Türkiye’nin AB üyeliğinden yanayım. Hep yana oldum. Kopenhag Kriterleri’nin Ankara Kriterleri haline gelmesini destekleyenlerdenim. AB, demokrasinin gelişmesi ve güvence altına alınabilmesi açısından bir tutamaktı. Bir zamanlar umutla, heyecanla, Brüksel’deki Avrupa Parlamentosu koridorlarında koşuşturuyorduk. Sanki kabulün sınırına gelmişiz gibi hissediyorduk. Olmadı.
Türkiye’deki genel hava “AB bir Hıristiyan kulübüdür, bizi almaz, zaten bizim de ihtiyacımız yok” şeklinde özetlenebilir. Genel eğilim eskiden beri böyle. Ancak Avrupa’yı hedefleyen vatandaş, havadan ya da karadan, legal ya da illegal yollarla bir şekilde gidiyor hatta orada yeni bir hayat kuruyor. Bizim AB yolundaki temel sorunumuz, AB eleştirilerini iç işlerimize müdahale olarak algılamaktan kaynaklanıyor.
Koşulları Ankara’nın belirlediği bir üyelik süreci isteniyor. Bu da destek görmüyor. AB konusu uzun süredir gündemimizden çıkıp gitmişti. Oysa Türkiye’nin dünya demokrasi ve kültür standartlarına yaklaşabilmesi açısından, AB üyeliği, bir perspektifti, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’nun iki yeni üye adayı olması ile birlikte, Batı ile ilişkilerimiz yeniden hareketlendi.
Türkiye, İsveç’in NATO’ya üyeliğini bir fırsat olarak görüyor. “Alın üyeliği verin teröristi”, “Alın üyeliği verin F-16’yı, S-300’ü” gibi söylemler, basına yansıdı. İsveç’in verdiği cevaplar tartışma konusu oldu. Sonunda, ABD’nin devreye girmesiyle ve Biden-Erdoğan görüşmesiyle, İsveç’in üyeliğine evet denileceği netleşti.
Tabii herkesin merak ettiği nokta, Türkiye’nin ABD’den ne aldığı. Biden, F-16’ların Türkiye’ye verilmesinden yana olduğunu, Senato’da ağırlığını koyacağını söyledi. Onun dışında tam olarak neler oldu, bilmiyoruz. Bu arada, bazı gazeteler, Erdoğan’ın, Türkiye’nin AB üyeliğini istediğini ve İsveç konusunda üyelik meselesini masaya getireceğini yazdı.
Her ne kadar AB yetkilileri böyle bir şey söz konusu değil dedilerse de Erdoğan’ın Avrupa Birliği konusunda bir ilerleme niyetinin olması imkansız görünmüyor. AB normları ve Kopenhag İnsan Hakları Kriterleri konusunda; Türkiye ile AB arasında, uçurum oluşmuş durumda. Belki üyelik olmasa da imtiyazlı ortaklık gibi yıllardır savunulan bir model yeniden devreye girebilir. İmtiyazlı ortaklık şu anlama geliyor:
AB normlarına uymadan, uymak zorunda kalmadan AB’nin bazı kurumları içinde var olmak… Zaten Türkiye; NATO, Avrupa Konseyi gibi kuruluşların çok eski ve kıdemli üyelerinden. Ancak bu formülü yeterli görmek, “ikinci sınıf” demokrasi tanımlamasını kabul etmek anlamına gelebilir.
Halbuki Türkiye üyelik müzakereleri yürüten bir ülke. Herhalde üyelik müzakerelerine başlayıp da bitirememiş en uzun görüşmeleri yürütmüş üye adayıyız.
AB, kaçınılmaz olarak her daim gündemimizde kalmaya devam edecektir.