Çocukken okuduğum kitapların kahramanlarını düşündüğümde ilk istasyonda beni Jules Verne’in “Denizler Altında 20 bin Fersah”ının Kaptan Nemo’su karşılıyor. Robin Hood da az ötesinde… O eski kitapların kapağından hafızama yerleşen, öyle de hatırlanması gereken siluetlerini aynen koruyorlar. Uzaktan görsem, tanırım.
İkisi de asi, sert ama kendince adil, güçsüzden yana “iyi haydut”lar. İkisi de sürgün; biri ormanında, diğeri denizaltısında yalıtılmış, hâkimi olduğu dünyayı oralarda yaratmış. Karakterleri de az işçilikle “modern dedektif”e dönüştürülmeye son derece uygun. Dünya edebiyatında da suç romanının, polisiyenin ilk habercilerini zaten “iyi haydut”larda buluyoruz. İyi, haklı haydutlar bizde de “eşkıya edebiyatı”nın vazgeçilmezi.
İlk okuma dünyama resimlerini, aile albümlerini yerleştiren çizgi romanlar da öyle. Bilmiş Suzi’nin yamacında sütünü içip turta lüpleten, iki dirhem bir çekirdek, işbirlikçi velet Tom Miks’i kastetmiyorum elbet. Mahalledeki kız çocuklarının aklını çelse de gram itibarımız yok. Çoluk çocuktan kahraman oluyorsa, biz ne güne duruyoruz?
Hasım hısımdan daha okunaklıdır
Anti-emperyalist haydut “Teksas (Çelik Bilek)” ve içgüveysinden Navajo reisi, Ku Klux Klan düşmanı “Teks (Tex Willer)” gözdemiz. Kızılderililerin verdiği adıyla Baltalı İlah Zagor’u da (Te-nay) her renkten ezilenlerin yanında bir kahraman olarak hatırlıyorum.
Çizgi romanları rafımıza yerleştirme sınavımızın ilk eleme sorusu, Kızılderilileri nasıl tanımladığı, o hayatta nereye konumlandırdığı: “A. Dost”sa, “can”sa muteber, “B. Düşman”sa işe yaramaz, zehirli. B. Şıkkı’nın resimli/filmli canlandırmalarında derilerin rengiyle uğraşanların kafa derisini yüzüyorlarsa, herhalde o kurgularda derin nedeni…
“Kızılderililer”in yerine yerel-beynelmilel başka etiketler, geçici-dâimi “öteki”ler getirilse de bu testten hâlâ yararlandığımı söyleyebilirim. Adına, ön/arka kapağına, oralara sinen “ruh”una, yetmezse bir iki cümlesine bakınız, pek yanıltmaz. Çizgi felsefe deyişiyle, bir kahramanı dostundan önce düşmanından tanırsın. Hasım hısımdan daha okunaklıdır.
Dedektif konfeksiyonunun dünya markası
Çizgi kahramanlar da sürüp giden yazı dizimde özetlemeye çalıştığım 1930’larda filizlenen “sert dedektif” bünyesine uzak düşmeyen, dengesi “liyakatsiz güçlü”den yana adalet terazisine yumruğunu vuran figürler. Lâkin polisiye edebiyatta suç, adalet ve ceza, estetik operasyon ya da makyaj masasından kalkmayan değişkenler aynı zamanda.
Az biraz büyüdüğümüzde mahalledeki elden ele kitap dolaşımına “yumruk kotası”ndan Mike Hammer da girecek, “külüstürüne atlayıp gazı kökleyecek”, sokağımıza bir süre park edecek. O “çizgi” mirasın ardından -bile- merhabayı hak etmese de belki biraz sekreteri Velda’nın hatırına…
“Salon dedektif romanı”nına karşı “sokaktaki dedektif”in piyasayı voltaladığı dönem, alayına omuz atan külhan profili de yaratıyor. 1950’lere gelirken külhan, maço ama cazip (“öldüren cazibe”) dedektif konfeksiyonunun dünya markası, Mickey Spillane’ın yarattığı Mike Hammer. Hammer, kremli ellerini yumruk yapmayan Sherlock Holmes’la Hercule Poirot’dan örgün maço eğitimli, öldürme lisanslı James Bond’a uzayan yoldaki ana köprü…
O köprüden Bond’a doğru ilerledikçe, tabiri caizse “ayıya dayı deme” meselesi de başlıyor. İngiliz yazar Ian Fleming’in sirkinde Bond da papyon takınca sevimli oluyor ama dayının karakter analizine girersen ulaşacağın yer “vahşi doğa”dan uzak değil.
Tek tabanca yargıç, jüri ve cellat
Spillane özel dedektif Hammer’ı 19 günde yazdığı 1947’de yayınlanan “I, the Jury (Kanun Benim)” kitabıyla okuruna tanıtıyor. Adından anlaşılabileceği gibi tek tabanca Hammer, hem yargıç, hem jüri, hem de cellât… “Kanun namına teslim ol” repliği, klişesi onun ağzına uymuyor. Bazı eleştirmenlerin “cinayete meyilli bir paranoyak” teşhisi, “hukuk”unun da idrar tahlili…
Onunla birlikte suçlunun cezalandırılması için uzayıp giden mahkeme koridorlarından medet uman dedektif artık biraz demode. Zaten ilk kitabında da eski bir savaş gazisinin askerlik arkadaşı Jack’in öldürülmesi üzerine aldığı diş kamaştıran intikam, yargıladığı katile kestiği ceza, öyle dolambaçlı yollardan geçmiyor.
Hammer görünüşte asi/aykırı/arıza herifin teki ama bir yere kadar; vatansever ve anti-komünist, düzenin kıymetli yasalarına tabii ki saygılı. Klasik, hemen her devirde “muhafazakâr” polisiye geleneğinde “ayrık otu” gibi dursa da, o da kökten muhafazakâr.
İlk kitabındaki deyişiyle “Hukuk kurallarına diyeceğim yok ama bazen kanun benim. Jack nasıl öldüyse katil de öyle ölecek”… O antika çerçevede kana kan intikam serbest. Normal de… Hammer’ı bırakın, “devletlû intikam” bile bizim de uzak-yakın-güncel tarihimizde asla yabancısı olmadığımız bir mesele. Pervasız, kontrolsüz, tek “otorite” intikamını yeri geldiğinde “Kanun benim” diye sırıtarak, homurdanarak alır.
Döverken güldürür, esprisiyle öldürür
Öfkeli, kavgacı, ağzı bozuk, gözüpek, şiddet iyi becerdiği gündelik hobi. Eğer tabancasıyla vurmadıysa, sadece kanunen değil ahlâken, vicdanen, meşrebine göre suçlu olanları “midesine yahut kasığına indirdiği sert darbelerle kusturuyor”. Soyadı “çekiç” zaten… Adaletin de, “düzen”in de çıkan çivisinin çekici. Spillane soyadını uydururken İskandinav mitolojisindeki baş tanrı Thor’un çekicinden de esinlendiyse hiç şaşırmam.
Bütün bunları yaparken alaycı, esprili de kerata, şirin şirin dövüyor insanları. Yeşilçam’ın sert yumruklu, dövüşürken sırıtarak durma “espri” yapan, döverken güldüren jönlerinin ilhamı da belki oralardan. Başta Cüneyt Arkın’ın düşmanlarını yumruklarının rüzgârıyla değil de esprileriyle öldürdüğüne dair haklı inancım o tarihten geliyor. Mecazî değil gerçek manasıyla ölümcül, enfrakt espri, kılıçtan daha keskindir. Evde denemeyiniz.
Amerikalı Hammer aynı zamanda ağzı -sarkastik tebessüm sendromuyla- eğri kovboy John Wayne’in fötr takmış hali. Wayne’le Clint Eastwod’un “Dirty Harry”si arasında da bir köprü. Gerçi çağ tanımayan Amerikan kovboyluğunda köprüye de pek gerek yok, geçiş bayağı düzayak. Son adımda kılığını kıyafetini değiştiriyorsun o kadar. Kibir, “haklı zorbalık”, yolu ırkçılığa, ayrımcılığa da düşebilen alaycılık, harcıâlem cinsiyetçilik, homofobi maceralarının – erkekçe/o dünyaca kararında- tuzu biberi. “Yedi ölümcül günah” iç cebinde…
“Tüm kadınlar Hammer’a bayılıyor”
Hammer’ın şiddet ve seksin atbaşı koşturduğu erkek dünyasında fazlasıyla muteber, özenilesi bir özelliği de zamparalığı… Sherlock Holmes, Hercule Poirot gibi klasik dedektiflerin “kadınsız”, Simenon’un Müfettiş Maigret’nin evli ve mazbut hayatı, erkek dünyasında o eserlerin belki de can sıkan, sürükleyiciliğini eksik bırakan yanı.
Sıkı dedektiflerde bile o kadar sıkılık, mevzu uçkura gelince fazla. Hammer tarzı “iç gıcıklayıcı parfümüyle kalçalarını sallayarak gelen, burun delikleri ihtirasla açılıp kapanan, çıplak kollarını boynuna dolayan dişiler, afetler, yosmalar, bebekler”, öyle “özel” dedektifliğin günlük ikramiyesi. Döneminin siyah-beyaz “çıplak tahayyül fotografisi” düşünüldüğünde okur için de iyi “materyal”!
Spillane’nın romanlarında durma hatırlatılan “erkek” kurgusu/vurgusuyla Mayk biraderimize tabii ki “tüm kadınlar bayılıyor”. Eh o da bir erkek nihayetinde. Öyle anlarda, sahnelerde okuruna “Salak mısın oğlum” dedirtmiyor, “Selam yavrum…” diyerek hiç uzatmadan mevzuya giriyor.
Velâkin harbi delikanlı… Çiçekten çiçekçiye konsa da, sekreteri Velda’ya kantosu “Ben her akşam birkaç güzel severim /Âşık olmam sen üzülme şekerim” makamından. Onu ne kontesler, doktorlar, mühendisler, mültimilyoner afetler istiyor ama kürkçü dükkânının sahibesi Velda.
“Fıstık havyardan çok satar…”
Yaratıcısı Spillane’in soy ağacı, memleketi de Hammer için bir bakıma biçilmiş kaftan. İtalyan mafyasının kol gezdiği New York Brooklyn doğumlu yazarın babası İrlandalı bir barmen. Gençliğinde sirkte de çalışan Spillane, İkinci Dünya Savaşı’nda savaş pilotlu ve eğitmeni. Yaşı 40’a yaklaşınca aktif, şiddetli bir Yehova Şahidi.
Hammer yaratılıştan sert, acımasız, kaba, küfürbaz, hoyrat. Piyasaya çıkar çıkmaz eleştirmenlerin Spillane’yi “halkın dışında kimsenin sevmediği yazar” olarak nitelendirmesi sadece bir tespit değil bir kehanet de… Koltuk altı kılıfında taşıdığı Colt 45’liğiyle Hammer, seksi sekreteri Velda ve can dostu Cinayet Masası Şefi Pat Chambers kısa sürede dünya vatandaşı.
“Ucuz roman” Hammer’la koltuğunu, imparatorluğu dünyaya yayılan “taht”la değiştiriyor. Yaratıcısı Spillane bu uluslararası meseleyi güzel özetliyor zaten: “Fıstık havyardan daha çok satar…” Kitaplarının yasal kopyalarının baskısı 250 milyona ulaşıyor. Türkiye ve “gibi” ülkelerdeki korsanları, hatta çakmaları göz önüne alındığında nedir-nicedir, uçuk bir tahminin peşine takılmaktan ürküyorum.
Çevrilen değil Türkiyelileştirilen Mayk
Birçok ülke o kitapları kendi diline meşrebince, kendi geleneğine, deyim, argo külliyatına dönüştürerek çeviriyor. Ulusallaştırıyor hikâyelerini… Mesela Türkçe’ye çevrilmiyor, deyişi, deyimi, argosuyla Türkiyelileştiriliyor.
Çeviri “Mayk” Hammer’lar ilk kez Refik Erduran, Ertem Eğilmez ve Haldun Sel’in kurduğu Çağlayan Yayınevi’nden çıkıyor. İlk kitap 1954 yayınlanan “Kanun Benim”. Kemal Tahir’in takma “F.M. İkinci” imzasıyla çevirdiği “cep roman”ın satışı inanılmaz, 100 bin. (¹)
Artarda diğer kitapları da çevriliyor, gazete bayileri “plastik kapaklı” Hammer romanlarıyla doluyor. Tahir o süreçte yazdığı ve kahramanı Hammer olmayan bir polisiye romanı da araya sıkıştırıyor: “Gangsterler Kraliçesi Öldüren Kadın”.
Bu kez “F.M. Duran” takma adını kullanıyor ama ilginç olan o kitapta o adın kitabın yazarı olarak değil “çevirmen”i olarak yer alması. Okurun ilgisini daha çok çeken yerli değil de “ecnebi polisiye” henüz. Bizim “bildik” katillerden, harcıâlem cinayetlerden öyle “zengin” malzemeler çıkarmak için vakit erken. Yerlisini yazanların “eser”leri de genellikle “aranjman”. Ayrıca yerli imalat değil “çeviri” olması, bütün bu rezilliklerin burada değil oralarda, Amerika’da filan olduğunu sağlama alıyor.
Sıkı hergele, zevk ehli köpoğlusu
Ecnebi kitabı ikametgâhını Amerika’da tutarak millileştirmek zor da değil. Aslından çevirilerinin de kesimi, astarı, cilası bizden. Tercümesi grekoromen değil “bel altı” serbest çeviri. Mayk bizim lisanda “sevimli kerata”nın, “sıkı hergele”nin biri, “zevk ehli köpoğlusu…”
Bir yanda “deyyus”larla, öte yanda “fettan”, öldürücü kadınlarla boğuşurken has sevgilisi “canı ciğeri” Velda ama “kadınlara karşı minnet borcunu öperek ödemek âdeti”.
Spillane’de Hammer’ın çapkınlığı belki de Batı standartlarında -nispeten- inandırıcı olması için karşısına çıkan her kadını kapsamıyor. Uçanı kaçanı da var. Lâkin Kemal Tahir de dâhil bizdeki çevirmenler “şehvet pedalı”na iyice abanıyor. İsraf yok.
Çevirilerinde karşısına çıkan kadın sayısı bile -ilavelerle- çoğaltılırken, “Mayk” da önüne gelen her kadınla bir muhabbet, bir halvet. Yarım asır sonra değil de o devirde kurulsa romanlar tam RTÜK’lük: “Kitapta Türk aile yapısına ahlâk, örf ve âdetlerine, geleneklerine göreneklerine uymayan 11 adet kadın, 25 adet uygun olmayan pozisyon, dört düzine viskili işret tespit edilmiş olup…”
“Yumruklarıyla sevişen, dudaklarıyla dövüşen”
Evirip çevrilmiş “Mayk” yayınevinin gazete ilanlarında “Dünyanın En Usta Kadın ve Katil Avcısı” olarak tanıtılıyor. İlanlardaki veciz slogan ise “Yumruklarıyla sevişen, dudaklarıyla dövüşen külhan Amerikan Hafiyesi”… Kelimeleri dizgide karışmış gibi duran bu sloganı çözmek, mânâsını hissetmek için sevişmenin-dövüşmenin birbirine karıştığı, bütünleştiği hırlayan erkek tahayyülüne hâkim olmak lazım.
Güç sendeyse ikisi de çok zevkli bir kere… İkisinin de gerektirdiği beceriler, refleksler, ruh bir bakıma konvertıbıl. İyi dövüşen bir kahramanın aynı zamanda harika seviştiği, sadece düşmanlarını değil önüne çıkan her kadını devirdiği, Karaoğlan’dan bu yana tarihsel bir gerçek.
Karaoğlan’ın “Ba’nı Çiçek’in al ipekten pelerinini böğürtlenlerin arkasına serip üstünde fazla bulduğu ne varsa çıkarıp, sağa sola atması”, “kılıcını başucuna saplayıp, güzel kadına telaşla saldırması” Suat Yalaz’ın çizgi romanlarındaki bir fantezi değil “tarihi bir belge” aslında. Topkapı Harem Dairesi’nin kaç yüz odalı, bünyesinde kaç bin “odalık” olduğu, içerde neler döndüğü galiba hâlâ devlet sırrı.
Yeşilçam’ın Hammer’ı Orhan Günşiray
Bizim Mayk da sevişirken sert, dokunurken pençeleriyle, öpüşürken “emiş gücü yüksek elektrik süpürgesi” misali vantuz dudaklarıyla dövüşüyor. Birini ağız tadıyla döverken/dövüşürken de sevişmek kadar zevk alıyor, eğleniyor. Yumruklarını sevişir gibi konuşturuyor. “Dirty talk”lar, taşı gediğe, yumruğu çeneye oturtan çıplak espriler gırla…
Yeşilçam’a da ilham olan bu “sevişgen-dövüşgen” slogan, 1959 yılında “Fosforlu Cevriye” ile ete-kemiğe bürünüyor. Neriman Köksal’ın arızalı sevgilisi Orhan Günşiray’ın namı o filmle birlikte “Yumruklarıyla sevişen, dudaklarıyla dövüşen aktör”. Günşiray kaslı, sağlam yapısı, Amerikanvari profili, fötrüyle dönemin yerli polisiyelerinin Mike Hammer’ı zaten. (Yukarıdaki fotoğraflarda ilk karede Amerikalı çizgi Hammer tiplemesi. Diğer karelerdeki yerli malı pardösülü, fötrlü Günşiray o kalıbı dolduruyor esasında.)
Nurhan Damcıoğlu’nun ünlü kantosu da aslında tam “külhan Mayk”lık film müziği. Filmin “sevişgen-dövüşgen” her kritik sahnesine fon yapsan eğreti durmaz: “Bana diyorlar külhan /Dikiz etme öyle yan /Bana kafa tutarsan /Sesimle alırım can /Bir yumrukta dökerim 32 dişini /Daha kafam kızarsa bitiririm işini /Aman külhan, canım külhan, imanım külhan /Yavrum külhan, cicim külhan /(Aman Allah) Vallah çıkar sonra kan”.
Biz bitti demeden “Mayk” bitmez
Ülkece seviyoruz, benimsiyoruz “Mayk”ı, o imkânı verseler neyimiz eksik. Lâkin Spillane altı Hammer romanı yayınladıktan sonra yazmaya ara veriyor maalesef. Ama bu Türkiyeli yayıncıları durduracak değil elbette. İşi, mevzuyu kaptıktan sonra Spillane’e ne gerek. Yaklaşık 250 “yerli üretim”, çakma Mayk Hammer romanı çıkarılıyor piyasaya. Az mekân, az mevzu rötuşuyla hepsi “farklı” macera.
Hammer’ı Türkçe’ye çeviren Kemal Tahir de o deniz tükenince “yerli imalatı”na omuz veren ilk yazarlardan. Yine takma adla dört çakma Mayk Hammer romanıyazıyor. Çok satan kitaplarının dörtte kalmasının nedeni, 6-7 Eylül olaylarının ertesinde cezaevine girmesi. Çağlayan Yayınevi “aranje intihal”ini saklamıyor da doğrusu. İlk yerli Hammer’ı da dürüstçe şu açıklamayla çıkarıyor: “Spillane’nin tüm kitapları Türkiye’de yayınlanmış bulunuyor. Yani, aynı muharririn yazdığı başka Mayk Hammer romanı yok. Halbuki dünyada çenesi kırılacak haydut ve haddi bildirilecek meş’um kadın hâlâ bol, bol var. Üzülmeyiniz, Çağlayan sevimli kahramanı ölümden kurtardı! Mayk yaşamaya ve dövüşmeye devam edecek, hem de yeknesaklıktan kurtulmuş, yepyeni tarz maceralarla. Tatlı kalemiyle Mayk Hammer romanlarını tercüme ede ede bu üslûpta ustalaşmış olan F. M. İkinci’nin yazdığı ilk macerayı tetkikinize arzediyoruz.” (¹)
Bizim Mayk sizinkini döver…
1954-55 yıllarında sekiz ay içinde peşpeşe yayınlanan “Derini Yüzeğim”, “Kara Nara”, “Kıran Kırana” “Ecel Saati” romanlarına ilgi yine büyük… Eleştirmenlerin çoğu “Aslından bile daha iyi” övgüsünde buluşuyor. Halk desen çoktan “Bizim Mayk sizinkini döver” muhabbetinde…
Tahir’in elinden çıkan Hammer romanlarına göz attığımda bence de öyle. Zaten yazdığı Hammer’ın orijinalinden kötü olması zor. Daha iyisini değil daha kötüsünü yazmak maharet belki. Nihayetinde ad takma, kalemi değil. Bunda bizim “Mayk” tahayyülümüzün zenginliği, “folklor”ü de etkili herhalde. Onların lugatına sığmayan küfürler, deyimlerimizdeki “bilek gücü”, her “kavga”ya uygun atasözlerimiz yeter.
Tahir’in yazdığı romanlarda da Mayk rüşvet, şantaj, uyuşturucu, şebekeler, çeteler, tetikçiler, şuh kadınların eşliğinde dolaşıyor. “Mayk”ın koynundaki esmeri-sarışını-kızılıyla “vücudu fevkalade mütenasip, göğüsleri, kalçaları oynak, boynu şahane, usta cambaz misali haspalar” Tahir’den sonra merdiven altında iyice soyunuyor, “zamâne kızları”na nal toplatıyor.
Meğer Mayk aslen Çorumluymuş
Bana çok ilginç gelen bir bilgiyi ilk yerli imalat “Ecel Saati”nden öğreniyorum. Kitabın ayrıntılı ama imzasız uzun girişinde bizim Hammer’ın “Kemal Tahir’in o günlerde yazdığı çoğu Çorum civarında geçen romanlarındaki (Çorum Üçlemesi) kahramanlar gibi konuştuğu” vurgulanıyor. Yerli Mayk’ın -aslen- Çorumlu olduğunu öğrenmem de “Vay be…” dedirtiyor bana.
Mayk’ın karakteri o “dil”den konuşmasıyla yerelleşmiyor sadece. Bizimki -olmayana ergi metoduyla- orijinalinden daha iyi, adaletin, hakkın, iyilerin yanında, ırk ayrımına karşı, daha “insan”, dağlarda dolaşan edebiyatımızın deyişiyle “iyi eşkıya”.
Bir dirhem sosyoloji, iki dirhem uluslararası meseleler, satır arasında da olsa savaş, faşizm karşıtlığı filan da var. Tahir yazdığı “Ecel Saati”nde Amerika’nın çürümüşlüğünü, “satılmış politikacı, polis şefleri ve polisler”i anlatıyor mesela. Kulakları da çınlatıyor gizliden… Mayk herkesçe harika ama o devirde (de) o özellikleri taşıyanı hapse atıyorlar o ayrı.
Gelecek pazar Batılı dedektifin sünnetine, sünnet olduktan sonra nasıl serpilip, boy attığına, bizdeki hasbelkader ya da maalesef çok ender, “usta işi” örneklerine -uğradığım kadarıyla- değinmeye çalışacağım. Cingöz Recai’den Murat Davran’a, nihayetinde elbette “mirim/amirim” Behzat Ç.ye…
(¹) Prof. Dr. Soner Akpınar, “Mickey Spillane ve Kemal Tahir’in Mike Hammer serilerinin biçimsel karşılaştırılması”.
YAZI FOTOĞRAFI: Kemal Tahir ve takma adla yazdığı, çakma “Mayk Hammer” romanları.