Geçtiğimiz hafta sonu hem sosyal medyada hem de geleneksel medyada ana gündemlerden biri Fenerbahçe’deki başkanlık seçimiydi. Normalde yıllardır futbol takip etmeyen biri olmama rağmen benim bile en çok muhatap olduğum konu bu seçim oldu. Derken akşamında, milyonlarca insanın izlediği Ali Koç ile Aziz Yıldırım arasında ilginç bir tartışma gerçekleşti. Ben programı izlemedim, ama sosyal medyada çok sayıda kesite denk geldim. Benim için programdan çok bu kesitlere verilen tepkiler ilginçti… Üstüne biraz kafa yoralım.
Çocukken fanatik seviyede bir Fenerbahçeliydim. Maç kaybettiğinde üzülmüşlüğüm (belki de ağlamışlığım) çoktur. Tabii kritik maçlarda camiye gidip dua etmişliğim da az değildir. Çocuk olarak futbol psikolojimi en çok etkileyen şeylerden biriydi. Aziz Yıldırım lise yıllarında en dikkatle takip ettiğim kişilerden biriydi. Her hafta sonum da maç özetlerini izlemeye ve analizlere harcanırdı.
Üniversiteye ODTÜ’ye geldiğim zaman Ankaragücü’nün maçlarına gitmeye başladım. Kendimi o zaman Ankaragücülü olarak da tanımlamaya başladım. Sokak isimli bir taraftar grubuna bile girmiştim… Ancak üniversite sonunda büyük oranda futbolu takip etmeyi bıraktım. Bunda beni derinden etkileyen, sadece beni değil tüm düşünce tarihini etkileyen, Aristoteles’in Nikomakhos’a Etik isimli eseri büyük pay sahibidir.
Aristoteles’ten büyük bir ders
Nikomakhos’a Etik, Aristoteles’in iyi insan yaşamının doğasını incelediği ahlak ve yaşam felsefesinin baş yapıtlarından biridir. Adını, eseri düzenlediği düşünülen Aristoteles’in oğlu Nicomachus’tan alır. Nikomakhos’a Etik‘in ana teması, genellikle “mutluluk” veya “refah” olarak çevrilen eudaimonia kavramıdır. Aristoteles, insanların erdemli yaşam yoluyla eudaimonia‘ya nasıl ulaşabileceklerini bulmaya çalışır.
Aristoteles’in eserinden hayatımı etkileyen çok ders çıkardım. Çıkardığım derslerden biri benim “Bana Boş Zamanında Ne Yaptığını Söyle, Sana Kim Olduğunu Söyleyeyim” aforizması ile özetlediğim öneridir.
Çağımızda çoğu zaman insanlara ne iş yaptıklarını sorarak onları tanımaya çalışırız. Oysa kanaatimce yaptığımız işten çok boş zamanımızı nasıl değerlendirdiğimiz önemlidir. Aristoteles boş zamanın (schole) bizim karakterimizi ve mutluluğumuzu belirlemede çok önemli olduğunu düşünüyordu. Boş zaman yalnızca çalışmamak ya da dinlenmek değildir; ruhu tatmin eden ve zihni geliştiren faaliyetlerle meşgul olma durumudur. Aristoteles boş zaman ile salt eğlence/dinlenme arasında ayrım yapmıştır. Eğlence dinlenmeyi ve rahatlamayı sağlarken, gerçek boş zaman entelektüel ve ahlaki açıdan zenginleştirici faaliyetlerde bulunmayı içerir.
Çoğumuz günlük 8-10 saat çalışıyoruz. Burada çok az kendimizi geliştirme ve insan potansiyelimizi ortaya çıkarma şansı vardır. İşimizde çoğu zaman iradeli seçimlerimiz de azdır. Ancak boş zaman farklıdır. Boş zamanın kontrolü büyük oranda bize aittir. Modern tüketim toplumu boş zamanı kişinin eğlence, dışarı çıkma, alışveriş yapma zamanı olarak sunar. Elbette bunları belli oranda yapmak önemlidir. Ama bunlara dalıp burada kalmak bizi hayvan potansiyelinde kalan varlıklar konumunda bırakır. Hayvanların amacı sadece yemek, cinsellik ve dinlenmedir. İnsan ise düşünen bir varlık olarak bundan fazlasıdır. En azından Aristoteles’e göre öyle. Ben de katılma eğilimindeyim.
Boş zaman insanın kendini inşa ettiği zamanlardır. İş yerimizde değil değil boş zamanlarda inşa oluruz. Boş zamanlar, salt eğlence veya dikkat dağıtıcı uğraşlar yerine felsefe, sanat ve bilim gibi zihni ve ruhu geliştiren faaliyetlere ayrılmalıdır. İyi baba, iyi eş, iyi insan, iyi komşu olmaya ayrılmalıdır. Ve elbette dindarsanız Allah’a yaklaşmaya ayrılmalıdır. Allah’la gerçekten bağ kurabileceğimiz, ibadet edebileceğimiz, maneviyatımızı arttırabileceğimiz zamanlar boş zamanlardır. Aristoteles’e göre erdemli ve mükemmel bir insan işinde çok başarılı insan değildir. Bu tek başına yetersizdir. Hayatımızın çok farklı alanlarında, düşünsel dünyamızda, ailemizde, toplumumuzdaki rollerimizde de başarılı olmayı hedeflemeliyiz. Mutluluğun sırrı budur. Bu ise boş zamanda olabilir ancak.
Şimdi futbola dönelim. Aristoteles futbol izlemeye karşı olmayacaktır. İnsanların özellikle yorgunluklarını atmaları için ara ara oyun, film izleme ya da TV karşısında zaman harcamalarına toptan karşı çıkmayacaktır. Ancak burada denge kilittir. Aristoteles boş zamanının büyük çoğunluğunu futbola harcamamıza karşı çıkacaktır.
Lisansı bitirip yüksek lisansa başladığım zamanlarda Nikomakhos’a Etik‘ini tekrar okumuş ve boş zamanlarımı planlamaya karar vermiştim. Boş zamanlar kimliğimizi inşa eder. O yüzden boş zamanlarımızı nasıl kullandığımız noktasında üstümüzde insani sorumluluk vardır. Boş zamanlarımızı (TV karşısında, dizi karşısında, statta vs) uyuşarak değil, büyüyerek ve gelişerek geçirmekte fayda var. Kanaatimce modern toplumdaki mutsuzluk ve manevi boşluğun arkasında boş zamanları yanlış kullanmamız ya da nasıl kullanacağımızı bilmemek yatıyor. Boş zamanlarınızı planlamak ve büyüme tahtası yapmak Aristoteles’in dikkati çektiği gibi mutluluğunuzu da arttıracaktır. Bu ise çoğumuzun gündeminde ne yazık ki yok.
Genelde ne zaman Aristoteles’in benim hayatımı etkileyen bu tespitini paylaşsam ilk tepki “Ne yani, eğlenmeyelim mi? ” sorusu oluyor. Bu tepkiyi duyduğum zaman Aristoteles’in altın ortalamasını tekrar hatırlatma ihtiyacı duyuyorum. Nasıl ki tüm ya da boş zamanın çoğunu eğlenceye ve hazza ayırmak yanlışsa, eğlenceye hiç zaman ayırmamak da yanlıştır. Buradaki kritik kavram dengedir. Tabii bir kişinin ne kadar eğlenceye ihtiyacı olduğunun da evrensel bir ölçüsü yoktur, bu durum kişiden kişiye değişir. Lakin boş zamanın tümünü eğlenceye harcamak hem bizim daha mükemmel bir insan olma fırsatını kaçırmamıza neden olur, hem de hedonik adaptasyondan dolayı aslında kalıcı bir mutluluk elde etmemize de engel olur. Günde yarım saat dizi izliyorsanız bu sizi dinlendirip haz sağlayıp mutluluk verebilir. Lakin saatlerce dizi izlemek daha çok haz sunsa da daha çok mutluluk sunmaz.
Peki, Aziz Yıldırım-Ali Koç tartışması neden aklıma Aristoteles’i getirdi? Sosyal medya, whatsapp grupları, arkadaşlarımın konuyu konuşma miktarını gördüğüm zaman futbolla ilgili paylaşımların beğeni ve programların izlenmesine bakma ihtiyacı hissettim. Karşıma çıkan rakamlar toplumumuzun Aristoteles’i irkiltecek seviyede futbola zaman ayırdığını gösteriyordu.
Aristoteles’le toplumumuza bakmak
Ancak tek sebep bu değil. Cumartesi akşamı Aziz Yıldırım ve Ali Koç bir TV kanalında canlı yayında tartışmaya çıktı. Program rekor bir seviyede izlendi. Ben programı izlemedim, lakin sosyal medya programdan çok fazla sayıda kesite göz attım. (Evet, haklısınız, muhtemelen Aristoteles benim sosyal medya kullanım zamanımı görse de irkilirdi.) Bende oluşan izlenim iki zengin ve saygıdeğer yöneticinin sunucuya karşı saygısız tavırlar takındıklarıydı. Sunucunun eli sıkılmamış, konuya katılması engellenmiş, hatta “sen burada mısın” gibi hoş olmayan esprilere maruz kalmıştı.
Ama beni şaşırtan ve hatta endişelendiren şey bu değildi. Aziz Yıldırım ve Ali Koç çok stresli bir süreçten geçiyorlardı. Bunun sonucunda dikkatsiz davranmış olabilirler. Beni rahatsız eden, insanların Aziz Yıldırım ile Ali Koç’un sunucuyu dikkate almayan tavırlarını alkışlayıp sunucuyu alaya almaları idi. Aynısını ben sunucuya yapsam böyle karşılanacak mıydı? Biz sunucunun yerinde olsak ne hissedecektik? Peki Aristoteles bu programı izlese ne derdi? Bu soruya cevap vermeden, aslında programda ismi geçen bir düşünüre, Hallac-ı Mansur’a değinmek istiyorum.
Aziz Yıldırım, Ali Koç’un kendisinin “Ben Fenerbahçeyim” sözlerini eleştirmesine, Hallac-ı Mansur’u okumasını önererek cevap verdi. Aslında bu güzel ve zekice bir cevaptı ve anlamlıydı. Hallac-ı Mansur “Ene’l-Hak” (“Ben Hakkım”) derken kendisinin Allah olduğunu değil, Allah’tan başka varlığı olmadığını anlatmak istiyordu. “Ben Fenerbahçeyim” derken Aziz Yıldırım da Fenerbahçe’den başka varlığım yok, ben onda kayboldum demek istiyordu.
Ancak Hallac-ı Mansur programı izlese muhtemelen Aziz Yıldırım’ın kendisini tekrar okumasını isteyecek ve anlaşılmamakla yakınacaktı. Hallac-ı Mansur “Ene’l-Hak” derken aslında aynı zamanda nefsinin (egosunun) ölümünü de ilan ediyordu. Tasavvufta yaygın olan bir görüşe göre Allah’la aramızı açan, onun istediği şekilde bir birey olmamıza engel olan şey, nefstir. Nefsin kabarması ise kibre yol açar. Hallac-ı Mansur bakış açısında, bırakın bir insana saygısızlık yapmak, bir karıncaya bile saygısızlık yapmak kabul edilemez. Hallac kendisini okuyan birinin sunucuya saygısızlık yapmasına üzülecekti.
Ancak dedim ya; mesele Aziz Yıldırım ya da Ali Koç’un oradaki tavırları değil. Toplumun bu tavırları yüceltmesi. Hatta olayı çok daha ileriye taşıyıp sunucuyu aşağılamaları. Aslında orada olan, sebep değil sonuç. Bunun için futbolu ve başkanları bir tarafa bırakmakta ve Aristoteles’e dönmekte fayda var.
Aristoteles ve onun gibi erdem geleneklerine mensup tüm düşünce okulları (Epikürcülük, Stoacılık, Budizm, Tasavvuf gibi) zengin olmayı bir erdem olarak görmez. Evet, zenginlik erdemli insanların elinde olduğu zaman çok kıymetlidir ve iyidir. Ama zenginlik kendi başına bir erdem değildir. Zenginlik ahlaki erdem için gerekli bile değildir. Bir kişi maddi durumu ne olursa olsun erdemli olabilir. Erdem karakter ve davranışla ilgilidir, maddi varlıklarla değil. Diğer taraftan zenginlik akıllıca yönetilmediği takdirde yozlaşma potansiyeline sahiptir. Dolayısı zengin olmak çok özel saygıyı hak eden bir durum değildir.
Diğer taraftan ne yazık ki paranın en büyük değer olarak görüldüğü toplumlarda zenginlerin saygısızlıkları alkışlanır, saygısızlığa muhatap olanlar aşağılanır. Çağımız tüketim toplumu zenginliği gerçek manada bir erdem olarak sunma eğilimindedir. Hem de en üst erdem. Hayat amacı zengin olmak olarak sunulur, hatta hatalı bir şekilde zenginliğin mutluluk ve huzur getireceği varsayılır. Öyle olunca zenginler idealleştirilmeye, örnek olarak görülmeye başlar ve hataları görmezden gelinir. Sosyal medyada ve çevremizde insanların zenginlerle ilişkisine bakarsak, ne yazık ki artık böyle bir toplumda yaşadığımızı söyleyebiliriz.
Aristoteles bu toplumda yaşasa özellikle gençler için çok endişe ederdi. Aristoteles insanları zoon politikon ya da “politik hayvanlar” olarak tanımlamış ve bireylerin doğal olarak bir polis (şehir devleti, günümüz açısında ise topluluk) içinde yaşamak istediklerini vurgulamıştır. Bu da toplumun bireylerin ahlaki ve entellektüel gelişiminde önemli bir rolü olduğu anlamına gelir. Aristoteles’e göre ahlaki erdemler, sosyal etkileşimler bağlamında ortaya çıkan alışkanlık ve uygulama yoluyla geliştirilir. Çocuklar erdemleri, erdemli yetişkinlerin davranışlarını gözlemleyerek ve taklit ederek, topluluklarından rehberlik ve düzeltme alarak öğrenirler. Bir toplumdaki etkili kişiler erdem yerine erdemsizlikler sergiliyorlarsa, başkaları için olumsuz bir örnek oluşturabilirler. İnsanlar, özellikle de gençler, genellikle örnek aldıkları kişilerin davranışlarını taklit ederler. O yüzden etkili kişilerin erdemli davranışlar sergilemesi önemlidir.
O yüzden toplumun kimi etkili kişi olarak sunduğu önemlidir. Güçlü ve zengin insanları örnek olarak sunarsanız ve bu kişilerin nefsini kabartacak şekilde davranır, hiçbir koşulda eleştirmezseniz o toplumun yozlaşması kaçınılmazdır. Zira nefsi kabarmış güçlü bir bireyin böyle bir toplumda erdem yolculuğu yapması kolay değildir. O yüzden tüketim toplumunun narsisizm pandemisine tutulması kaçınılmaz değildir.
Çare? Onu da başka bir yazıda tartışalım. Şimdilik size Nikomakhos’a Etik’i okumanızı önerebilirim. Felsefe kitapları okumaya aşina değilseniz ve ağır geleceğinden korkuyorsanız, Edith Hall’un Aristoteles Olsa Ne Yapardı? Hayatınızı Değiştirecek 10 Antik Bilgelik Dersi kitabını okuyabilirsiniz. İnsani mükemmelliğe giden yolda bence boş zamanınızı iyi bir şekilde değerlendirmiş olursunuz.