Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIAltı saat, yedi dakika: Güney Kore, demokrasiyi nasıl kurtardı?

Altı saat, yedi dakika: Güney Kore, demokrasiyi nasıl kurtardı?

Güney Kore Başkanı Yoon, yolsuzluk suçlamalarını ve meclis çoğunluğu kazanan muhalefeti bastırmak için bu Çarşamba (4 Aralık) günü sıkıyönetim ilan etti. Meclisi kapattı, siyasi faaliyetleri ve basını yasakladı, muhalif siyasetçileri tutuklama emri verdi. Güney Koreliler sokaklara, muhalefet ise meclise akın etti. Meclis başkanı ve muhalif vekiller tankları aşarak, duvarlardan atlayarak Genel Kurul’a girdi. Halk koltuklarla meclis kapılarında barikat kurdu, askerlerin tüfeklerini tutarak meclise siper oldu. Güney Kore, sadece altı saat, yedi dakikada sıkıyönetimin kaldırılmasını sağladı, tek adam olmaya hevesli Yoon’un darbesini durdurdu, azil ve yargı sürecini başlattı. Güney Kore’nin bu altı saat, yedi dakikalık dirayetinin arkasında 76 yıllık bir demokrasi mücadelesi yatıyor.

Değerli vatandaşlarım, Kore Cumhuriyeti’ni Kuzey Kore’deki komünistlerin tehdidinden korumak; özgürlük ve mutluluğunuzu yağmalayan utanmaz, Kuzey Kore yanlısı, devlet karşıtı bütün güçleri ortadan kaldırmak ve liberal anayasal düzeni korumak için sıkıyönetim ilan ediyorum.”

Güney Kore Başkanı Yoon Suk-yeol, canlı yayında sıkıyönetim ilan ediyor

Meclis Başkanı Woo Won-shik, Kore Başkanı Yoon Suk-yeol’un 4 Aralık Çarşamba akşam 10.23’te yaptığı bu sürpriz basın açıklamasını Hannam-dong semtindeki resmi konutunda televizyondan izledi. Woo için yoğun bir günün akşamıydı. Kırgızistan Cumhurbaşkanı Güney Kore’ydi. Kırgız lider Sadır Caparov o gün hem Meclis Başkanı Woo hem de mevkidaşı Cumhurbaşkanı Yoon ile birebir görüşmüş, mecliste özel olarak ağırlanmıştı. Büyük ihtimalle Woo’nun kafası protokol detaylarıyla meşgulken, Başkan Yoon Kırgızistan ile ikili ilişkilerin geliştirilmesini değil, gece yapacağı darbe girişimini düşünüyordu.

Kırgızistan Cumhurbaşkanı Sadır Caparov ve Güney Kore Ulusal Meclis Başkanı Woo Won-shik

Woo resmi yemek davetinin ardından meclise 32 dakika uzaklıktaki konutuna çekilmişti. Dinleniyor, kendini yorgun hissediyordu. Yoon’un sıkıyönetim açıklamasını duyduğu anda yorgunluğunu unuttu. Durum ciddiydi. Başkan Yoon’un niyeti açıktı. Sıkıyönetim tedbirlerini henüz açıklamadığı konuşması boyunca muhalefetin çoğunluğu elinde bulundurduğu meclisi hedef almıştı: “Ulusal Meclis demokrasiyi korumak yerine, onu yok etmeye çalışan bir canavara dönüştü.”

67 yaşındaki Meclis Başkanı, gençliğinde diktatörlük karşıtı eylemlere katıldığı için üç sene zorunlu çalışma cezası alan deneyimli bir aktivistti. 80’li yılları yaşamış her Koreli gibi sıkıyönetimle göreve gelen, sıkıyönetimle meclisleri kapatan, sıkıyönetimle üniversite öğrencilerinin üzerine ateş açan darbeci generalleri çok iyi hatırlıyordu. Böyle bir sıkıyönetim kararı karşısında ne yapacağını çok iyi biliyordu. Evinin önüne henüz askerler gelmemişti, korumalarına hemen haber verdi, arabasına atladı. 32 dakikalık yolu tam 12 dakikada gitti. 10.52’de meclisin önündeydi. Fakat bütün siyasi faaliyetlerle birlikte meclisin çalışmasını da yasaklayan sıkıyönetim kararları neticesinde polis meclise girişi kapamıştı. Woo iki korumasıyla birlikte arabasından indi, hızlı bir şekilde meclisin yüksek çitlerine ulaştı ve duvardan tırmanarak bahçeye atladı.

67 yaşındaki Meclis Başkanı demir kapıdan tırmanarak meclise girmişti. 23.10’da meclisteki makam odasındaydı. Mecliste bulunan yöneticiler ve danışmanlarla toplantı düzenledi. Makam odası askerlerin meclisi basma ihtimaline karşı gizli bir yere taşındı. Meclis Başkanı’nın güvenliği, Güney Kore demokrasisi için can simidiydi. Zira Anayasa m.77’e göre, meclis yapılan oylama sonucunda üye tamsayısının çoğunluğuyla sıkıyönetim kararının kaldırılmasını talep edebiliyordu. Telafisi güç zararlar doğmadan meclis bu oylamayı yapmalıydı. Meclisin bu oylamayı yapması içinse Meclis Başkanı’nın oturumu açması, toplam 300 vekilden en az 150’sinin girişleri kapatılan meclise girip lehte oy kullanması gerekiyordu. Zaman daralıyordu, 23.25’te sıkıyönetim kararları açıklanmıştı:

  1. Ulusal Meclis, yerel meclisler, siyasi partiler ve siyasi dernekler ile mitingler ve gösteriler de dahil olmak üzere tüm siyasi faaliyetler yasaklanmıştır.
  2. Yalan haberlerin yayılması, kamuoyunun manipüle edilmesi ve yanlış ajitasyon da dahil olmak üzere liberal demokratik sistemi reddeden veya yıkmaya çalışan her türlü eylem yasaklanmıştır.
  3. Tüm basın ve yayın organları Sıkıyönetim Komutanlığı’nın kontrolü altına alınacaktır.
  4. Grevler, iş yavaşlatmalar ve toplumsal kargaşayı körükleyen bütün toplantılar yasaklanmıştır.
  5. Grev yapan ya da görevlerini terk eden asistanlar da dahil olmak üzere tüm sağlık personeli 48 saat içinde görev yerlerine dönmeli ve sorumluluklarını yerine getirmelidir. İhlal edenler sıkıyönetim altında cezalandırılacaktır.
  6. Devlet karşıtı güçler veya sistemi yıkmayı amaçlayanlar hariç olmak üzere, sıradan, yasalara saygılı vatandaşların rahatsızlığını en aza indirecek önlemler alınacaktır.
  7. Bu bildiriyi ihlal edenler, Kore Cumhuriyeti Sıkıyönetim Kanunu’nun 9. Maddesi (Sıkıyönetim Komutanının Özel Tedbir Hakları) uyarınca tutuklanabilir, gözaltına alınabilir ve arama emri olmaksızın aranabilir. Sıkıyönetim Kanunu’nun 14. Maddesi (Cezalar) uyarınca cezaya tabi tutulacaklardır.

Sıkıyönetim Komutanı General Park An-su

Saatler 00.00’u gösterdiğinde ise sıkıyönetim emirlerine aykırı hareket ederek meclise gelen vekilleri gözaltına almak ve daha önceden belirlenen bir cezaevine topluca götürmek isteyen askerler meclisin kapılarını zorlamaya başlamıştı. Vekiller ana muhalefet lideri Demokrat Parti genel başkanı Lee Jae-myung gibi arka bahçeden giriyor, duvarlardan atlıyor, askerleri ittire ittire barikatları aşarak Genel Kurul’a ulaşmaya çalışıyordu.

Woo, 00.08’de bir basın toplantısı düzenleyerek bütün vekilleri meclise çağırdı. 00.35’te ise Genel Kurul’daki koltuğuna geçti ve oturumu resmen başlattı.

Hem Genel Kurul’a ulaşıp vekilleri sürükleyerek çıkarma emrine bazı bölük komutanlarının uymak istememesi hem de kapılara sandalye, koltuk yığarak barikat kuran meclis çalışanlarının, danışmanlarının direnmesi asker ve polisleri yavaşlatmıştı.

Halbuki askerlere verilen emirler netti, Başkan Yoon’un partisinin genel başkanı dahil Genel Kurul’a gelen vekiller, siyasetçiler tutuklanacak ve cezaevine gönderilecekti. Askerler camları kırıp içeri girmeye çalışıyor, halk ise meclis önünde barikat kuruyordu.

Woo, evinden apar topar çıktıktan sadece iki saat sonra gece 01.00’de meclisten Anayasa m.77’e uygun olarak sıkıyönetimin kaldırılmasına yönelik talep kararını aldırarak Başkan Yoon’u engellemeyi başardı. Başkan Yoon’un partisinden vekillerin de aralarında olduğu 190 vekil güç bela meclise girmiş, firesiz bir şekilde sıkıyönetimin kaldırılması için oy kullanmış, Woo ise karar alınır alınmaz gereğinin yerine getirilmesi için Başkan ve Savunma Bakanı’nı bilgilendirmişti. ABD’nin yaşanan süreci kınaması da meclis kararından sonra olmuş, askerler de meclisin kararının ardından verilen sıkıyönetim emirlerine uymamaya başlamıştı.

Anayasaya göre meclisin doğrudan sıkıyönetimi kaldırma yetkisi yok, Başkan meclisin talebi doğrultusunda sıkıyönetimi kaldırmak zorunda, fakat bu kararın gereğini yerine getirmezse ne olacağı anayasada açıkça düzenlenmemiş. Bu nedenle Meclis Başkanı defalarca halka açıklama yaptı, yetkilileri aradı ve meclis kararını farklı yollardan başkanlığa iletti. Nihayetinde sabah 4.27’de Başkan Yoon tekrardan aynı kürsüye geçerek halka seslendi ve meclis kararına uyacağını açıkladı, 4.30’ta kabinesini toplayarak sıkıyönetimi kaldırdı, askerler meclisten çekildi, tanklar garnizonlara geri döndü, vekiller ve halk ise mecliste, meydanlarda, üniversitelerde K-pop eşliğinde demokrasi nöbetine başladı.

Güney Kore’nin tek adam olmaya hevesli bir çılgın başkanı durdurması sadece altı saat, yedi dakika sürmüştü. Güney Kore birçok ülkenin kaldıramayacağı bu korkunç geceyi, meclisi açık, ekonomisi tıkırında, gündelik hayatın devam ettiği bir sabahla sonlandırmıştı. Bu kabusun sadece altı saat, yedi dakika sürmesinin en büyük sebebi “ateş açılırsa ilk biz ölelim, siz daha gençsiniz” diyerek askerlerin karşısında kurulan insan zincirinde ön sıraları alan yaşlı Güney Korelilerin, sıkıyönetim kelimesini duyar duymaz ne yapacağını çok iyi bilerek meclise koşan tecrübeli aktivist Meclis Başkanı Woo’nun ya da meclisin önündeki askeri tüfeği eliyle tutarak durdurmaya çalışan 35 yaşındaki muhalif siyasetçi Ann Gwi-ryeong’un bu dirayetiydi.

Bu altı saat, yedi dakikalık dirayetin arkasında ise 76 yıllık bir demokrasi mücadelesi saklı.

Atadan miras: Kan, protesto ve gözyaşı

2. Dünya Savaşı sonrası Kore’nin bölünmesiyle kurulan Güney Kore’nin kurucu başkanı, 1950-1953 Kore Savaşı’nın liderlerinden Syngman Rhee sadece modern Güney Kore’yi Batı ile entegre etmemiş, aynı zamanda otoriter uygulamalarıyla günümüze kadar uzanan protesto kültürüyle tanıştırmıştı. Kuzey Kore tehlikesiyle muhalifler “komünist” olarak yaftalanıyor, topluca infaz ediliyor, suikasta uğruyor, gözaltında kaybediliyordu. Soğuk Savaş’ın etkisiyle Amerikan desteğiyle insan hakları ihlallerinin üzeri örtülüyor, “düşman” uğruna göz yumuluyordu. Rhee anayasaya göre sadece iki dönem aday olabilse de anayasayı meclise baskı kurarak değiştirmiş, 1956 ve 1960 yıllarında da aday olup seçimleri kazanmıştı. 1960 seçimlerinde rakibi seçimden az bir süre önce kanser nedeniyle ölünce hile yapmaya gerek kalmamış, Rhee oyların hepsini alarak seçimleri kazanmıştı. Fakat başkan yardımcılığı seçimlerinde muhalefet sonuçları tanımamış ve üniversite öğrencileri sokağa inmişti.

“Katledilen öğrenci için sorumluluk al! Başkan Rhee istifa!”

Güney’deki Masan şehrinde polis bir lise öğrencisinin suratını hedef alarak gaz fişeği ateşlemiş, ölen genç çocuğun cesedini denize atmıştı. Genç çocuğun cesedini bulunması üzerine gösteriler ivme kazanmış, binlerce insan sokağa çıkmış, asker şiddetinin artması, yaklaşık 200 protestocunun öldürülmesi gerilimi daha da yükseltmişti. Günün sonunda başkanlık sarayının etrafını saran protestocular karşısında çaresiz kalan Rhee, CIA’nin yolladığı uçağa binerek eşiyle birlikte Amerika’ya kaçmış, Hawai’de sürgünde ölmüştü.

Rhee’nin heykeli çocuklar tarafından sürükleniyor

Güney Kore, modern dünyaya selamını “Nisan Devrimi” denilen bu protestolarla vermiş, kurucu liderini ülkeden kovmuş, yeni bir sayfa açmıştı. Fakat bu yeni sayfa uzun soluklu bir demokrasi hikayesine dönüşemedi. Her şeye rağmen başkanlık sisteminden parlamenter sisteme geçildi, Kore’nin iki sene süren parlamenter sisteminin anayasaya göre yetkileri azaltılmış bir Cumhurbaşkanı Yun Po-sun oldu. 1961 yılındaki Mayıs darbesiyle yönetimi ele geçiren General Park Chung Hee ve askerler, anayasayı değiştirdi ve ülke yeniden başkanlık sistemine döndü. Yun Po-sun kısa bir süre sonra istifa etti, 1963 ve 1967 seçimlerinde muhalefetin adayı olarak Park’a karşı yarıştı, seçimleri kıl payı kaybetti.

Darbeci general Park Chung Hee

General Park, ekonomik gelişme uğruna insan hakları ve demokrasiyi, çok sesliliği askıya alan tartışmalı bir isim olarak tarihe geçti. Seleflerinden Rhee’nin izinden giderek iki dönem sınırını kaldırmak için anayasayı değiştirdi.

1969 yılında meclis üzerinde baskı kurarak iki dönem sınırını kaldırdı, üçüncü dönem yarışma hakkını getirdi ve 1971 seçimlerinde tekrar aday oldu. Halk anayasayı bir daha aday olmak için eğip büken bir başka tek adamı protesto etmek için tekrar sokaktaydı, fakat bu sefer gösteriler pek işe yaramadı. Park 1972 yılında “oto-darbe” yaparak sıkıyönetim ilan etti, meclisin faaliyetlerini durdurdu ve tek başına “Yushin (Restorasyon)” adında yeni bir anayasa yazdı.

1972 yılındaki sıkıyönetim sonucu kapatılan meclisin önünde tanklar.

Başkanın dönem sınırı kaldırılıyor, başkan halkın doğrudan oyuyla değil ikinci delegeler aracılığıyla seçiliyordu. Bu yeni sisteme karşı düzenlenen gösteriler de pek sonuç vermedi. Park 1972 ve 1978 seçimlerini rakipsiz bir şekilde kazandı. Artık ölene kadar başkan adayı olabilirdi, anayasal engeller kaldırılmıştı.

Yushin anayasası protesto ediliyor: “Demokratik bir hükümet için bir araya gelin!”

Kurucu liderin yolundan giden Park’ın da biletini yıllar önce olduğu gibi yine Masan ve diğer büyük güney metropolleri kesti. 1990’lı yıllarda demokrasiye geçişten sonra Başkan seçilecek olan muhalif lider Kim Young-sam’ın vekilliğinin düşürülmesi, grev yapan kadın işçilere sert polis müdahalesi ve muhalefetin sine-i millete giderek meclisi terk etmesi orta sınıfı, gençleri ve güney kentlerini hareketlendirdi, binlerce insanın katıldığı gösterilerde halk anayasaya göre sınırsız görev yapma imkanına kavuşan Park’ın istifa etmesini talep ediyordu.

1979 protestoları: Busan’da öğrenciler eylemde

50 bin kişilik dev gösterilere ulaşan protestolar demir yumrukla bastırıldı, fakat Park kendisini korumakla mükellef istihbarat şefi tarafından suikasta uğradı, öldürüldü. İstihbarat şefi Kim Jae-gyu, Park’ı öldürerek tek adam rejimine son vermek istemişti.

Park’ın cenazesi.

Park, göreve gelişi, ölümüyle, Güney Kore’yi otoriter bir demir yumrukla zenginleştirmesiyle en tartışmalı liderlerden biri olmuş hem çok sevilmiş hem de nefret edilmişti. Fakat Park’ın öldürülmesi Güney Korelilerin beklediği demokrasiyi yine de getirmemişti. Park’tan sonra başkan olan Cho Kyu-hah daha “bismillah, annyeonghaseyo” demeden hemen birkaç ay sonra General Chun Doo-hwan’ın darbesiyle karşılaşmış, resmen görevde kalsa da fiilen yönetimi kaybetmişti. Fakat özgürlüğün tadını kısa bir süre de olsa alan muhalifler pes etmemişti. Başkent Seul’de binlerce kişilik eylemler düzenleniyor, muhalif liderler serbest seçim talep ediyordu. Chun, başkentte sıkıyönetim ilan etti, muhalif aydınları, üniversite hocalarını ve öğrencilerini “eğitim kamplarına” kapadı, demir yumrukla protestoları dağıtmaya çalıştı. Protestolar aksine ülke çapına yayılınca, Chun’un çaresi sıkıyönetimi de ülke çapına yaymak, büyük şehirlere orduyu sokmak oldu. Chun’a en sert tepkiyi her zaman olduğu gibi güneydeki büyük şehirler verdi. Gösterilerin odağında muhalefetin kalesi, önemli muhalif liderlerin memleketi Gwangju kenti vardı.

Chun yönetimindeki ordu, şehre girerek gençlerin, göstericilerin üzerine ateş açtı. Ele geçirdikleri silahlarla karşılık veren göstericiler direnince ordu önce şehirden çekildi. Şehir göstericilerin özyönetimine geçti. Gwangju şehri sivil yönetime nihayet kavuşmuşsa da bu bahar sadece dört gün sürdü. Ordu çok daha sert bir şekilde şehre girdi, direnen göstericilerin hepsini vahşice katletti.

Gwangju eylemleri.

Chun, Gwangju eylemlerini bastırmasının ardından başkanlığı da resmen ele geçirdi, ülkeyi demir yumrukla yöneterek selefi Park gibi ekonomiyi geliştirdi, özel mülkiyeti korudu, sosyal ve siyasi hakları ise askıya aldı. Soğuk Savaş döneminde ABD’nin desteğini alan bir generalin iki kutuplu dünyadaki meşruluğu için kafiydi. Kendisini eleştirenlere Kuzey Kore’yi gösterip sıtmaya razı ediyordu. Fakat özellikle Güney Koreli gazeteci Na Kyung Taek’in Gwangju katliamı sırasında gizlice çektiği fotoğraflar basın aracılığıyla dünyaya sızdırılmış, Güney Kore’deki askeri rejimin vahşiliği ilk kez apaçık görülmüştü. Öğrenci eylemleri Gwangju’dan sonra da devam etti, askeri rejim muhalifleri tutuklayarak, işkence yaparak susturmaya çalıştı.

Na Kyung Taek’in en sembolik fotoğraflarından biri.

Ne ilginç ki, Rhee ve Park gibi Chun’un da sonunu bir gencin ölümü getirdi. 1987’de işkence edilirken katledilen 22 yaşındaki Park Jong Chul’un ölümü, gençleri yine sokağa döktü. Rejim Park’ın ölümünü saklamış, fakat muhalif Katolik rahipler ölüm haberini Gwangju eylemlerinin yıl dönümünde halka duyurmuştu. Halk yine binlerce genç, kadın, erkekle sokaktaydı.

Park’ın ölümünü protesto eden öğrencilerden 21 yaşındaki Lee Han-yeol ise kafasına hedef alınan bir gaz fişeğiyle bütün dünyanın gözü önünde katledilmiş, son nefesini verdiği anlar bir fotoğrafla dünyanın şahitliğine sunulmuştu.

Lee Han-yeol’un hayatını kaybettiği anlar.

1987’deki Haziran Demokrasi Hareketi, Chun rejiminin sonunu getirdi. Rejim anayasayı değiştirdi, serbest seçimlere izin verdi, başkanın halk tarafından doğrudan seçilmesine geri dönüldü. Muhalif adaylar oyları bölünce yapılan uzun bir aradan sonra yapılan ilk demokratik seçimleri her ne kadar Chun’un general halefi Roh Tae-woo kazansa da artık askeri rejimin sonu gelmişti.

Gwangju’dan başlayan değişim Güney Kore’yi geri dönülemez bir yola sokmuştu.

Generallerin yeri artık başkanlık koltuğu değil, sanık sandalyesiydi.

Artık hiçbir şey eskisi gibi olamazdı.

Protesto yetmez, hesap zamanı

İki kanka darbeci birlikte yargılanıyor

Demokrasiye geçişin ikinci serbest seçimleri olan 1992’de ise askeri rejim tarafından geçmişte meclisten atılan ve 79 eylemlerinin baş aktörlerinden Kim Young-sam başkan seçildi. Kim, başkanlık koltuğuna oturan ilk muhalif olarak hala hayatta olan iki eski general başkana soruşturma açtırdı. İki yakın dost, iki darbeci, iki otoriter lider ve iki eski başkan, neredeyse her anın canlı yayınlandığı medyatik bir davada yan yana, omuz omuza yargılandı, yaptıkları yolsuzluklar, işledikleri insanlık suçları teker teker anlatıldı, vatana ihanetten, isyandan ve yolsuzluktan hüküm giydiler. Chun önce idama, sonra ömür boyu hapse, Roh ise 17 yıl hapis cezasına çarptırıldı. İki generalin yardımına ise 1997 seçimlerini kazanan ve generaller tarafından geçmişte öldürülmeye çalışılan muhalif lider Kim Dae-jung yetişti. Kim Dae-jung, Kim Young-sam’ı ikna ederek ülke içinde huzurun sağlanması için iki eski başkanı affetirdi, iki eski general de daha sonrasında Nobel Barış Ödülü alan Kim Dae-jung’un yemin törenine katılarak birlik-beraberlik mesajı verdi.

Fakat General Chun hiçbir zaman Gwangju katliamı için özür dilemedi, suçluluğunu kabul etmedi. Chun’un özrünü yıllar sonra ancak 27 yaşındaki Chun Woo-won 2023 yılında dileyebildi, yerlere kapanarak şehir halkından ve yakınlarını kaybedenlerden af diledi, dedesinin günahkar ve katil olduğunu söyledi.

Chun Woo-won, yakınlarını kaybedenlerin önünde yere kapanıyor.

İki eski başkanın televizyon önünde yargılanması protesto kültürünün yanına bir başka siyasi geleneği de eklemişti: Hesap kültürü. Bu yargılamadan sonra neredeyse hiçbir başkan rahat görevi bırakmadı. 2008’de başkan seçilen Lee Myung-bak, Samsung’tan 6 milyon dolarlık rüşvet aldığı iddiasıyla yargılandı, 2018’de yolsuzluk suçlamalarından 15 yıl hapis cezası aldı.

Lee yargılanıyor

Lee’den sonra başkan seçilen ve Kore’nin tartışmalı lideri Park’ın kızı olan Park Geun-hye ise görevdeyken azledilen ilk Güney Kore başkanı olarak tarihe geçti.

2012 seçimlerini kazanan Park Geun-hye, Güney Kore’nin en skandallarla dolu başkanıydı. Hem annesi hem babası siyasi suikastlara kurban giden Park, daha göreve başlar başlamaz batan Sewol feribotunda mahsur kalan 304 yolcunun ihmal sonucu kurtarılamamasıyla halk desteğini halihazırda kaybetmiş, medyanın ve muhalefetin tepkisini çekmişti. Park’ın üzerine gidildikçe çok daha korkunç detaylar ortaya çıktı. Park, tuhaf bir tarikat liderinin kızı olan Choi Soon-sil’i danışmanlığına getirmişti. Choi, Park’ın uzun yıllardır toksik bir ilişki içerisinde olduğu kişisel şamanıydı. Choi Güney Kore’nin Rasputin’i olarak Park’ı rüyalarıyla, içgüdüleriyle, masallarıyla etkiliyor, şirketlerden ve büyük ailelerden rüşvet alarak Park’ın kararlarını değiştiriyordu.

Park ve kişisel şamanı Güney Kore’nin Rasputin’i Choi

Medya detayları ortaya çıkardıkça skandal büyüdü, günün sonunda meclis Park’ı azletti. Park tutuklandı ve yargılanmaya başladı.

Park, 16 farklı yolsuzluk suçlamasından hüküm giymiş, 24 yıl hapis, 13 milyon dolarlık para cezasına çarptırılmıştı.

Özellikle Park’ın görevi bıraktıktan sonra feribot kazası nedeniyle hükümeti eleştiren sanatçıları kara listeye aldığının ortaya çıkması muhalefeti daha da öfkelendirmişti. Park, babasının izinden giderek örtülü bir baskı rejimi kurmuş, muhalif sanatçılara verilen destekleri kesmişti. Bu sanatçılar arasında bu sene Nobel Edebiyat Ödülü kazanan yazar Han Kang ve Oscar ödüllü Parasite filminin yönetmeni Bong Joon Ho da vardı.

2024 Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi Han Kang da bir zamanlar kara listedeydi

Bütün bu hukuki süreçler sadece azil oylamalarında veya mahkeme salonlarıyla sınırlı kalmamış, halk her bir adımda sokakları doldurmuş, ellerinde kandillerle nöbet tutmuştu.

Binlerce insan kandillerle sokakta.

Özellikle feribot kazasında ölen liseli öğrencilerin anısına Park’ın azledilmesini talep eden eylemlerin bir diğer simgesi de sarı kurdeleler olmuştu. Hükümetin ilk tepkisi ise bu eylemlerin arkasında yasadışı örgütlerin ve dış mihrakların olduğuydu. Bu nedenle Güney Koreli gençler tuhaf ve komik örgüt isimleri uydurarak sokağa çıkmış, hükümetle adeta dalga geçmişti: Ani Ölüm Müzesi, Proletarya Kedi Birliği, Yalnız Gelen İnsanlar Birliği, Karidesli Dumpling İşçi Birliği.

“Uçan Spagetti Canavarı Federasyonu” alanda

Bugün bu komik “örgüt” isimlerinin pankartlarını taşıyan gençler, yine sarı kurdeleler ve kandillerle sokakta. Zira 2022’de başkan seçildikten sonra yolsuzluk suçlamaları nedeniyle hapse atılan eski başkanlar Lee ve Park’ı affedip hapisten çıkaran Başkan Yoon’un şimdi kendisi azil ve sanık sandalyesi tehdidi altında.

İşte bugün Güney Kore’de hızlı bir şekilde sokağa inen, Yoon’un darbesini durduran gençlerin, muhaliflerin, k-pop eşliğinde topluca edilen danslarla geçen demokrasi nöbetlerinin arkasında böylesine güçlü bir toplumsal bilinç, protesto ve hesap sorma kültürü var.

Başkan Yoon’un da başını sıkıyönetim kararını açıklarken adeta suistimal ettiği “liberal demokrasi” kavramını Güney Kore’de ayakta tutan yegâne unsur olan bu kültür yakacak gibi duruyor.

Başkan Yoon’un akıbeti, Daron Acemoğlu’nun argümanı

Güney Kore’de demokrasi nöbeti hala devam ediyor. Meclisin çoğunluğunu elinde bulunduran muhalifler meclisten çıkmıyor, ikinci bir sıkıyönetim kararı ihtimaline karşı mecliste uyuyor, dönüşümlü nöbet tutuyor.

Hedef, Yoon’un azledilmesi için gerekli 2/3 rakamına yani, 200 vekile ulaşmak. Yoon’un partisinin genel başkanı Yoon’un azledilmesini talep ediyor, yine de parti grubu aksi yönde karar aldı. Fakat Yoon’un partisinden sadece 8 vekil meclis çoğunluğu olan muhaliflerle hareket ederse Yoon azledilecek. Yoon’un azledilmesinin kesinleşmesi içinse Anayasa Mahkemesi’nin kararı şart. 9 üyeli Anayasa Mahkemesi’nin 3 sandalyesi boşta, henüz atanmamış. 6 yargıçtan ise 4’ünü Yoon atamış. Mahkemenin azil kararını onaylaması için 6 üyenin de olumlu oyu şart. Bu nedenle Mahkeme’nin Yoon karşısında ne karar vereceği çok kritik. Meclisin bugün (7 Aralık Cumartesi) yapacağı azil oylaması başarıyla sonuçlanırsa gözler Mahkeme’de olacak.

Meclis krizi atlattıktan sonra teker teker Savunma Bakanlığı’ndaki, ordudaki isimleri çağırıyor, sıkıyönetim gecesinin röntgenini ifadelerle çıkarıyor. İleride yargı süreçlerine dönüşecek birçok tanıklık medyanın önünde anlatılıyor. Meclis kendisini yok etmek isteyenleri huzuruna çağırarak gücünü bir kez daha gösteriyor. Yoon’un kararına tepki gösteren hükümet yetkilileri istifa ediyor, suçu sıkıyönetim konusunda en hevesli isimlerden biri olan Savunma Bakanı’na atıyor.

Güney Kore’nin altı saat, yedi dakikada atlattığı bu darbe girişimi ister istemez kurumlarıyla örnek gösterilen, “yazılım öğrenin, 20 yaşına gelmeden şirket kurun” öğüt soslu beyaz yazılarına sık sık konu edilen “Güney Kore mucizesini” de tartışmaya açtı. Özellikle Türkiye’de, Başkan Yoon kadar sosyal medyada konuşulan bir başka isimse “Ulusların Düşüşü” kitabında Güney Kore’yi örnek gösteren Nobel ödüllü ekonomistimiz Darın Acemoğlu oldu. Acemoğlu, kitabında bir gece vakti çekilen uydu görüntüleriyle Kuzey Kore ve Güney Kore’yi karşılaştırmış, Güney Kore’nin özel mülkiyetin korunduğu anayasal kurumlarla gelişmesini örnek göstermişti.

Kuzey Kore ve Güney Kore’nin uydu görüntüsü

Daron Acemoğlu’na Güney Kore’de yaşananlar üzerine “nerede övdüğünüz o Batı kurumları hocam?” diye soranların cevaplarına ulaşması için kitabın önsözünü okuması aslında yeterli. Zira Daron Acemoğlu, Ulusların Düşüşü kitabını Batı kurumlarına “tapmak” için değil, tam tersi Batı’daki demokratik anayasal kurumların Batı’ya özgü olmadığı, Botswana, Güney Kore gibi küresel güneydeki ülkelerde de tesis edilebilecek kurumlar olduğunu söylemek için yazmıştı. Nitekim bu nedenle kitabın önsözünde Tahrir meydanındaki Mısırlı muhaliflere selam yolluyor, demokrasinin Mısır’da tutunmayacağını söyleyen, dini, kültürel, coğrafi etkenlere göre ülkeleri ayıran oryantalistleri eleştiriyordu. Aslında “demokrasi bize göre değil” diyenleri de “demokrasi bunlara göre değil” diyenleri de çürütüyordu. Gerekli koşullar dünyanın her yerinde sağlanabilir, liberal bir demokrasiye dayanan bir refah devleti her din, her kültürle bir arada var olabilirdi. 

Güney Kore’deki darbeyi de aslında tam olarak bu kurtarmıştı. Darbeyi kendine özgü tarihi koşullarıyla yoğurduğu kurumları, sıkıyönetimler, generaller, tanklar altında saygınlığını her şeye rağmen koruyan meclisin direnci, kanunsuz emirlere uymak reddeden bürokratlar durdurmuştu. Aslında Güney Kore’de yaşananlar Acemoğlu’nu haksız çıkarmadı, tam tersi haklı çıkardı.

Evet Acemoğlu yanılmadı ama yine de artık Güney Kore’de, dünyada yaşananları anlamak için bu haklılık tek başına yeterli değil. Artık karşımızda yeni bir dünya var. Avrupa’da aşırı sağın yükselmesi, Batı’nın İsrail uğruna düne kadar savunduğu ne kadar demokratik değer, insan hakları normu varsa hepsini bir kenara atması, Gazze soykırımına göz yumması, Trump’ın yeniden başkan seçilmesiyle normlara dayanan, insan hakları gibi kavramları önceleyen liberal uluslararası düzen ciddi bir sarsıntıya girdi.

Artık hiçbir yerde övülen bu “kurumlar” sağlam değil. Trump toplu bir şekilde bürokratları işten atmayı, Senato’daki muhalefeti by-pass etmeyi düşünüyor; dünyanın her ülkesinde seçimler çok daha tartışmalı, çok daha fazla mahkemede bitiyor. Güney Kore’deki sıkıyönetim başarılı olsaydı bunu kınayacak, uluslararası yaptırım kararı alabilecek bir düzlem artık yok. Trump’ın Ocak’ta göreve başlamasıyla bu “alışılmış düzen” iyice rafa kaldırılacak.

Artık sadece bu kurumların tesis edilmesi değil, halktaki karşılığının yeniden kurulması, gündelik hayat sorunlarına, gelir adaletsizliğine, iklim krizine, bitmeyen savaşlara çözüm bulamadığı için soğuyan, kopan geniş kitlelerin, gençlerin, işçi sınıfının bu kurumlara olan inancının yeniden diriltilmesi de bir o kadar hayati.

Daron Acemoğlu’nun kitabı belki bugüne kadar varlığına alıştığımız, “neden var olduklarına dair” üzerine artık pek düşünmediğimiz Merkez Bankalarının, Anayasa Mahkemelerinin, seçim komisyonlarının, bağımsız yargıçların, liyakatli bürokrasinin, güçlü meclisin önemini, haklılığını, meşruluğunu bir kez daha teyit edebilir. Fakat Batı’nın bu normlardan bizzat kendi eliyle uzaklaşması, diğer cephedeki bazı ülkelerin de fırsattan istifade değer yağmacılığıyla yere düşen bu normları tekmelemesiyle durum daha da ciddileşti. Artık bu kurumların korunması, silkelenmesi, halkın inancını yeniden kazanması gerekiyor.

Anayasal demokrasilerin bu türbülanstan sağ çıkması için yüzlerini soğuk suyla yıkaması, kısa süreli de olsa kamçılanması, bir kendine gelmesi şart.

Anayasal demokrasileri korumak hiç olmadığı kadar zor. Geniş kitleler nezdinde sıkıcı, elit hukuki prosedürlerden ibaret görülen bu kurumlar hiç olmadığı kadar savunmasız. Demokrasiyi geçmişten günümüze taşıyan yegâne şey geniş kitlelerle kurduğu bağdı. Bu bağ yeniden kurulmadıkça bu kurumlar sarsılmaya devam edecek.

Güney Koreliler, bu bağı geçmişte kaldığına inandıkları sıkıyönetim rejimiyle kısa süre de olsa mücadele ederek, meclislerinden askerleri kovalayarak, yeniden demokrasi için sokağa çıkarak yeniden kurdu. Bu dönemin en zorlu sınavını geçtiler. Hem de sadece altı saat, yedi dakikada.

Şimdi bu zaferlerini kutluyor, kısa süren bu karabasanın hesabını soruyor, demokrasi üzerine yeniden düşünüyor, K-pop eşliğinde demokrasi nöbeti tutuyorlar.

Demokrasinin ellerinden kayıp gidebildiğini gören gençler, çok daha hevesli, çok daha azimli. En azından şimdilik.

Peki ya dünyanın geri kalanının sınavı nasıl geçecek? Gazze’de, Ukrayna’da, Sudan’da insanlık postallar altında ezilirken bu değerlere olan inanç yeniden nasıl kurulacak? İşçiler, gençler, yoksul kesimlerin umutlarını kestikleri kurumlar nasıl ayakta kalacak?

Mevzuyu illa Daron Acemoğlu’na bağlayacaksak biraz da bunu düşünmek lazım sanki. 

İlgilisine öneri:

  • Han Kang’ın Gwangju katliamını konu edindiği romanı: Çocuk Geliyor

- Advertisment -