Türkiye’de siyasi iktidar hakkında yazmak hiç kolay değil Çünkü hem hamaset gemisi yürütenler hem de muhalefet duygusu ile doğru veya yanlış herhangi olumlu bir tespiti ihanet gibi görenler var. Bunların ikisi de gerçeğin peşinde değil. Ya tarafgirliğin ya da ne olursa olsun muhalefetin derdindeler. Yalakalık yapan insanlarda saygınlık kaybı çok barizdir. Onları geçiyorum. Ancak müzmin muhaliflik hastalığına duçar olup herhangi bir değişimi görmeye kendini kapatanlar veya değişim ihtimaline bile kendini kapatanlar oluyor. Bu insanların amacı artık üzüm yemek değil, bağcıyı dövmektir. Hele bir de muhalefet ettikleri iktidar yoz bir iktidar ise böylesi bir hastalıklı muhalefet kendini her zaman haklı ve isabetli zannetme lüksüne sahip oluyor.
Bunca sözü bir hakikati çamura bulaşmadan dile getirebilmek için söyledim. Söyleyeceklerimin iç siyasete bulaşmadan ve ona indigrenmeden dinlenmesi için hem iktidar yandaşlığına hem de patolojik bir muhalefet tavrına karşı itirazımı not etmek istedim.
Apaçık bir gerçek var: Bir zamanlar Avrupa’nın hasta adamı olarak görülen ve daha düne kadar Avrupa kapısında hor görülen Türkiye, yerlileşmeyi başarıdığı ölçüde tarihe büyük güç olarak geri dönmeyi başardı. Trump’ın Avrupa’yı kapı önüne koyması ile bir anda açıkta kaldığını anlayan Avrupa’nın güvenlik için Türkiye’ye muhtaç hale gelmesi kaderin güzel bir cilvesidir. Avrupa’nın hasta adamı gün gelip hasta Avrupa’nın kapısına gittiği adam oldu. Bu nasıl oldu peki?
Bütün yolsuzluk, hırsızlık ve arsızlıklarına rağmen AKP Türkiye’de büyük bir demokratik devrimdir. Yani bir halk devrimidir. (Halkın hırsız veya görgüsüz olması konumuz açısından bağlayıcı değil). Türkiye’de siyasetin halkın eline geçmiş olması pek çok başka alandaki başarı için en önemli altyapı unsurudur. Eğer bir ülkede “devrilemeyen bir iktidar” oluşturamıyorsa bir halk, o ülke süpergüçlerin oyuncağı olarak hep manipülasyona açık kalır, başarılı olamaz. Bu konuda Avrupa hiçkimse için bir örnek değildir. Uluslararası siyaset sözkonusu olduğunda liberal düşünce, egemenlik kavramını kavrayamadığı için meselenin künhüne vakıf olamıyor. Büyük güçlerin zayıf ülkelere yönelik oyunlarına karşı (Kaddafi türü) diktatörlük de bir çözüm olarak akla gelebilir ancak diktatörler kırılgan olurlar. Ancak popüler bir ‘halk diktası’ manipülasyona karşı bir ülkeye koruma sağlar. Putin fenomeni bu hakikatin bir ifadesidir. Aynı şey Erdoğan için de söylenebilir. Bu açılardan bakılınca Erdoğan bir sonuçtur.
Türkiye tarihinde pek az dünya çapında başarı hikayesi vardır. Kemalistlerin dünya çapında hiçbir başarısı olmamıştır. Sağda solda piyano çalmasını bilen bir iki yeteneği bir imparatorluk mirasçısı halktan çıkarmakla övünmek istiyorlarsa övünebilirler ama bu kolektif bir başarı değildir. Türkiye’de dünya çapında başarı onyıllar sonra ancak dindarlar ve/ya İslamcılar eliyle mümkün olmuştur. Bunların erken versiyonları dindar futbolcuların etkisinde yükselen Galatasaray takımının Avrupa başarısı ve/ya Gülencilerin uluslararası okul networkleridir.
Diğeri ve daha yakın dönem örneği ise Türkiye’nin savunma sanayiinde son yıllardaki büyük atılımdır. Gerçekten de savunma sanayiindeki devrim yepyeni bir Türkiye’nin doğduğu anlamına geliyor. Böyle bir atılımı mümkün kılacak bir ekosistemi ayakta tutmak ancak güçlü bir siyasi iradenin devrede olmasıyla mümkündür. Toplumun bunun bedelini otoriterlik ile ödüyor olması konunun mahiyetini değiştirmiyor. Toplumsal politik irade olmadan sadece teknik becerilerin sonuç vermesi mümkün olmuyor. İç siyaset gözlüğü devletlerin ve milletlerin varolma dinamiğini kavramak için yeterli değildir.
Türk-Kürt ittifakını temin edebilen bir Türkiye geleceğin önemli bir süpergücü olarak ortaya çıkacaktır. Amaç olarak Avrupalı olmayı değil, kendi olmayı seçerse Türkiye, asıl o zaman hem Avrupalı hem Asyalı olacak hem de Avrupalılar Türkiyeli olmak isteyecek. Kemalistlerin anlamadığı sır budur. Kendi halkından utanan ve başkasına öykünen hiçbir ideoloji başarı getirmemiştir. Elit diktatörlüğü ve sonradan görme çağdaşlık kaşıntısı yerini popüler bir iktidara ve kendilik özgüvenine bırakınca bir ülke başarılı oluyor. Bir yerin hakkını vermeyen doğrular başarılı olmuyor.
Türkiye bir devlet olarak hakiki kıvamını nasıl bulacak? Dindarların katılımı ile gerçekleşen halk devrimini Kürtlerin devlete sahipliği ile taçlandırınca. Kendi toplumuna mal olamamış bir devlet dilenci kalır. Kendi toplumuna mal olmuş bir devlet ise durdurulamaz. Türkiye’nin yükselişi Müslüman bir milletin (Türklerin ve Kürtlerin) uyanışının bir yansımasıdır ve evet dünyadaki pekçok mazlum millet için de bir ümit ışığıdır. Umulur ki Türkiye’nin iç siyaseti de dış siyasetinin gerektirdiği bu erdemli kıvamı yakalar.