Başka bir ifadeyle Amedspor “çakırkeyif’’, Iğdırspor ayıktı. 2-0’lık sonucun faturasını birilerine kesmeden önce, kendimi sanık sandalyesine oturtmam gerekir. Kastamonu zaferiyle birlikte, duygularıma yenik düştüm ve şampiyonluk ezgilerini her cümlenin kenar süsünde kullandım. Bütün çabam ahaliyi şampiyon olduğumuza ikna etmek ile geçti. Ayaklarım yere değmiyordu ve ne rakiplere bir değer biçtim ne de bu duygu selinin taraftar ile birlikte bütün oyuncu gurubunu etkileyebilir endişesini taşıdım.
Önceki gece, çok da inanmadan, yarım ağızla Twitter’da şunları yazdım: “Iğdır maçı birkaç nedenden ötürü sıkıntıya mahal verebilir; takım ve taraftar şampiyonluk modunda, bu durum odağı ve gerçeklik algısını zayıflatır: Rakip takımda bir defansif oyun ustası TD var. Coşkuyu biraz ertelemek zorunda kalabiliriz.”
İtiraf etmeliyim ki, yukardaki uyarı cümlesini öyle çok inanarak yazmamıştım. Bir tür vicdani dürtüyle söylemek gerektiğini hissettim ve söyledim. Doğrusu, resmen ve hukuken şampiyon ilan edilmeden şampiyonluk turunu öne çıkarmak bir hataydı.
Bu hatayı ilk yapanlardan biriydim. Nitekim, Serbestiyet adına hazırladığımız küçük belgeselde söylediğim her cümle sadece duygu yüklüydü. Oyunun taktik, stratejik ve diğer olgularına bakmayı bile reddediyordum. Sadece mutluydum ve kendi halimden çok memnundum.
Ama nihayet ben bir yorumcuyum ve oyunun esaslarına etki edecek bir pozisyonda değilim. Keyfi davranmam mümkün ve galiba da öyle yaptım. Ama bu işin birinci derecede sorumluları var; başta yönetim kurulu, teknik heyet ve oyuncu grubu. Üstelik bu iş onların mesleği ve karşılığını alıyorlar. Onların bir yorumcu gibi davranma hakkı yoktu.
Maç başladı ve kaleci Aykut öyle bariz bir konsantrasyon hatası yaptı ki, sanki birileri kaba etime çuvaldız batırdı sandım. Gerçek manada bir haftadır içinde mutlu olarak yaşadığım zihin düzeyimin fena yanıldığını hissetim. Yenilen gol bir alarm zili oldu, maça ve oyuna daha fazla konsantre olmam gerektiğini anladım. Bu andan sonra tuhaf bir algı ve alışkanlığın kurbanı olduğumu biraz da utanarak fark ettim. Sezon başından bu yana dengeli bir oyunda ısrar eden ben, nasıl oldu da Mesut Bakkal’ın, skor üreten kaotik oyununa bu kadar angaje olmuşum?
Mesut Bakkal’ın gelişiyle birlikte Amedspor tek taraflı dengesiz bir hücum oyunu takımı oldu. Dengesiz takımlar herkesi de yenebilir, herkese de yenilebilir. Böyle bir süreç ki, o dengesiz takım yenilmemesi gereken bir zaman diliminde yenildi.
Oysa rakip takımın yeni teknik direktörünü asla hafife almamalıydı. Çünkü bu takımı kuran oydu ve bu takıma bugün Iğdırspor’un oynadığı oyunu monte etmeye çalışıyordu. Bu oyunun en önemli iki özelliği hücum ve savunmayı aynı eksende tutmak ve topun değerini bilip, topun bizde olduğu anların en iyi savunma pozisyonu olduğunu idrak etmek.
Eğer Serdar Bozkurt’a hak ettiği saygıyı göstermiş olsaydık, bugün ne bunca lafı etmek zorunda kalırdık ne de onun yönetimindeki bu takıma yenilirdik. Şampiyonluk sarhoşluğunun birinci zaiyatı, rakibe saygı duymayı unutmaktır. Rakibine saygı duyan bir teknik adam ve oyuncu grubu, o oyunun talep ettiği her şeyi ciddiye alır.
Mesut Bakkal, zahmet edip Iğdırspor analizi yapmamış. Çünkü, tanık olduğumuz oyun, rakibin Iğdırspor olduğunu bize hiç hatırlatmadı. Bildik ezbere kanat hücumları, bildik birinci bölgeden üçüncü bölgeye uzun ve isabetsiz paslar İran dronları gibi gidip geldi. Her hücuma yedi oyuncunun destek vermesi, geriden derin ve boş alanlar bıraktı. Örgüsüz düz dikine hücum planı, her seferinde Iğdır’ın kademeli alan savunmasına tosladı. İlk yarı öyle bitti ikinci yarı daha örgüsüz, daha aceleci ve daha kontrolsüz aynı oyunu izlemek zorunda bırakıldık.
Buna rağmen henüz kaybedilmiş bir şey yok; Amedspor üç puan önde ve lider, geriye iki maç kalmış. Enseyi karartmaya gerek yok. Panik, endişe ve düşük özgüven duygusu, kapıda bekleyen sinsi düşmanlardır. Ne paniğe, ne endişeye ve ne de düşük özgüven duygusuna ihtiyacımız var. Bugünkü mağlubiyet bir yol kazasıydı ve telafisi de mümkün. Hepsi bu.