[30 Nisan 2022] Avrasyacılık yeni bir faşizm türü. Adnan Hocacılığın sol varyantı. Kendi tartışılmaz piri var. Onun kelamı var. Bazı yönleriyle de Cem Uzan’ın Genç Parti’sini hatırlatıyor. Liderin erkek-kadın genç ve şık, medenî müritleri, her birine tantanalı bir sıfat bulunmuş partilileri, başkan yardımcıları, disiplinli gençlik örgütü yöneticileri, kanal ve gazete temsilcileri, editörleri ve editör yardımcılarıyla temayüz ediyor. 1930’ların Nouvel Ordre’ından kalma bir “Yeni Düzen” imajı sunuyor.
Yeri gelmişken, şunu kabul edelim ki Leninizmin emperyalizm tanımı da, Stalinizmin (veya Komintern’in) faşizm tanımı da çok gerilerde kaldı. İkisini de tekelci kapitalizme bağlamışlardı bir zamanlar. Kapitalizmin tekelci kapitalizm aşamasına ulaşmasıydı ki emperyalizmi (tarihçiler için: 1870-1914 arasının Yeni Emperyalizmini) doğuruyordu. Keza, dünya devrimi korkusuydu ki büyük burjuvazinin en gerici, en saldırgan, en şoven kesimlerini faşizme (tarihçiler için: 1920’lerin ve 30’ların İtalyan Faşizmi ve Alman Nazizmine) götürüyordu.
Bunlar o dönemde dünyaya ve Batı’ya baktıklarında gördüklerinin kısmen doğru kısmen yanlış yansımalarıydı. Vardı bir gerçeklik payı, hattâ yer yer önemli bir gerçeklik payı. Ama bir kere ikisi de fazla indirgemeciydi; illâ her şeyi (Marksizm gereği) asıl kötülük saydıkları kapitalizme bağlamaya çalışıyorlardı. İkinci ve asıl sorun, olguları zamansızlaştırmaları; tariflerini ebedî gibi sunmalarıydı. Denebilir ki bu, Lenin’in veya Dimitrov’un değil, asıl takipçilerinin hatâsıydı. Buna karşı ben de diyebilirim ki bu dogmalaştırma endemikti, Uluslararası Komünist Hareket’in yapısının, örgütlenmesinin, devamlılığının, yarattığı lider kültlerinin ve sürekli “revizyonizm” korkusu içinde taşlaşmasının kaçınılmaz sonucuydu. Öyle veya böyle; emperyalizm de biricikleşti, faşizm de. Kendi çağlarında görüp tanıdıkları emperyalizm, geçmişte yaşanmış ve gelecekte mümkün emperyalizmlerden sadece biri olmaktan çıktı. Kendi çağlarında görüp tanıdıkları (evveliyatı olmayan) faşizm, keza gelecekte mümkün faşizmlerden sadece biri olmaktan çıktı. Her ikisi de tarihselliğini yitirdi. Gerçeği geçmişin klasik metinlerinde arayan skolastikler için, her derde deva formüller haline geldi.
Oysa realite sürekli yalanlıyor bu yaklaşımı. Geçen onyıllar, dar ekonomik determinizmi zayıflattı. Emperyalizmin de, faşizmin de ideolojik, siyasî ve kültürel boyut veya belirlenimlerini öne çıkardı. Soğuk Savaş döneminde, ister Batısı ister Doğusuyla yeni bir emperyalizm (veya emperyalizmler) oluştu. Sovyetlerin çöküşünü izleyen ara dönemde farklı emperyalist davranış biçimleri izlendi. Bugün ABD – Çin – Rusya üçgeninde gene farklı bir emperyal rekabet ve mücadele izleniyor. Geçmişte Sovyetler Birliği’nin, bugün Çin’in hegemonyacılığını tekelci kapitalizmle açıklamak olanaksız. Aynı şekilde, Rusya’nın artan saldırganlığını da tekelci kapitalizminin yayılmacı iştahına bağlamak olanaksız. Tersine, konjonktürel ve ideolojik faktörler ön planda.
Faşizme gelince; Yeni Sağın genel yükselişini olsun, Rusya, Polonya, Belarus, Macaristan ve benzeri (bazıları küçük, bazıları orta boylu) bir dizi rejimin ortak karakterini olsun anlama ve tanımlamada, “büyük burjuvazinin en gerici, en şoven, en saldırgan kesimleri” ölçütü de, “dünya devrimi korkusu” veya “devrime karşı nihaî barikat” ölçütü de hemen hiç gündeme gelmiyor. Kimse hatırlamıyor bile bu kavramları (belki benden başka). Analiz araçları olmaktan çoktan çıktılar.
Buna karşılık çağdaş diktatörlük ve faşizmlerin kumaşı aşırı milliyetçilik, hattâ ırkçılık, irredantizm, sahte-tarihsel hak iddialarına dayalı ilhakçılık, göç ve göçmen düşmanlığı, “dış” düşmanlığı, “anti-emperyalizm” adına genelgeçer bir Batı düşmanlığı, izolasyonist ve değişmez “millî kimlik” vurguları, “bizim üstün kültürümüz” veya “bizim üstün medeniyetimiz” söylemleri, nihayet (devrim değilse de) müthiş bir demokrasi düşmanlığı, otoritarizm, değişen dünyanın değişmemesini isteyen bir ultra-konservatizm, diktatörlük düşkünlüğü ve lider kültleri, ulu önder arayışları… gibi ipliklerle dokunuyor. Birleşik bir teorisi yok; geniş bir eklektisizmi var. Bir yamalı bohça. Orta Asya’nın Türkî cumhuriyetlerini; Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan vb rejimlerini Avrupa’daki emsallerine işte bu gibi ögeler benzetiyor; hepsini tek bir yelpaze içinde topluyor.
Bu çerçevede Avrasyacılık, Çin ve Rusya gibi günümüzün en saldırgan diktatörlük rejimlerinin eteklerine yapışan yeni bir işbirlikçi faşizm türü. Adnan Hocacılık inancı piçleştirip kendi kişisel hırsı için kullanıyordu. Örgütlü Avrasyacılığın özelliği, hâlâ bir incir yaprağı gibi sarındığı Marksizm kalıntılarını piçleştirmesi, piçleştirerek kendine meşruiyet araması. Leninist proletarya devrimi ve diktatörlüğü teorisini piçleştirip, milliyetçi diktatörlükleri gerekçelendiriyor. Leninist emperyalizm teorisini ve anti-emperyalizm perspektifini piçleştirip, bu rejimlerin genel savunma mekanizmasına dönüştürüyor. Geçmişin solunu bugünün sağının hizmetine koşuyor.
Not: Başlık resmim. Bu konuyla doğrudan ilgisi yok. Eski Serez çarşısının giriş kapısı. Önceki yazımın başında “Ruhumuz, insafımız, insanlığımız, adalet duygumuz, hakkaniyet duygumuz idam ediliyor”demiş; sonunda ise, sıkışmışlığımı başka türlü anlatamadığımdan, Nâzım’ın Şeyh Bedreddin’in asılmasının hüznü ve çaresizliği dizelerine yer vermiştim: Ve Serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü. / Yağmur çiseliyor. Bir okuyucum bunun üzerine geçen yaz çektiği yukarıdaki fotoğrafı yollamış. Teşekkür ediyorum.