Dile yerleşen kalıp kelimeler, cümleler olmasa, “kamusal” deyişler-deyimler, atasözleri imdada yetişmese nasıl “muhabbet” ederdik bilemiyorum. “Sohbeti, söyleşmeyi” patenti Antik Yunan’a ait bir ayrıcalık, “resmi”, seçkin bir mertebe görmenin ulusal revizyonu da sanki. “Muhabbet”in o iştigalle farkı da kullanılan o deyimlerle, mecazlarla ortaya koyuluyor.
“Laflamak”, “Havadan sudan konuşmak” kalıbı, hayatımıza tarihsel, hatta ideolojik bir ihtiyaçla yerleşti belki de. Bu ülkede öyle “sohbet”leri yapamamanın yahut o canlı, merkezî yayından bunalmanın da etkisi olmalı: “Dereden tepeden konuşalım…” Gerçi dereler, tepeler de siyasetin tam göbeğinde.
“Gına”nın sözlükte hem “zenginlik”, hem “gözü tokluk”, hem de “bıkkınlık, usanç” anlamına gelen farklı tanımları, bu örnekte aynı cümle içinde kullanılabiliyor. Bilhassa iktidar çevresinin “kürsü konuşmaları”, “ekran sohbetleri”, zenginlikten, yetinmekten, fazlasını istememekten çok uzak olunca bezginlik, bıkkınlık, yani gına getiriyor.
“Lafın belini kıralım…”
Hele “Hadi iki lafın belini kıralım” mecazı ise aynı zamanda bir itiraf. O “laflama”nın “söyleşi”den farkını bilinçaltının bazen yersiz samimiyetiyle ortaya koyuyor. Popüler kalıp kelimeler, cümleler de zaten hem lafın, hem de dilin, Türkçe’nin beli kırılmış örnekleri.
Devlet, iktidar dilinin, hâkim, popüler dil-bilgisinin, ondan ibaret tecrübesinin taburesine oturmadan ayakta duramıyor. Ayağa kalkmadan sürü(nü)p giden bir hayat. “Aynen”in yatalak konforu, miskinliği gibi. O yorgun kabullenmenin…
İnsanı bunaltıyor. Bünyeye göre “kalıp” zaten depresif, “daral getiren” bir kelime. Zira “kalıba sok(ul)mak” ayakkabıya, şapkaya, eşyaya çekidüzen vermekten çoktan çıktı. İnsanî deyim cehenneti: “Kalıp gibi yatmak”, “kalıbı dinlendirmek” mecazları da mecazlıktan çıkıyor, insanın, dilin üzerine dümdüz anlamıyla, “kalıp gibi oturuyor”.
Dilde “kalıpçılık” zanaatı
Sohbeti, siyaseti “kalıba döken”lere yönelik duygular, “kalıptan kalıba girme”nin yarattığı asabiyet, “Kalıbına yazık!”la yokuş aşağı… “Kalıpçı” siyasi bir akımın militanlarının kod adı olurken, “Kalıpçılık” da zihinde, dilde kalpazan zanaatı. Hatta devletlû bir maharet, etkili propaganda gereci.
Deyimi, mecazı, isim, sıfat, fiil halleriyle sözlük dolduruyor, lügat de parçalıyor. Hayatta da, dilde de eskisi-yenisi, “uydusu-uymadısı”yla her çeşidi var. Yerli yersiz, mütemâdî kullanımıyla, doz aşımıyla, “şimdiki zaman”da yaygınlığıyla, o izdihamdaki mânâsızlığı, özensiz, her şeye alışkın, kayıtsız duruşuyla, yüzeyselliğiyle de rahatsız ediyor.
“Joker” kelimelerin şahı
Aynen öyle, ötesi “aynen” kelimesi de öyle. “Aynen”in bir süredir alerji yaratması, bir dünya, hayat görüşü arızası sayılması da sanıyorum öyle bir külliyatın eseri. Öncelikle (basma)kalıp. Nereye koysan -toplumca- iş yapan, duyguna-duygusuzluğuna, ilgine-ilgisizliğine tercüman bazen pansuman olan, istediğin ifadeyi verebilen, niyeti ortaya döken veya gizleyebilen “Joker” kelimelerden… Öyle sanıyorsun.
Bilgisizliği örtme, geçiştirme umuduyla mırıldanma ya da tersine bilmişlik süsü, hayaliyle vurgulama hâli de çok. “Fikir sahibi olmadan zikir sahibi olma”nın, görünmenin de aksesuarlarından. Karşındakini dinlemediğini gizleme ya da sabırsızlıkla söz sırasının gelmesini bekleme, hatta araya o yolla girme çabalarında da yeri müstesna.
“Keşke ‘dinleşmek’ de olsa”
“Aynen”in “dinleme(me)”yle yakından ilişkisi var. İki anlamıyla da “dinleme”ye gönlü, sabrı niyeti olmayanın “aynen”i, az temasla “Neyse ne…”ye de gebe. Tanıl Bora Birikim’de 1 Haziran 2022’de yayınlanan “Dinlemek” yazısında harika değiniyor:
“Dinlemenin nasıl kıt bir kaynak olduğunu fark etmek zor değil. (…) ‘Sahiden ne diyor, ne anlatmaya çalışıyor?’ merakına, açıklığına muhatap olmak, nadir bulunur bir nimettir. Genellikle, anahtar sözcükleri tarayıp sözün gittiği yere dair bir duyguya vararak, kendi söz sıramızı bekliyor oluruz.
Yakın zamanların gözde “aynen!” teyidi, çok defa, kendi dediklerini, zaten demiş olduklarını tekrar etmenin vesilesidir. Dinleme, konuşma gibi işteş fiil değil, ‘dinleşmek’ demiyoruz; keşke olsaydı. Dinleşilen, sahiden karşılıklı konuşulan, can kulağının işlediği bir sohbet bulursak, o sohbetin ipine sıkı sıkı sarılıyoruz.”
Rahmetli “Mukabele sanatı”
“Tartışma kültürü”nün hal-i pür melalinde, “ama”ların,” bünyevî, patolojik, militan itiraz”ların saltanatında bile “Katılmıyorum”dan bu kadar uzak olmak, gerekli, hakiki bir “lâkin”e uzak durmak, bu şartlarda normal görünse de garip bir psikoloji.
Hepsinden “aynen”le sıvışma, karşındakinin mukabele beklentisini savuşturma manevrası da… “Mukabele sanatı”nın, “mukabele bedî ilmi”nin kemikleri sızlıyor. Bazen de pasif dinleyici/seyirci melankolisinin, içe kapanmanın kulağa vuran etkisi. Üşengeçliğin, rehavetin, zihin tembelliğinin dildeki patolojisi.
Seslendirilmesi, takınılan surat ifadesi de anlama kılavuzunun içinde. Heves, telaş varsa bir dert, iç çekme, “of puf” efektiyle başka dert. İnsanı açtığı mevzudan, sohbetten pişman ediyor patolojik hâlleri. Önemle, uzun uzun, detayları, örnekleriyle anlattığı koca bir mevzunun ardından “Aynen” noktasının koyulması, onun etkisi de psikolojiye göre değişebilecek bir durum. Fikir alışverişinin, “diyalog”un damarına “aynen”i tıkayan bir kelime.
“Aynen filmlerdeki gibi!”
Bildik senaryoya uygun, aynı mevzulardan aynen bilimkurgu (kurgubilim), ondan kurgu olmasın tarihi filmler, diziler bile çıkıyor. Bizi uzak-yakın ecdadımızla “aynen” buluşturan tarihi filmlerin, dizilerin replikleri de aynı, “ortak”. “Mevzu-u bahis olan vatansa, gerisi teferruattır”; elbette “aynen”.
Yeşilçam’da mutlu birlikteliklerin hep atlatılan badirelere, mutsuz birliklerin de standart arızalara “aynen” bağlanması ilkesi de, popüler yerli dizilerde pek değişmedi sanıyorum.
Bir zamanlar farklı hayatların, duyguların, ilişkilerin milli tasviri olan “Aynen filmlerdeki gibi”nin itibarı ne âlemde, onu da bilemiyorum.
“Aynen aynen, tamam, kapat”
“Aynen aynen” diye pekiştirilmesi ise bazen geçiştirmenin, bazen de sohbetin devamıyla ilgili sabırsızlığın, darlanmanın, anksiyetenin ana belirtisi. Bu yönüyle telefonda epeydir “Tağam, taam, taa” mırıldanmasına, nakaratına dönüşen “Tamam tamam tamam, kapat” grubundan. “Ben bitirmeyeyim de sen bitir” taktiği aynı zamanda. İlişkilerde karşındaki insana ilgisiz, hatta kötü davranmayı da kapsayan stratejinin telefona taşınan repliği.
“Aynen valla” ve belki daha seküler, cool haliyle “Aynen ya…” da hem sosyolojinin, hem psikolojinin alanı. Şüphesiz toplumsal açıdan viral, “virütik” yönü de derin mevzu. Karşındakinin söylediğine değil ona bir tür iltifat, itibar, yaranma çabası, “ortaklık, yoldaşlık” umudu babından da kullanışlı.
Bazı izdivaçlara “seçim” telaşıyla atılan temel bile öyle: “Aynen aynen”, “Hayret, ikimiz de aynen öyleyiz ya…” flörtü birçok “sağlam başlangıç” için harika görülüyor. Ama yeterliği fazlasıyla şüpheli… Bal gibi günler, aylar “Tıpatıp aynıyız, inanamazsın” magaziniyle dışavurabiliyor ama “aynı sermaye”nin ömrünün uzun olması, bir süre sonra o “gına”nın “zenginlik” olmadığının ortaya çıkmaması, aksine gına getirmemesi zor.
“Aynen” devam eden aşklar
Gerçi siyaseten bile “aynen” devam eden, en azından iddiası öyle olan aşklar da var. Mesela Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın seçim sürecinde, mayıs ayının başında Konya mitinginde kulak misafiri olduk:
“Aldığım resmi rakama göre şu anda 140 bin kişi bu alandaymış, hamd olsun. Konya’yla çıktık yola, Konya’yla geldik bugünlere ve bu sevgimiz, bu aşkımız aynen devam ediyor. Bu ne aşktır yarabbi. Âşık olursan karşılığını da bulursun.”
Siyasi haberden magazinel manşet çıkarmak isteyen hevesli muhabirlerin yahut “ağırbaşlı lider”in arada ihtiyaç duyabildiği “samimi basın sohbetleri”nin soruları arasına sıkıştırılan “Hiç âşık oldunuz mu?”nun yanıtı da aynen: “Bizimkisi vatan, millet aşkı…” Azıcık samimiyet de katmak isterse, “Ve yıllardır aynı yastığa baş koyduğumuz refikamıza, ayâlimize…”
“Aynen abi”deki çok kültürlülük
“Aynen” Edirne’den Kars’a , “mahalle”den şehrin en gözde merkezine kadar popüler.” Neolojizme de (dildeki kelimelere benzeterek “yeni” üretim) müsait. Aynen yaw”da, “Aynen abi”de çok kültürlülük de var. Çok kültürlü bir maraz… Kurtlar Vadisi’ne önü ilikli replik de oluyor, pop, rock, rap cafe’ye meze, kadeh tokuşturmada sereserpe mukabele raconu da… Her türden rütbenin, makamın, mevkiinin önünde “Abi”deki yaş farkı kriterini bile kaldıran örnekleri de ibadullah. Çoğu samimiyetsizliğin en samimi ifadelerinden.
Bazen de lafa girmenin, sohbeti ele geçirmenin vesilesi. Hele “aynen” diye sözü pürtelaş alıp, bambaşka yerlere götürüyorsa iyice beter. Meali “Aynen sana katılıyorum ama kabullenmem ‘ayriyeten’ imkânsız…” Son seçimde bunun da payı var mı acaba?
Anlattığın onca şeye cevap desen cevap değil… “Aynen”i gönlünü okşasa, çoğu kez o da imkânsız; dile döktüğünde onun “aynı”sı seninki değil. Onunla “aynen” olmayı istemediğin durumlar da çok.
Ah o “Aynıyla vâki”lerin melodisi
Sinir bozucu… Kelime dağarcığının da hem itirafı, hem de düşmanı. Nerede o eski “İsabet buyurdunuz üstadım”ların nağmesi, “Aynıyla vâki”lerin melodisi, “Lafı ağzımdan aldınız”daki samimiyet, birlik, kardeşlik, paylaşılan sohbet lokmaları!
Ah ah… Kuşağımın benimle birlikte “Aynen valla” nidalarını duyar gibiyim. Zira tevellüdümüzün o bağışıklığı sağlamadığını, yeterince ihtiyarlamadığımızı düşünüyorum. “Popüler”e hevesimiz kaçmadı henüz. Ölmedik daha…
“Herald yani”de modernleşme
“Aynen”deki katılımcılığı bir tür kibir, bilmişlikle “Biliyorum, hep söylüyorum zaten”e dönüştürme mahareti de yaygın. “Herald yani!”yi demode diye kullanmayıp, “aynen”de o anlamı sesin tonuyla, vurguyla, mimiklerle, capcanlı emojilerle bile verebiliyoruz. Bizi her anlamıyla “benzeten”, “aynılaştıran” tuzaklar oraya da kurulu. “Aynen” orada da pusuda…
Türkçe-yabancı dil kokteyliyle üretilen espriler, yergiler gırla. Tekerlemeler de çok. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “Hans, Sam, Toni, Coni, Herkel, Frank, alayı birden…” tekerlemeden ya da o açıklamasının bütünü düşünülürse teklemeden mi sayılır bilemiyorum. Ama “Hey Corç, versene borç”un eskimeyen Temel Ekonomi terânesi olduğunu savunabilirim.
Aynen zıvaynen (zweinen)
“Aynen zıvaynen”in bir dönem tekerleme olması da çok şey ifade ediyor. Hele “tekerleme”nin “yarı anlamlı, yarı anlamsız (bazen abuk sabuk), kafiyeli, klişeleşmiş, basmakalıp söz, söyleyiş” anlamına da geldiği düşünülürse, dilimize biçilmiş kaftan.
(Bu arada tekerlemeye ilham olan “zweinen”e de göz attım. Almanca’da “iki”ye dair veya “einen” ekiyle “iki’yi” filan gibi bir şey sanki. Flemenkçe’de ise “domuz” demekmiş.)
Evrenselliğimiz oralarda var. Baktığım kadarıyla… “Aynen”in, “kelimenin tam anlamıyla”nın ecnebi hâllerinden “Literally” de her yıl yapılan “Most annoying words (En sinir bozucu kelimeler” anketlerinde, listelerinde ilk üçteki yerini koruyor. O kelimenin ve yarattığı asabiyetin İngilizce’deki bulaşıcılığı, türleri, yaygınlığı bizimle kıyaslanabilir mi bilemiyorum ama… Demek ki enternasyonal bir dert.
“Masum”u da netameli
Gerektiğinde “Bu konuda…” vurgusuyla (hatta o “iriter”, bulaşıcı kalıbı “Bu noktada”yla) “Katılıyorum”, “Haklısın”, her zaman “aynen”den daha makul, dinlemeyi, karşılıklı “idrak”ı daha uygun ortaya koyan karşılıklar.“Aynen”in tedavülünün bu hâle gelmesi, onun “masum” kullanımını da fiilen, ruhen engelleyebiliyor.
O kelimeyi gerek duyduğun, karşıdakinin o andaki duygularını öyle hissetmesini istediğin durumda kullanmanı da sansürlüyor. Öyle de netameli… Mesela söze “Velev ki…” diye başlarsan, karşındaki insanın gözünün önüne gelen vesikalık, senin fotoğrafın değil.
Dildeki “beka bombardımanı”nda kalkıp da o kelimeyi kullansan, muhalifliğine gölge düşer, meramın alır başını, o mahut yere gider. “Algı”nın yaygın, gönle, niyete göre kullanımı da meseleyi istediğin yere değil bir anda başka muhabbetlerin, mesajların gölgesine, kelime haznesine taşıyor. Uzaktan da olsa bir nevi akrabalık, “dil akrabalığı” algısı yaratıyor.
“Aynen”deki normalleştirme
“Aynen”in anlattığın, meseleye yeni bir pencere açtığını düşündüğün bir konuyu fena halde “normal”leştiren ilgisizliğini, düşüncesizliğini de biraz daha derinleştirmek, kulağa bir güfte, şarkı misali yerleştirmen gerekiyor. Zira “Mevsim ortalamaları”nın bile “normal” seyretmediği bir dünyada, ülkede, hayatı normalleştirme söylemi (de) “zararlı akım”.
“Normal” i unuttuysak, ötesi ille de bir “aynen” arıyorsak, Bülent Ortaçgil’in şarkısını,“Normal”i dinlemek bir an sağaltıcı: “Biralar soğuk mu dedim /Dedi ki normal /Peki ya havalar? /Valla gayet normal /İşler dedim gidişler dedim /Hepsi normal /Peki dedim ya Türkiye? /Dedi normal /Ya AB diye sordum? /Dedi çok normal /Peki ya ABD? /Dedi ki normal
/(…) Ya OHAL, o kadar yıl? /Bilmem, normal /Peki GAP, Zap, Hasankeyf? /Hepsi normal /Peki dedim ya medya, RTÜK? /Dedi normal /Ya reklamlar, reyting? /Valla gayet normal /Biri anlatsın hemen /Nedir bu normal? /(Mmm) Canım sıkıldı artık /Yoksa ben miyim anormal?”
“Zırgüleli (çıngıraklı) Hicaz”!
Üstelik bu sözleriyle, bestesiyle bu şarkısını çeyrek asır önce çıkardı. Değindiği bu başlıkların yarattığı “aynen” duygusu varlığını korurken, bugün ulaştığı durumun “vahâmet”i, doz aşımı yüzünden ilaveler, güncellemeler de gerekiyor neredeyse.
Bu koroya bakınca ben de bir şarkı tutturuyor, “Aynen nen nen-ni yâr…” diye usulca, ninni misali mırıldanıyorum. Güftesi-bestesi Sâdettin Kaynak’ın, üstelik ve hakikaten “Zırgüleli (çıngıraklı) Hicaz” makamından “Tel Tel Taradım Zülfünü” şarkısının nakaratı kulağımdan gitmiyor: “Teneni teneni /Teneni teneni /Ten nen nen nen ni yâr /Divan durup el bağladım.”
“DOĞRU ADIMLARLA DEVAM”IN “AYNEN”İ
“Aynen”in niyeti, duyguları gizleme işlevi bazen tersine, “aynen”i örtme çabasına da dönüşebiliyor. Memleketin bu manzarasıyla seçime giderken AK Parti’nin twitter hesabından 29 Mart’ta yapılan “önemli” duyurudaki niyet, az biraz “değişim hissiyatı” yaratmaktı elbette:
“Cumhurbaşkanımız @RTErdogan: İlk kez 2007 seçimlerinde kullandığımız ‘Durmak yok yola devam’ diye bir sloganımız vardı. Şimdi bu sloganı ‘Doğru adımlarla yola devam’ olarak güncelliyoruz.” Güncellendi de kabinedeki rötuşlara rağmen “aynen yola devam”ı henüz üzerinden at(a)madı. “Öteki” medyada bu “değişim”in teşhisinin “aynen”den farklı olmaması, atılan “Aynen yola devam” başlıkları da şaşırtıcı değil.
Ayrıca “doğru adımlarla” sloganının önündeki “şimdi”, “yanlışları, hataları kabullenme”, bir nebze “özeleştiri” iması. Yani onu andırıyor en azından. Lâkin icraattaki nispeten “durgunluğa”, “seçime kadar sabrı”na rağmen, konserlere zincirleme zapt-ı raptlar, cezai uygulamalar, hatta partili belediye başkanının görevden alınması gibi yaptırımlar, tasarruflu da olsa söylemler, tehditler aynen devam ediyor. Zira onlar, -seçimdeki fonksiyonuna, kullanışlılığına (da) bakınca- iktidar için “doğru adımlar”.
“Şablon”la aynen uygulayın
“Durmak yok yola devam”a ayar yapan “Doğru adımlarla yola devam” -“Doğru adamla yola devam”la birlikte- son seçimin iki ana sloganından birisi aynı zamanda. Bunun tüm adayların “afiş, broşür, tasarım”larında “aynen kullanılması” talimatının, hazırlanan yukarıdaki “şablon”la aynen uygulanması da mânâlı… Şablondaki boşluğa “portre”ni, “kafa”nı, mecazen ortaya “kelle”ni koyuyorsun. “Baş” koyuyorsun o yola… Değindiğim gibi “Aynen” de şablon zaten; içini kullanan insanın “kafası” da, duyguları da dolduruyor.