Dünyaca ünlü stil ikonu denince akla gelen belki de ilk 10 isimden birisi Iris Apfel. Nevi şahsına münhasır stilinin olmazsa olmazları, canlı renkler, kocaman gözlükler, gösterişli kolyeler ve bileziklerdi. Modayla ucundan kenarından ilgisi olan herkes Iris’in ismini duymamışsa bile stiline aşinadır, onu bir yerlerde görmüştür.
Iris Apfel’in en bilinen sözü, “more is more, less is a bore”. Ünlü mimar Mies van der Rohe’nin minimalizmin mottosu addedilen ünlü sözü “Less is more”a, yani “az aslında çoktur”a reddiye denebilecek bu söz, yani “çok çoktur, azda bir numara yoktur”, Iris Apfel’in hep üzerinde taşıdığı bir bayrak gibiydi. Minimalizmin tasarım ötesi, sadeliği yücelten tavrına tepkili maksimalist bir bakışı anlatan, moda açısından genelde barok, klasik, etnik, eklektik ve bohem estetiği sevenlerin favorisi bir tavır bu. Apfel de özellikle takı ve aksesuarlarında bu estetik tarzı benimseyen bir ikondu.
Iris Apfel’in özgün, çarpıcı ve güçlü stili, moda alemindeki gençlik obsesyonuna adeta bir tokat gibiydi. O da esprili diliyle kendisinden “dünyanın en yaşlı ergeni” diye bahsediyordu. Stilini böyle özel kılanın ne olduğu çokça analiz edildi. Ona, stil oluşturmanın sırları çok soruldu. Iris’in ne marka takıntısı vardı ne de “hakkımda ne düşünürler” kaygısı. Vintage Dior bir mantonun üzerine 5 dolarlık plastik kolyeler taktığı da olurdu, pırlantalar da. Hakkında çekilen bir belgeselde izlemiştim: “kıyafetlere hep gücümün yettiğinden fazla para harcadım ama asla bir kot pantolona 15 dolardan fazla vermem” diyordu.
Iris Apfel’in hayat hikayesi 1921’de New York’un dar gelirli mahallesi Queens’de başlıyor. Öyle ağzında gümüş kaşıkla da doğmamış, çocukluğu bir çiftlikte geçmiş. Stil tutkusunun neşvünema bulduğu yer, harçlığından biriktirip gezmeye gittiği New York sokakları. 9-10 yaşında New York’ta eskicileri takıcıları gezerek başlayan tutkusunu 102 yaşında vefatına kadar hayatının merkezine almıştı. Onun bu ilgisine şaşırıp sevinen bir eskiciyle etkileşimini, adamın ona cesaret verip yüreklendiren tavrını hiç unutmamış, 90 küsür yaşında verdiği röportajlarda dinlediğim kadarıyla.
New York Üniversitesinde sanat tarihi okumuş. İlk işi, ünlü moda dergisi WWD’de (Women’s Wear Daily) editörler arasında evrak taşıyıp oradan oraya koşturduğu bir sekreterya göreviymiş. Daha sonra, oradan buradan topladığı dekorasyon parçaları ve malzemeleriyle iç dizaynını yaptığı mekanlarda çok başarılı olmuş. İkinci el eşyaları upcycle ederek yani elden geçirip yenileyerek iç dizaynlarında kullanması, sektörde alamet-i farikası olmuş. İnsanlarla kurduğu sağlam ilişkiler ve zevkli tasarımlarıyla Beyaz Saray da dahil olmak üzere Amerika’da çok önemli mekanların dekorasyon işlerini almış. Eşiyle beraber 1950’de kurdukları tekstil firması Old Weaver’s Company’yi 1992’de emekli olana kadar idare etmişler. Kumaşlar tasarlamış. Beyaz Saray’da 9 Amerikan başkanı için dekorasyon yapmış, bunlar Truman, Eisenhower, Kennedy, Johnson, Nixon, Ford, Carter, Reagan ve Clinton. Bu iç dizayn işleri yüzünden tasarım çevreleri ona “First Lady of Fabrics”, yani Kumaşların First Lady’si lakabını takmış.
Iris Apfelin tasarladığı kumaşlardan örnekler
Buraya kadar Iris Apfel kendi işinde başarılı, New York’ta bilinen bir iç mekan tasarımcısıyken 2005’te yani tam 84 yaşındayken 10 yaşından beri topladığı takıların MET Müzesinde bir sergiye konu olmasıyla ünü kısa zamanda tüm dünyaya yayıldı. O zaman “Rara Avis: The Irreverent Iris Apfel” sergisini gezenler arasında Carla Fendi, Giorgio Armani ve Karl Lagerfeld de vardı. Daha sonra Vogue Italia’ya kapak oldu. Ardından 2014’te Albert Maysles tarafından çekilen Iris belgeselinin yıldızıydı. 2018’de hayatını anlatan Iris Apfel: Accidental Icon kitabı HarperCollins tarafından yayınlandı. Yine aynı yıl, Mattel tarafından Barbie bebeği yapılan gelmiş geçmiş en yaşlı insan oldu. 2019’da dünyaca ünlü modellik ajansı IMG ile anlaşarak 97 yaşında modelliğe başladı.
Iris Apfel Barbie bebekler
Stil mevzubahis olduğunda, “ben de onlar gibi giyineceğim, eksik kalmamalıyım” da “başkası gibi olmamalıyım, mutlaka farklı olmalıyım” da çoğu zaman suni, samimiyetsiz bir sonuç veriyor. Iris Apfel de “yeter ki kendinize karşı samimi olun, o zaman ne giyerseniz giyin harika görünürsünüz” diyerek galiba bunu doğruluyor.
Bir röportajında Apfel şöyle diyordu: “Her şey çok tektipleşti. Moda da öyle. In-out listeleri yapıyorlar. Stilde in-out olmaz, 70 senelik giysi ve aksesuarlarım var hala giyip taktığım. New York’ta sokakta gördüğüm insanların kıyafetine bakarak hangi semtte oturduğunu posta koduna varana kadar tahmin edebilirim.
Giyinme işini aşırı ciddiye alınca kasılıyor insan. O zaman da ne giyersen giy iyi görünmüyor. Canım ne isterse onu giyerim, kocam ve en yakınlarım hariç, gerçekten kimsenin ne düşündüğünü umursamam. Beni beğensinler diye giyinmem. Giymek istediğim şeyden de buna ne derler deyip vazgeçmem. Modanın asıl zevki ne istersen onu giymekte.”
İşte başarılı kariyeri ve özgün stiliyle bu dünyadan bir Iris Apfel geçti. 102 yıllık bu hikayeden bilhassa ülkemiz insanının zihninde yankı bulmasını dilediğim birkaç nokta var. Biri şu: Başlamanın, başarmanın, değişmenin, ilham almanın, ilham olmanın yaşı yoktur. “Benden geçti, genç olsam giyerdim, genç olsam yapardım” tarzı sözleri geri dönmeyecek şekilde uzay boşluğuna fırlatmak istiyorum. Sadece stil ve modadan da bahsetmiyorum. Hayatın farklı kulvarlarında neticeye odaklanmadan, emek vermeye, öğrenmeye, gayret etmeye, var olmaya, birikmeye ve biriktirmeye inanıyorum. Diğer bir nokta da, özgün ve şahsiyetli bir stilin yolunun “beni beğensinler, onaylasınlar, o da şu markayı giymiş desinler”den geçmediği. Iris Apfel’in, bir ömür taşıdığı, kendini ifade etmek için sanatçı bir ruhla özgürce ve kasmadan işlediği stilinin New York dışında bilinir olmasının 2005’ten sonra, yani Iris tam 84 yaşındayken başlamış olması ilginç değil mi? Modaseverlerin dilinden düşmeyen bazı etiketlerin anlamsızlığı, stilin, vücut tipinden, yaştan, konumdan, güzellikten bağımsız bir ifade biçimi olduğu daha güzel nasıl anlatılabilirdi?