Ankara’da 22 yaşındaki Hakan Çakır, annesi ile birlikte eve gitmeye çalışan kız kardeşine sözlü tacizde bulunan 14 yaşındaki Taha Z. ve 17 yaşındaki Samet Z. kardeşler tarafından defalarca bıçaklanarak öldürüldü. Olayın ardından yükselen öfke, çok tanıdık bir soruyu tekrar gündeme taşıdı: Çocukların işlediği ağır suçlar gerçekten “çocuk hukuku” çerçevesinde mi ele alınmalı, yoksa yetişkin gibi mi yargılanmalı? Siyasetin de bu soruya kayıtsız kalmadığı görüldü. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, “18 yaş altı failler için ceza indirimleri yeniden gözden geçirilecek” açıklamasıyla, çocuk adalet sisteminde daha sert bir dönemin işaretini verdi.
Tartışmalar, Türkiye’nin yakın geçmişinde büyük yankı uyandıran iki dosyayla daha da yoğunlaştı. Kadıköy’de Ahmet Minguzzi’nin 15 ve 16 yasinda cocuklar tarafından bıçaklanarak öldürülmesi, kamuoyunda “adalet yerini bulmadı” duygusunu tetiklemişti. Tekirdağ’da CHP’li belediye meclis üyesi Mustafa Can Ekiciler’in 17 yaşındaki bir gencin saldırısıyla hayatını kaybetmesi ise hem siyasi kimliği nedeniyle geniş yankı uyandırdı hem de sert cezalar yönünde çağrıları artırdı.

Toplumun bir kesimi, mağdur yakınlarının adalet arayışını paylaşarak hızlı ve ağır cezaların caydırıcılık sağlayacağını savunuyor. Uzun süren yargı süreçleri çoğu zaman adaletin gecikmesi anlamına geliyor. Buna karşın hukukçular ve çocuk gelişim uzmanları, yalnızca sonucu cezalandıran bu yaklaşımın, çocukları suça iten nedenleri — yoksulluk, eğitimden kopuş, aile içi şiddet, sokakta yalnız kalma — gözden kaçırdığını hatırlatıyor.
Bu ikilem yalnızca Türkiye’ye özgü değil. Dünyanın farklı bölgelerinde benzer tartışmalar yaşanıyor. Örneğin Avustralya’nın Queensland eyaletinde çıkarılan “Adult Crime, Adult Time” yani “Yetiskin Sucuna Yetiskin Cezasi” yasası, 10–17 yaş arası çocukların bazı suçlarda yetişkin cezalarıyla yargılanmasının önünü açtı. Yasa, toplumsal öfkeyi yatıştırmayı amaçladı ancak uluslararası hukuk çevrelerinde tepkiyle karşılandı. Çünkü Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi, çocukların çocuk olarak yargılanmasını temel bir ilke kabul ediyor.
Queensland Örneği: “Yetişkin Suçuna, Yetişkin Cezası”
Avustralya’nın Queensland eyaletinde kabul edilen “Yetiskin Sucuna, Yetiskin Cezasi” çocuk adaletine dair tartışmaların merkezinde yer alıyor. Bu yasa, 10–17 yaş arasındaki çocukların ve gençlerin belirli ağır suçlarda doğrudan yetişkin mahkemelerinde yargılanmasını ve yetişkin cezalarıyla karşı karşıya kalmasını mümkün kıldı. 12 Aralık 2024’te parlamentodan geçen yasa, 13 Aralık 2024’te yürürlüğe girdi. Başlangıçta yalnızca 13 suç için geçerli olan düzenleme, 2025 yılında yapılan ikinci dalga değişikliklerle 33 suça kadar genişletildi. Queensland hükümeti, bu yasayı “toplum güvenliğini artırmak ve caydırıcılığı sağlamak” amacıyla savundu.

Ancak yasanın kabulü, hem yerel hem de uluslararası düzeyde ciddi tartışmalar yarattı. Psikologlar ve hukukçular, çocukların bilişsel, duygusal ve sosyal gelişim süreçlerinin yetişkinlerden farklı olduğunu; bu nedenle çocukların yetişkin cezalarıyla aynı kefeye konmasının bilimsel gerçeklerle çeliştiğini vurguladılar. Yasa özellikle Avusturalya’nin kadim halki olan Aborijinleri daha derinden etkileme potansiyeli nedeniyle eleştirildi. Çünkü bu halka mensup gençler, ceza adalet sisteminde zaten orantısız biçimde tutuklanan ve hapsedilen gruplar arasında yer alıyorlar. Örneğin, Queensland’de bir Aborigin gencin cezaevine girme olasılığı, diger gençlere göre 28 kat daha fazla. Uzmanlar, yeni yasanın bu eşitsizliği daha da artıracağının altını çiziyor. Bu noktada dikkat çekici olan, Queensland hükümetinin yasayı “hızlı adalet” ve “toplum güvenliği” söylemleriyle gerekçelendirmesi. Oysa hukukçular, yalnızca ceza vermenin çocukları yeniden topluma kazandırmadığını; aksine onların eğitimden kopuşunu, yoksulluk döngüsünü ve suçun yeniden üretimini pekiştirebileceğini ifade ediyor. Dolayısıyla, Queensland örneği yalnızca cezaların sertliğine değil, aynı zamanda toplumun adaleti nasıl tanımladığına dair de kritik bir tartışma başlatıyor.

Bu noktada soru şu: Neden özellikle Aborijin gençler bu kadar yüksek oranda ceza adalet sistemiyle karşılaşıyor? Bunun cevabı, yalnızca bireysel tercihlerde değil, kuşaklara yayılan tarihsel travmalarda aranmalı.
Tarihsel ve Sosyolojik Arka Plan
19. yüzyılın sonlarından 1970’lere kadar süren “Stolen Generations” (Çalınan Kuşaklar) dönemi, bugünkü eşitsizliklerin en derin kaynağı olarak görülüyor. On binlerce Aborijin çocuk ve genc ailelerinden zorla koparıldı, misyoner okullarına veya beyaz ailelere yerleştirildi. Bu politikalar, resmi söylemde “uygarlaştırma” adıyla sunulsa da, gerçekte toplulukların bağlarını parçaladı, kültürel hafızayı silikleştirdi ve kuşaklar boyunca devam eden travmalar bıraktı. Bugün, bu gençlerinin orantısız şekilde adalet sistemi içinde yer alması, bu tarihsel arka planla doğrudan bağlantılı. Yüksek işsizlik oranları, eğitimden kopuş, sistematik yoksulluk ve ruh sağlığı sorunları, yalnızca bireysel değil, toplumsal ölçekte miras alınan sonuçlar. Queensland’in “Yetişkin Suçuna, Yetişkin Cezasi” yasası, bu tarihsel bağlamda özellikle tartışmalı hale geldi; çünkü sertlik yanlısı yaklaşım, sorunun köklerini değil semptomlarını hedef alıyor. Medyanın suç hikâyelerini öne çıkarması, kamuoyunda “toplum güvenliği” algısını sert cezalarla özdeşleştirdi. Bu atmosfer, siyasetçilerin hızlı yasa değişiklikleriyle kamuoyunu yatıştırmasına zemin hazırladı.
Peki bu politikaları hangi olaylar tetikledi? Queensland’in yakın tarihine bakıldığında, bazı davaların hafızalarda derin izler bıraktığı görülüyor.
Örnek Davalar: Cairns 1997 ve North Lakes 2024
1997’de Cairns kentinde Japon turist Michiko Okuyama, 16 yaşındaki bir genç tarafından kaçırılıp öldürüldü. Fail, dönemin Queensland yasaları gereği yetişkin mahkemesinde yargılandı ve ömür boyu hapis cezası aldı. Dava aylar içinde sonuçlandı ve kamuoyunda “adalet hızlı sağlandı” düşüncesi hakimdi. Bu dava, Queensland’de genç suçlulara yönelik sert yaklaşımın meşruiyetini güçlendiren erken örneklerden biri olarak görülüyor. Bugün aynı olay yaşansa, “Yetişkin Suçuna, Yetişkin Cezası” yasası çerçevesinde yine benzer bir yargılama süreci işletilecek, ancak geçmişle kıyaslandığında toplumun bu tür davalara verdiği tepkinin artık daha kolektif ve medyatik bir boyut kazandığı söylenebilir.
2024’te North Lakes’te yaşanan Emma Lovell davası ise yeni dönemin katalizörü oldu. İngiltere’den göç eden Lovell, Noel gecesi evine giren iki genç tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Bu olay Queensland kamuoyunu derinden sarstı ve yine ayni yasasının kabulünde doğrudan etkili oldu. Yasa yürürlüğe girdikten sonra benzer suçlara karışan gençler, yetişkin mahkemelerinde sert cezalarla karşılaştı. Lovell davası, Queensland’in güvenlik kaygılarıyla şekillenen toplumsal hafızasında önemli bir dönüm noktası oldu ve bu yaklaşımın politik desteğini güçlendirdi. Cairns ve North Lakes vakaları birlikte düşünüldüğünde, yasaların sertleşmesinin arkasında yalnızca hukuki gerekçeler değil, aynı zamanda kamuoyu baskısı, medya etkisi ve siyasetçilerin güvenlik söylemleri olduğu görülüyor.
Queensland’in Sertleşen Politikalarının Sonuçları
Yetişkin Suçuna, Yetişkin Cezası” yasası, suç oranlarının düşmesi beklentisiyle hayata geçirildi. Nitekim yasa sonrası ilk aylarda gençler tarafından işlenen ağır şiddet suçlarında yaklaşık %7–8 oranında bir azalma kaydedildi; ancak uzun vadeli etkiler konusunda akademik ve hukuki çevrelerde görüş birliği bulunmuyor. Eleştirenlere göre bu yasa, gençlerin suça sürüklenmesinin arkasındaki nedenleri —parçalanmış aile yapıları, eğitimden kopuş, tarihsel eşitsizlikler— görmezden geliyor. Özellikle Aborijin gençlerin, nüfus içindeki paylarının çok üzerinde adalet sistemiyle karşı karşıya kalması, ‘Çalınmış Nesiller’ geçmişinin bugüne düşen gölgesi olarak görülüyor. Yasanın savunucuları ise toplum güvenliğini öne çıkararak, ‘suçun cezasız kalmayacağını’ vurguluyor.” Karşıtları ise bunun sadece toplumsal öfkeyi yatıştıran kısa vadeli bir çözüm sunduğunu, uzun vadede ise toplumsal adalet ve eşitsizlik sorunlarını derinleştirdiğini belirtiyor. Queensland deneyimi, böylece sadece Avustralya içinde değil, uluslararası hukuk ve insan hakları perspektifinde de tartışma konusu haline geliyor.
Uluslararası Çelişkiler
Queensland’in “Yetişkin Suçuna, Yetişkin Cezası” yaklaşımı, yalnızca Avustralya içinde değil, uluslararası hukuk açısından da tartışma yaratıyor. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Komitesi, çocukların yetişkinlerle aynı yargı süreçlerine tabi tutulmasını, Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin (CRC) 37. ve 40. maddeleriyle açık bir ihlal olarak değerlendiriyor. Bu maddeler, çocukların yaşlarına uygun adalet sistemleri içinde yargılanmasını, özgürlükten yoksun bırakılmalarının ise son çare olarak ve en kısa süreyle uygulanmasını öngörüyor. UNICEF de benzer şekilde, çocuk adaletinde cezalandırmadan çok rehabilitasyonun öncelikli olması gerektiğini vurguluyor.
Queensland’in politikaları, özellikle Aborijin gençlerin yüksek oranlarda sistem içinde bulunmasıyla birlikte, uluslararası gözlemciler açısından yapısal eşitsizliği derinleştiren bir uygulama olarak görülüyor. BM İnsan Hakları Konseyi, Avustralya’ya yönelik periyodik incelemelerinde bu soruna dikkat çekti ve çocukların suça sürüklenme nedenlerinin yapısal yoksulluk ve sömürgecilik sonrası travmalarla bağlantılı olduğuna işaret etti. Ancak Queensland, kamuoyu baskısına yanıt olarak bu bağlamı geri plana itip daha hızlı ve sert cezalandırma pratiklerini öne çıkardı.
Uluslararası hukuk literatüründe Avustralya örneği, “gelişmiş demokrasilerde güvenlik kaygılarının çocuk haklarını nasıl geriye itebileceğine” dair çarpıcı bir vaka olarak ele alınıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatlarında, çocukların yetişkinlerle aynı ceza standartlarına tabi tutulması açıkça insan hakları ihlali kabul edilirken; Queensland’in yaklaşımı bunun tersine bir örnek sunuyor. Bu durum, Avustralya’nın imzacı olduğu sözleşmelerle kendi iç politikasının çeliştiğini ve küresel düzeyde emsal teşkil edebilecek riskli bir örnek yarattığını ortaya koyuyor.
Queensland deneyimi, yalnızca Avustralya için değil, çocuk adalet sistemlerini sertleştirmeyi düşünen diğer ülkeler için de dikkat çekici. Eğer bu yaklaşım yaygınlaşırsa, uluslararası çocuk hakları rejiminin zayıflamasına yol açabilecek bir eğilimin başlangıcı olarak görülebilir. Bu nedenle Queensland yasaları, yerel düzeyin ötesinde küresel bir tartışma ve kaygı konusu haline geldi.
Geleceğe Dair Bir Tercih
Queensland’in sert yaklaşımı, yalnızca iç politika tercihi değil, aynı zamanda uluslararası yükümlülüklerle de çatışıyor. Bu deneyim, çocuk adaletinde ulusal güvenlik merkezli düzenlemelerle küresel insan hakları standartları arasındaki gerilimi açık biçimde ortaya koyuyor.
Temel soru hâlâ aynı: Adalet, yalnızca geçmişin hesabını görmek midir, yoksa geleceğe dair bir tercih midir? Çocuk adaleti, toplum güvenliği için mi var, yoksa çocuklara ikinci bir şans vermek için mi? Sertleşme mi daha etkili sonuç doğurur, yoksa rehabilitasyon mu?
Ne Queensland modeli tek başına çözüm ne de farklı ülkelerin yaklaşımları tüm sorulara cevap. Her biri, kendi hukuki gelenekleri, toplumsal beklentileri ve tarihsel yükleri içinde şekilleniyor. Belki de yanıt, iki uç arasında bir yerde, hem mağduru hem faili hem de toplumu gözeten daha dengeli bir yaklaşımda aranıyor. Çünkü çocukların nasıl yargılandığı, yalnızca bugünün değil, yarının toplumunu da biçimlendiriyor.
Not: Bu yazıyı kaleme almak benim için kolay olmadı. Bu vesileyle, Tekirdağ’da hayatını kaybeden kuzenim Mustafa Can Ekiciler’i bir kez daha rahmetle anıyorum. Yazı sürecinde hukuk bilgisiyle yol gösteren Sayın Avukat Dr. Onur İste’ye de gönülden teşekkür ederim.