1988 ağustosunda cezamı tamamlamış ve tahliye olmuştum. O günlerde Alman Konsolosluğu’ndan bir mektup aldım. Almanca yazılı bir metin çıktı içinden. Almanca bilen arkadaşlarımıza sorduk. Ayşim Alpman özetledi: “Sizi Almanya’ya davet ediyorlar. Daveti yapan Hamburg Senatosu adına eski eyalet başbakanlarından Klaus Von Dohnanyi.”
O zaman sorun Almanya’dan vize almakta değil, Türkiye’den pasaport alabilmekteydi. Devletimiz yattığım yedi yıl hapis ile yetinmedi, tam iki yıl pasaport vermedi, beni devlet kapılarında süründürdü. 1992 ağustosunda Almanya’daydık. Bizi davet eden vakfı Jan Philipp Reemtsma adında bir iş insanı finanse ediyordu. Türkiye’de pek bilinmese de Reemtsma adı, Almanya’nın tanınmış bir ailesine aitti. Çok zenginlerdi. Tütün ticareti yoluyla büyük bir kapitalist imparatorluk yaratmışlardı.
Mülkün tek mirasçısı sayılan Jan Philip, bütün hisseleri satmış, parayı Londra borsalarında değerlendiriyor ve kazandıklarının bir kısmını kurduğu vakıflarda kullanıyordu. Bunlar Hamburg Sosyal Araştırma Enstitüsü, Siyasi Tutukluluklarla Dayanışma Vakfı, İşkenceyle Mücadele Vakfı gibi benzer değişik araştırma fonları idi. Almanya’nın önemli aydınlarından olan, insan haklarını savunan, birçok özgürlükçü projeye mali destek veren Jan Philipp bu serveti nerede elde etmişti?
Baba Philipp Reemtsma İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilerin finansmanına verdiği destek ile savaş döneminde ülkenin en büyük tütün tüccarı olmuştu. Savaş bitince tutuklananlar arasında baba Reemtsma da vardı. Nazilere destek olmakla suçlanmış 20 ay yattıktan sonra bırakılmıştı. Oğul Reemtsma ise babasına inat solcu olmuş bir Troçkistti.
Ülkenin saygın entelektüelleri arasındaydı. Kendi geçmişiyle hesaplaşmanın bir parçası olarak, belli ki insan haklarına ve bu yöndeki araştırmalara destek veriyordu. Onun kurduğu enstitüde ben de iki yıl araştırma yaptım. İlk geldiğimiz günlerde birlikte bir akşam yemeği yemiş, sohbet etmiştik. Daha sonra kısa ayaküstü konuşmalar dışında pek bir araya gelemedik. Solcu idi ama üzerindeki büyük patron imajı silinmemişti. Yanına yaklaşılamıyordu. Bir keresinde bir çete tarafından kaçırıldığında gazetelerin elinde hiç fotoğrafının olmadığı anlaşıldı. Benim çektiğim amatör bir fotoğraf kıymete binmişti. Çalıştığım enstitüde görev yapanlar ile sıcak bir ilişki kuramadık.
Davranışlarından sürekli rahatsızlık yayılıyordu. Belli ki benim odam olmasını, çalışmak için kitaplar istememi pek sempatik bulmamışlardı. Türkiye’den gelmiş birinin böylesine ağırlanıp, desteklenmesine anlam veremiyorlardı. Dünyanın neresine giderseniz gidin, her ülkede benzer sorunlarla karşılaşabilirsiniz. Evet ama Almanlar değişik.
Disiplin ve otorite onları esir almış gibiydi. Bir gün Almanya Başbakanı olarak Willy Brandt, Polonya’da soykırım anıtı önünde diz çöker Almanlar adına, bütün savaş mağdurlarından af diler. Böyle bir hareketi dünyada yapabilecek nadir siyasetçilerden biri, Almanya’dan çıkmıştır. Avrupa’da demokrasi ve insan hakları konusunda dönem dönem en duyarlı davranan ülkelerden birisi Almanya olmuştur. Ama aynı Almanya’dan Hitler de çıkmıştır.
İsrail saldırganlığına karşı Almanlar beklentilerin aksine çok kötü bir sınav veriyor. Bir yanda sokaklarda Filistinlilerle dayanışma içinde olan insanlar da var. Ama siyasetçiler hem sağcısı hem solcusuyla insanlığı utandırıyor, dünyayı utandırıyorlar. Gazze’deki bir anıtın önünde 30 yıl sonra diz çökmek ihtimali acaba bir kader mi?