Tarihimizin ömrümüz boyunca Türklük, milliyetçilikle, kahramanlıklarla “Diriliş”i bugün de her ekranda: “Yine de şahlanıyor aman…” Tabii “Ölmedi ki dirilsin” itirazına da boynum kıldan ince.
Kahramanlık kurgusu yazı dizime konu olan “şiddet romantizmi”nin de ana temalarından. O “rol model”in her mevzuda kitabı-kitapçığı mevcut. Temayı seçtiğin karakterlere uydurduğunda meraklısı çok. Kahramanlığın destanını da yazarsın, önceki yazılarımda değindiğim adıyla sanıyla “Kabadayılığın Kitabı”nı da…
Kahramanlıklar tarihi… Çocukluğumda o adla dergisi bile var. Yazıma almak istediğim örneği, 1960’lardan başlayarak önce Akşam Gazetesi’nde tefrika, sonra “Haftalık Resimli Kahramanlık Dergisi”, ardından “Haftalık Gençlik ve Kahramanlık Dergisi”nin ana bölümü olarak yayınlanan “Karaoğlan”.
“Tekerrür”ünün fotoromanı
Suat Yalaz’ın yazıp çizdiği maceralarına bizim kuşak da yetişti. Bir süre sonra Kartal Tibetli Karaoğlan fotoromanları da saracak piyasayı. Tarih yaşatılmaya müsait, tekerrürden ibaret ne de olsa! “Yaşayan tarih”in fotoğrafı, filmi bugün de çekilebiliyor. Olur a en kritik sahnede başroldeki oyuncu hapşırsa, “Çok yaşa”.
Kahramanına Serbestiyet’te 29 Kasım 2020’de yayınlanan “Sosyal barışta gazozun yeri” yazımda başka vesileyle, çocukluğumuzda gazoz kapağının tahta kılıç kabzası, mukavva kalkan süsü olarak kullanılmasını anlatırken kısaca değinmiştim. Tarihî bir yazıydı yine, gazozuna da olsa.
“Genç kızlar Karaoğlan okuyunuz!”
Derginin yazımın resminde de kullandığım sloganı, “Genç kızlar, çocuklar, delikanlılar, büyükler, KARAOĞLAN okuyunuz”. 7’den 77’ye yaygın eğitim. Tarihin altını üstünü çize çize, Çizgi Roman… Öylesi her yaştan öğrencinin daha aklında kalıyor: Görerek-yaşayarak öğrenme.
Birkaç macerasını, birkaç “konuşma balonu”yla aktarayım da, kimse güncel eserlerin, filmlerin, dizilerin orijinalinden mahrum kalmasın. Böylece teşbihte, hatta “intihal”de bile ne hatalar, manevralar yapıldığını da görürüz belki. Kimimiz “Artık yapmayın bunu” deriz, kimimiz “Eline, kılıcına sağlık”.
Karaoğlan’ın maceralarında terkisindeki “kızların ve kadınlar”ın yeri, tarihî misyonu da çok önemli. Okutuyor. Asıl önemlisi baktırıyor da… Derginin sloganında öncelikle “genç kızlar”a seslenmesi, “eğitimsel-sel” niyetinin de özeti: “Okuyunuz ve o ‘rol model’i öğreniniz kızlar…” Lâzımsınız maceralarımızda.
Karaoğlan’ın Ermeni prensesi
Karaoğlan’ın bin türküsünün 999’u “kızlar ve kadınlar” üstüne (tembellikten hepsini okuyamadığım için ihtiyat payı). “Gene bir macerasında” terkisine attığı prensesi, arkadaşlarının, dostlarının yanına getiriyor.
Gündelik bir hadise de… Terkideki kızın sıfatı, mekânlar, maceralar filan değişince nabız hızlanıyor biraz. Ama “rol”ü sabit. Dev(ş)irilen ecnebi kızlar da o kültüre, o role uymak için sırada. Romanda, sette, sarayda, “Harem”de hep bekliyorlar. Bekleme odası…
“Prenses”imiz de -roman icabı- ona sımsıkı sarılmaktan elbette memnun ama titriyor o tayfayı görünce: “Korkuyorum Karaoğlan, benim bir Ermeni prensesi olduğumu anlarlarsa parça parça ederler.” Yersiz değil korkusu; gruptan birisi kızı görür görmez “Ganimetle dönmüş” diyor keyifle. Mâlûm, eli boş gelmek geleneğe aykırı.
“Nereden kaldırdın gene?”
Karaoğlan “yatıştırıyor” prensesi: “Korkma, her ne kadar amcan Levon’un yaptıklarını duydukça gözleri kanlanıyor ise de, ben izin vermeden kimseye bir kötülük yapmazlar.” Kötülük otoritenin iznine bağlı. Örtülü, vadeli tehdit de bir yandan.
Lâkin gruptan başka bir kahraman giriyor burnuna genç prensesin. Yine aynı muhabbet: “Yaşa Karaoğlan, nereden kaldırdın gene?” Alışkanlık, rutin işte… “Ganimet”ten dudak payı almaya kalkışınca, üstüne efelenince yumruklarıyla öldürüyor onu Karaoğlan. Ardından da her macerasındaki gibi genç kızla giriyor -One night stand- gerdeğe, biz çıkıyoruz kerevetine.
“Kahramanlık Dergisi”nin esprileri
Aynı “Haftalık Gençlik ve Kahramanlık Dergisi”nde (Yıl: 4, Sayı: 175, 7 Haziran 1967) yayınlanan maceranın hemen altında, “Elvis Presley nihayet evlendi!” haberi var! Herhalde o kara oğlan da çok can yakmış zamanında.
Karaoğlan’ın “Böyle bekârlık sultanlıktır” maceralarına biraz ayar belki. Elvis adına üzülsek mi, sevinsek mi bilemiyorum. Az önce Karaoğlan’ı okuduk zira. (Yazı edebi nedeniyle “Tadı damağımızda kaldı” demiyorum elbette.)
Altındaki “Mizah-Eğlence” köşesindeki karikatürlerin ekserisi de kadınlarla, onların “dırdırı”, pür cinsiyetçi mizahıyla ilgili normal olarak. Bazısı dekolte, bazısı âilecek bakılabilir türden. Misal… Adamın kulağının bir yanında gagası kapanmayan papağan, diğer kulağında hiç susmayan karısı. Ortada karikatürün mağdur kahramanı koca. Demek öyle ihtiyarlamış gariban… Hem de Batılı karikatürler. Kahkaha atarken dünya vatandaşı oluyoruz.
“Karaoğlan Kulübü”nün üyeleri
Kahraman kovboyların, dünyayı kurtaran ajanların maceralarının da uvertür olarak yer aldığı derginin okur köşesi de “Karaoğlan Kulübü”. Adı-soyadı, vesikalığı, altında birkaç satırıyla arz-ı endam ediyor üyeleri. O sayıdaki yeni üyelerin bir bölümü İlkokul ikinci sınıftan başlayıp, ortaokul, liseyle buluşan onlarca çocuk. 18+ da az değil tabii.
Tefrikaya ilkokulda başlayanların oğlu mezun olmuş. Belki ergenliğe hazırlık babından oğlunu elinden tutup “kulübe” getiren de var. Hep birlikte öve imrene üye olmuşlar. Övünün büyükler, sevinin küçükler; cenginiz, “milli” olmaya hazırlık töreniniz kutlu olsun.
Yaşa ama yazma-çizme…
Hepsinin hayali Karaoğlan… Yaşıyor, filmlerle de yaşatılıyor. 1965-72 arasında yedi ayrı film… 2002’de Kanal D’ye dizi bile oluyor, 2013’te yine sinemalarda. Ama reytingi Muhteşem 21. Yüzyıl’da evrilip çevrilen “Yeni Osmanlı Serileri”ne göre zayıf.
Sakıncalı da esasen… Kahramanı biraz hafifmeşrep, edepsiz kaçıyor artık. Muhteşem Yüzyıl dizisinde “Kanuni ve Harem” meselesinin nasıl kıyamet kopardığını gördük. Yaşarken mesele yok da yazmak-çizmek yasak, videosu, filmi, deşifresi memnû.
“Telaşla saldırdı güzel kadına”
Karaoğlan’dan yazıma aldığım bölümler istisnai örnek sayılmasın. Özellikle dikkat edip, çoktan seçmeli örnekler arasından, en kısalarıyla aldım. Suat Yalaz da kahramanını hep öyle ballandırıyor zaten. Mesela yazımın resmindeki macerasının “balon”u şöyle:
“Karaoğlan atları bağlarken, Ba’nı Çiçek al ipekten pelerinini böğürtlenlerin arkasına sermiş, üstünde fazla bulduğu ne varsa çıkarıp, sağa sola atmıştı. Karaoğlan, kılıcı başucuna saplayıp, sanki kovalayan varmış gibi telaşla saldırdı güzel kadına.”
Karaoğlan’ın tek hatası…
O akının “can alıcı” detayları -aşama aşama- çizilmemiş, yarı çıplak (tek meme) geçiştirilmiş de… İnşallah o saldırma bildiğimiz Karaoğlan saldırısı değil de, lafın gelişidir yani. Hani bulunca öyle saldırılır ya…
Yıllar geçince Yalaz da tek hatasını kabul ediyor! “Karaoğlan camiye girip çıkmıyor. Biraz benim cahilliğimden öyle oldu. Bugün çizsem daha zengin olur. İslamiyet’e sahip çıkar, sık sık camiye girer, hocaları mollaları dinlerdi.” (“Bugün çizsem camiye giderdi”, 16 Aralık 2012, En Son Haber.) Ne diyeyim; bir Offf çeksem ne kadar dağ varsa yıkılır.
“Make love, make war”
Belki bu yüzden de Karaoğlan’ı mahallede, kılıç-kalkan oyunlarımızda diğer kahramanlarımız kadar yaşatamıyoruz. Dedenin namaz takkesini araklayıp Karaoğlan olmak kolay da… Maceralarında sürekli sevişmesi, sadece düşmanını değil bulduğu her kadını devirmesi (Make love, make war) bizi sahicilikten uzaklaştırıyor.
Kısıtlı imkânlarımız, ufkumuz nedeniyle oyunlarımızda Karaoğlan erotizmi gerçekliğini yitiriyor. Mahalledeki kız çocuklarıyla sadece “Evcilik-Evlenmecilik”, olmadı “Ebecilik”, içi beni-dışı seni “Yakan Top” oynanabilir.
“İnceldikçe” kaba işçilik
O da erkekliğin şânına ters. Şeytana uysan, mahalle arkadaşlarının yanına döndüğünde “Sen git Evcilik oyna” diyecekler, hasetle. Küsüp hemen evleneceğiz, 40 yıl sonra hep beraber evlilikten mâlûlen emekli olduğumuzda barışacağız.
Zaten Tarihî Erkeklik Sözlüğü’nün farkına varıldığında “oğlan” da delikanlı için netameli kelime olmaya başlamış. “İnceldikçe” kaba işçilik işte; Karaoğlan filmlerinde tayt giymiş, kahraman Tarkan da sarı peruk, kürkten-deriden mini mini etekle dolaşıyor mesela. Kahramanlık tasavvurunda feminen kalıyor maalesef. “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” da uyar bu muhabbete…
Cüneyt Arkın tümüyle gerçek!
Sahicilik, “gerçeklik”, o oynak his önemli. Filmlerde, dizilerde de kahramanlığın, vurdun mu devirmenin dozu bugünkü gibi kaçmamalı. Bizim zamanımızda hepsi gerçek! Mesela Karaoğlan biraz kocayınca piyasa çıkan Kara Murat. Cüneyt Arkın canlandırıyor. Kumral ama olsun. Maviş maviş baksa da gözü kara.
Sahici derken, bugün kahramanlıktan nasibini alamamış bir kısım gafilin Cüneyt Arkın filmleriyle ilgili mırıldanmalarını duyar gibiyim. O gerçek sahnelere bile çok abartılı demeye cüret edenler var.
“Aslan pençesi”nin miladı
Cüneyt Arkın gerçek; yıllardır Karate, dövüş sanatları dersi almış. Üst komşusunda deniyor da, karakolluk oluyor misal. Ruhu, teorisi, öğretisi, eğitimi de sağlam. Aslanlar gibi dövüşüyor. Öyle ki bu özeni/özenmesi Kılıçaslan filminin de repliği:
“İşte demir, işte çekiç örs. İşte Ocak… Usta, yarın sabah güneş doğana kadar, şu kollarımın ucuna iki tane aslan pençesi takacaksın. Upuzun, çelik tırnaklı, iki iri aslan pençesi…” “Avrat lâzım kalçalı, oğlan doğursun aslan pençeli” atasözümüz bile oralardan geliyor olabilir. (Ben gönülden eminim de yazımda tedbirli davranıyorum.)
“Şimdikilerin hepsi işe yaramaz”
Her dediğim belgeli, sapa da olsa sapasağlam kaynaklardan. Bugün öyle olmadığını, güncel örneklerindeki gerçekdışı kurgunun hal-i pür melâlini de ben söylemiyorum tabii. Beyazperde’de dövüş sanatları deyince akla gelen ilk isimlerden Cüneyt Arkın’ın karate hocası, ustası ve oyuncu Osman Betin bizzat teyit ediyor bunu: “Son dönem dizi ve filmlerdeki dövüş sahneleri gerçekçi değil, hiçbirini beğenmiyorum.”
Betin, “televizyonun son yıllarına damga vuran Muhteşem Yüzyıl ve Diriliş Ertuğrul dizilerindeki dövüş sahnelerine dikkat çekerek” daha ileri gidiyor: “Hepsi işe yaramaz. Oyuncular gerçek kavga imajı oluşturamıyor. Halbuki piyasada binlerce karate hocası var, mutlaka onlardan faydalanılmalı.”
Kısa yoldan kahramanlık
Velâkin niyet başka, nabız ülke ortalamaları olunca bu dizilerin “işe yaramazlığı” çok tartışılabilir kuşkusuz. Efsanenin Tarih Bilimi’ne yahut gerçeğe ihtiyacı abartılmasın; ille gerekirse onu da kendisi yazıyor. İkisinin reytingini koyun yan yana, yine haklıyım!
Dahası da var; Osman Betin Japon ve Osmanlı kılıçları konusunda da eğitimliymiş. Muhteşem Yüzyıl’ın ilk bölümlerinde sete gitmiş ama oyuncuları 15 gün eğitme talebi kabul edilmemiş. Üçüncü gün setten ayrılmış.
“Şimdikiler beleşten kahramanlık” demeye getiriyor. Kısa yoldan kahramanlık… Tarihi arkana alırsan yol kısalıyor. Anında kahramansın. Sadece filmlerde de değil… “Âlem buysa kral benim” de kolay.
“Cüneyt Arkın karateye âşık”
Betin gerçeğini, olması gerekeni de anlatıyor, öğretiyor: “Biz Nuri Alço ile bir kavga sahnesi çektik. Nuri’ye, ‘Sen bana yumrukla vursan, hatta seni benim üzerime atsalar, beni yine deviremezsin. Sen bana kafa at. Ben sersemleyip düşeyim, sen kaç’ dedim.
Kamerayı amorsa koyduk, Nuri, tam göğsümün yanına vurdu, ben darbeyi aldım ve düştüm. Yönetmen de birden panikledi ve kamerayı bırakıp koştu. ‘Yok bir şey, rol yapıyoruz’ dedim, inanamadı. Sahneyi çekememiş, tekrarladık. Böyle sahici yapıyorduk.”
Arkın’la tanışması da efsane: “Cüneyt Arkın’ın hayranıydım, tanıştığımızda gözüme dev gibi göründü, elim ayağım titredi. Çalışmaya başladık, bir daha hiç ayrılmadık. Karateye âşık.” (Tuğba Özgür Durmaz, “Cüneyt Arkın’ın karate hocası dövüş sahnelerini beğenmiyor”, 19 Aralık 2014, AA)
“Gerçeğini yapmak istiyor, çok seviyor”
Nuri Alço yıllar sonra Arkın’la çektiği kavgaların perde arkasını anlatınca o simli, ağır kadife perde de kalkıyor (18 Temmuz 2022, Türkiye): “O sahnede kavga edeceğiz; ‘Kalk kalk kalk’ dedi bana Cüneyt abi, ondan sonra bir kavgaya başladık. Bana bir yumruk vurdu ben attım kendimi aşağıya. Attım ama öyle kurnaz ki her şeyin gerçeğini yapmak istiyor, çok seviyor.
Kavgaların provalarında ‘Sağ vuracağım’ deyip sol vuran bir insan. Attım aşağıya kendimi hemen kendisi de atladı üzerime, yani üzerime düşse kemiklerim kırılır. Hemen yuvarlanarak kaçtım, ‘Ne kurnazsın, nasıl kaçıyorsun’ dedi.”
Yazı dizim boyunca -demeye getirmeye çalıştığım gibi- şiddet ve şiddet süslemeciliği tarihimizde, içimizde, iliklerimizde var. Yeter ki vurduğumuz eli tutan olmasın da, öbür elimizden tutan olsun.
Çağ atlayan kahramanlar
Kahramanlarımız çağımızın kahramanları değil. Söylemiyle, durma güncellenen efsanesiyle çağ atlıyor esasında. Eksiği, boşluğu yahut gönlümüze göre “yanlış”ı varsa tarihin, o da anlatırken kurguda-montajda düzeltiliyor. Tarih güncel filmlerin, dizilerin makarasına sarılıyor hevesle, telaşla.
Suretlerini bugün gösteremediğimiz için her fırsatta canlandırılıyor da elbet. Sadece sinemada, filmde, dizide de değil. Sivil-resmi törenlerde, kurumların, sarayların kapısında dikiliyor yeri-zamanı gelince. Hiç kıpırdamadan ama canlı canlı. Biz de canlanıyoruz, göğsümüz kabarıyor yeniden.
Tarihten ışınlanmış, şık kıyafetleri bile buruşmamış… Öyle gerçek! Ama yaşasaydı, 16 Aralık 2015’de 56 yaşında ayrılmasaydı aramızdan, bu durumu Osman Betin’e de sormak isterdim tabii. “O başka…” derdi muhtemelen; kim ister biyografisine davaları, hatta cezaevini filan eklemeyi. Sonraki yazımda “Savaş Kahramanları”nın dünyasına değineceğim. Biraz…