir örgüte mensup olduğu, bu örgütün de darbe hazırlığı içinde olduğu görüldü. Örgütün silah almaya başladığı ve eylem planı hazırlığı içinde olduğu anlaşılınca da baskın düzenlendi, 25 kişi tutuklandı. Böylece Prens ve darbeci terör örgütü arkadaşlarının planları suya düştü.
Darbenin siyasi ayağı
Prens ve arkadaşları darbenin başarılı olması durumunda hazırlıklıydı. Ünlü restoran şeflerinden, doktorlara, avukatlara, hakimlere, aktif ordu mensuplarına uzanan örgüt listesi eğitimli insanlardan oluşuyordu. Herkesin kabinede üstleneceği görev hazırdı. Örgütün ilk 100 günde yapacakları da hazırdı. Örneğin, hükümetin ilk icraati aşılanmış Alman vatandaşlarını tespit etmek ve bu kişilerde çip taraması yapmaktı. Çipli olduğu tespit edilen insanlardan çipler çıkarılacak, ülkedeki yönetici pozisyonlarında çiplenmediği garantilenmiş aşısız insanlara öncelik verilecekti.
Rusya ile yakın ilişki kurulacak, derin devlet çökertilecek, küresel elitlerin ülkedeki gücü kırılacaktı. Bütün milletvekilleri ve hükümet yetkilileri de tutuklanacaktı.
İptal etme, angaje ol
Almanlar şimdilik 70 yaşındaki felsefe profesörlerinin, Prenslerin, restoran şeflerinin, eski komandoların darbe girişimi püskürtüldüğü için rahatlamış durumda. Fakat insanların darbe yapmak için silah temin edecek, eylem planı hazırlayacak kadar nasıl radikalleştiğini kimse anlamamış gözüküyor. Televizyona çıkan bazı yorumcular bu örgütün paylaştığı komplo teorilerine inanan binlerce insanın işten atılması, tutuklanmasını savunuyor, kamuda temizlik yapılmasını talep ediyor. Bazıları ise bu tür önlemler alınırsa insanların daha da radikalleşeceğini düşünüyor, dikkatli bir şekilde mücadele edilmesi gerektiğini söylüyor.
Demokrasiler dünyanın her yerinde zor bir zamandan geçiyor. Demokratik kurumları sorgulayanlar sistemden itildikçe, ikna edilmek yerine iptal edildikçe, müzakerelerin yerini “kim haklı” kavgaları aldıkça bu devam edecek gibi gözüküyor. Batı ülkeleri, geçmişe nazaran ayrıcalıklı konumlarını kaybettiğini düşünen, ekonomik sıkıntılar nedeniyle radikalleşen radikal sağ ve yerel terörle karşı karşıya. Bu yeni fenomenle nasıl mücadele edileceği ise muğlak, uzun zamandır kimseyi ikna etmeyi gündemlerine getirmeyen, “Biz haklıyız” çığlıklarıyla kendini meşgul eden liberaller, demokratlar için zor bir süreç başlıyor gibi.
Çünkü sistemden uzaklaşmış, pandemi döneminde artan devlet gücüne karşı güven duymayan, ekonomik açıdan zayıflayan, dışlanmış ve aşağılanmış hisseden binlerce insanı iptal etmek çözüm olmayacak, Kongre baskınlarını, darbe girişimlerini engelleyecek gibi durmuyor. Darbe girişimlerine, silahlı saldırılara teşebbüs etmemiş, bu kadar radikalleşmemiş insanların daha da radikalleşmesinin önüne geçmek için sadece hukuki yaptırımlar yeterli değil. Bu radikallikle mücadele için bastırıcı yöntemlerle önleyici yöntemler el ele yürümeli.
Sanırım dünyanın demokratlarının “Biz ne kadar haklıyız” diye bağırmak yerine, kendileri gibi düşünmeyenleri ikna etme çalışmasının zamanı geldi de gecikiyor. Müzakere masasına yeniden oturulmadıkça ortada oturabilecek bir masa filan kalmayacak gibi duruyor.