Yazı dizimin ilk durağındaki lambalı, transistorlu radyolar soğumadan, 45’lik plaklar tavanarasına kaldırılmadan, “Teypten Önce-Teypten Sonra”yı da yaşıyor kuşağımız. Geçen pazar değindiğim pikaplar hakkıyla efsane… Lâkin dünyanın döndüğünü göstererek kanıtlayan kaidesine plak koyman, onu sürekli beslemen gerekiyor.
Pikapla, onun hak ettiği müzik sistemleriyle analog sesin tadını çıkarıyorsan mesele yok. Müzikte kendi kültlerinle, ona ayırabildiğin bütçeyle, Türkiye’de “bulabildiğin plaklar”la yarattığın az çok sınırlı arşivinle, o anları, o repertuarı bir ayine dönüştürebiliyorsan ne âlâ.
Ama çeşitliliği, günceli başka alternatiflerle takip etmiyor/edemiyorsan, çoğu örnekte dar arşivinle, yenilenemediği için yorulan, aksayan müzik sisteminle kendini ezberleme tehlikesi var. Pikap sadece teçhizatıyla değil müzikleriyle de nostalji aracına dönüşebiliyor bazı hanelerde.
Dert edinecek bir şey mi, o da tartışılır. Müzik dinlemek her yerde, her şekilde, her yolla keyfi katlayan, bazen tanımlayan bir imkân. Bir cep radyosunun kuşağım insanının hayatındaki yeri, mucizesi bile ayrı roman. Anılarını dolaşsan seni her istasyondan küçük bir radyo uğurlar.
Nihayetinde insanın dinlediği müzik o mahut “Güzide çevrem ne der?” filtrelerinden geçmiyorsa, modaya uyma yahut ille de uymama inadıyla “farklı”ya müzik zaptiyeliği yapmıyorsa, tarz sahibi olmak adına bazen bir katlanmaya dönüşmüyorsa, cancağızına ait harika bir mesele. Sana, senin anlarına iyi gelen, her şeyden önce sana hitap eden bir dünya, bazen de sığındığın, sana nefes aldıran bildik köy-kasaba.
Teypli, kasetli Halk Devrimi
Lâkin müziğin dünyasına, onun derinliklerine dalmaya, kuytularını dolaşmaya, müzikal seyahatlere, keşiflere çıkmaya, insanın en kıymetli iletişim hazinelerini o yolla da anlamaya, hissetmeye meyyal bir bünyen varsa “tek araçlı müzik” bazen yeterli gelmiyor.
Özellikle bizim kuşak için pikap bir araç olarak da, piyasadaki plak çeşitleriyle de sınırlı. Pikabın o altın yıllarında bile duyduğun, sevdiğin her şarkının plağını bulmak imkânsız. İşte teyp yani o günlerde henüz Öztürkçeleştiremediğimiz adıyla kasetçalar, yine henüz buluşturulamayan namıyla uzunçalarzevki yaşatan pikabın karşısına ancak öyle avantajlarıyla çıkabiliyor.
İstediğin şarkıları radyodan, pikaptan, hatta konserden, arkadaşının sesinden canlı canlı kaydetme, özellikle çift kasetli modelleriyle evde çoğaltma olanağı sağlayan teypler, her keseye göre satılan, üstüne defalarca kayıt yapılabilen kasetler, ses kalitesiyle pikaba, plağa erişemese de Halk Devrimi esasında.
Kaset tamircisi küfürbaz olur
Kuşkusuz TK 24 Grundig makaralı teyplerle piyasaya dalan, ardından sırtüstü duran küçük ITT Automatic kaset teyplerle, elden ele nesebi gayri sahih bantlarla, kasetlerle süren keyif de bütçeye göre çeşitleniyor. Evlerde dik duran, üzerindeki sapı katlanan, kaset gözü trak diye açılan elektrikli, pilli teyplerin kısa sürede Sony’den onun çakması sanılan Japon Sanyo’ya, oradan hiç duyulmamış melez, montaj, kelepir markalara genişliyor.
Bir süre sonra Akai, Nakamichi, Denon deck teypler, Basf Extra Chrome vs. kasetlerle dinleme kalitesini yükseltmeye çalışıyor. Ama bir yere kadar… Teyp pikaba karşı yerini hiç bir zaman ses, müzik dinleme kalitesine göre konumlandıramıyor.
Ayrıca kaset ömrü sorun, bozulan, teybe saran senin için değerli, zor bulunan kasetlerini onarmak zorlu, ince zanaat. Mini mini vidalarını yalama etmeden açıp, saran yeri kesip seloteyple incecik yapıştırmak, düzgünce yerleştirip kapatmak, Nacar saat tamirinden zor. Maket bıçağı henüz olmadığı için o hassas ameliyatı jiletle yapıyorsun. O yüzden o alandaki her tamirci küfürbaz.
“Emrah”tan “şinanay yavrum”a
Plağın karşısında kasetin başka yararları var. Teyple birlikte artık 33’lük plaklardaki, albümlerdeki “parça seçimi” de seni sınırlamıyor, havana göre bunaltmıyor, tadını kaçırmıyor. Cem Karaca’dan “Emrah”ı, “Bu Son Olsun”u, “İstanbul’u Dinliyorum”u keyifle sindirirken araya Kalenin bedenleri, Niksar’ın güzelleri “şinanay yavrum” formunda girmesi riski yok.
Ötesi tek atımlı 45’lik plaklar, bir yüzüne en çok beş-altı şarkı sığan 33’lükler, müziği fon olarak kullanan hararetli muhabbetlerde sorun. Zaman öyle hızlı geçiyor ki, sana durmadan kalkıp plağı değiştiriyormuşsun gibi geliyor. Mevzu dışı öyle hiperaktiflikler muhabbette anlık “elektrik” kesintisi.
“Bizim şarkılarımız”la seranat
Kaset öyle değil. Seçilip listelenmiş en güzel, muhabbette en damardan “karışık” 90’lık, 120’lik kaseti koy, diğer yüzüne döne döne, “auto reverse” çalsın. Ayrıca kişiye özel melodik aşk mesajlarıyla, “bizim şarkılarımız”la sevgiliye serenat imkânı. Sabra göre 46-60-90-120 dakikalık kesintisiz ilan-ı aşk!
Hem diğer adıyla “karma kasetler”in henüz o yıllardaki popüler Hint filmlerinden keşfedemediğimiz anlamıyla da bir “karma”sı var. “Sana bu kaseti doldurdum” yahut “Bana kaset çeker misin?” bile bazı durumlarda flört cümleleri, birlikte şarkılardaki dünyaları kurma îmâsı. Birbirini birbirine kaset dolduracak tanıyorsan, ilerde öyle boşlukları doldurmak icat edilen “ruh ikizliği” filan ne kelime. Olmuşsunuz işte…
Eh, bir buçuk, iki saatlik kasete sadece “slow dans” şarkıları doldurarak ebedi temas düşleri kurmak da neredeyse bedava. Söyleyebileceğin, tahayyül edebileceğin her şeyi en etkileyici fısıltısıyla, figanıyla şarkılarda buluyorsun. Şiir mi yazacaksın, veciz bir aşk cümlesi mi yuvarlayacaksın, hazırı, yapılmışı, ötesi melodilisi var.
Ruh hâline göre karışık kasetler
Popüler, HİT listeleri kendin oluşturamıyorsan onun da yapılmışı kasetçilerde hazır. Bu mevzuda okumuş yazmış olmaksa niyetin HEY Dergisi’ni takip edebilir, hatta arada Kızılay’dan Rolling Stone, Alman Bravo, Fransız Copains dergilerini alabilir, kasetine dünyanın müziğini doldur(t)abilirsin.
O yıllarda karışık kaset doldurma sektörü de patlıyor. Semtinde hatta sokağında boy gösteren kırtasiye destekli plakçılar o sektöre cümbür-cemaat dalınca, “Kendin seç, kendin dinle” dönemi başlıyor ki… Sağladığı olanaklar, karışık kaset türleri, kaseti nabza göre dolduruş havsalayı aşıyor.
Hemen her “kasetçi”de uzun, daktiloyla yazılmış karışık kaset listeleri klasörlerinde seni bekliyor. Raflarda hazır duran üzerinde “En Güzel ……… Şarkıları” yazan kasetlerdeki nokta noktaları sanki sen doldurmuşsun. Kasetçilerin raflarını, listelerini sadece müziğin türüne, icracısına göre filan değil ruh hâline göre dolaşıyorsun: “Abi sorduğun kasetler ‘En Güzel Ayrılık Şarkıları’ rafının solunda…” Bazen de tezgâhtarın bilmişi sana şöyle bir bakıp, derdini anında teşhis ediyor, kaseti uzatıyor: “Bak sen bunu bi dinle, bayılacaksın”.
Kasette “Türk Korsanları” efsanesi
Karışık kaset deyince işler de karışıyor. Korsan teyp kasetleri, neredeyse “Türk Korsanları” itibarı görüyor o tarihte. Telifsiz-teklifsiz müzik piyasanla dünyaya meydan okuyorsun. Sosyal bir zaruret, temel ihtiyaçlardan… Yıllar sonra “Bandrol Yasası” plak-kaset yelpazesine başta darbe vuruyor. “Bandrolsüz”ler göz önündeki büyük mağazaların raflarından kalkıyor.
O koşullarda “Çok satan” ya da öyle umulan bandrollü kasetlerin arasından dinlediğin “underrated” müziğin çeşitlerini bulmak neredeyse imkânsız. O da elden ele dolaşan “ev üretimi”ni, pasajlarda merdiven altını iyice profesyonelleştiriyor bir dönem. Teyp varsa müziği kökten yasaklama, dolaşımını engelleme çabası nafile. O günlerin ucuz kaset markası “Corona” ilk endemik salgın.
Kasetlerin kolay üretimi, yaygınlığı politik, etnik, “aykırı” müzik için de daha önce olmayan bir imkân. Her dilden protest müziğin yanında, Kürtçe kasetler, Şivan’ın (Perwer) sesi o sayede memleketi dolaşıyor. Kürtçe Herne Pêş marşı miting ezberine de yerleşiyor kısa sürede. Ruhi Su, Timur Selçuk, Zülfü Livaneli konserlerinin parça aralarındaki sloganlarla nabzı yükselen kayıtları da piyasada. Kaçırdıysan, gitmiş kadar oluyorsun.
Karaböcek’ten Hint, İspanyol arabeski
Aynı süreçte “oto teyp”ler arabalardaki radyo bağımlılığına sıkı bir alternatif. Yolda kendi müziklerini dinlemek şahane ama arabanın göğsünde unutmayacaksın, güneşe nazır bırakmayacaksın, yamuluyor. Çare olarak bir ara korunmalı kartuş kasetler, kartuşlu oto teypler çıksa da cüssesiyle ömrü uzun, piyasası geniş değil.
Toplu Taşıma’yı farklı bir müzik türüyle, tarzıyla da tanıştırmaya başlıyor karışık kasetler. 68’lere gelirken Neşe Karaböcek’in kendinden ekolu, tiz titreşimli sesiyle ortalığı saran “damar şarkılar”, 1967’de icra ettiği Raj Kapoor’un “Sangam”ıyla ikinci “Avare Mu” vakasına dönüşüyor. Kadın-erkek düetinin sözleri de arabesk alt yapısından: “Bir tarafta arkadaşım, bir tarafta sen…”
Ama şarkı orjiinal sözleriyle, “Mere man ki ganga, or tere man ki jamnaka /bol raha, bol sangam, oga ki nehi” ile başlıyor. Zira filmiyle birlikte şarkının sözleri herkesin dönmeyen dilinde. Pek dil bilmesek de, ezberimiz doğuştan kuvvetli; meraklısı her dilden şarkıyı ezbere söylüyor o yıllarda.
Oto teyplerde esen fırtına
Karaböcek’in bir yıl sonra ritmiyle İspanyol arabeski “Artık Sevmeyeceğim”i ise anında ulusal bir melodi, dünyanın arabeski üzerinden gelen yeni bir fırtınanın habercisi. Sözleriyle halkta “Bütün kabahat benim” ideolojisini de besleyen, devletlû bir şarkı.
O yıllarda Orhan Gencebay da “Kaderimin Oyunu” ve “Bir Teselli Ver”i çıkararak, kendi tarzıyla kuşatıyor âlemi. Birkaç yıl sonra Gülden (nâm-ı diğer Golden) Karaböcek’in “hayatımdaki dönüm noktası” olarak nitelendirdiği “Dilek Taşı” da toplu taşım müziklerinden. Ardından Ferdi Özbeğen yorumuyla da hayatın her köşesinde. Kendi tarzı, yorumuyla bir akımın, “piyanist şantör” kavramının öncüsü.
Oto teypler taksileri, dolmuşları, minibüsleri arabesk, harflerinin tümü şapkalı okunan “fantazi” müzik odalarına dönüştürüyor. Yeni tür-tarz elbette “Oda Müziği” değil. Sazı, sözü, dokusuyla her yanı, her toplumsal kesimi, her türden müzisyeni sarıyor.
Kasetlerdeki kahır mektupları
Misal Klasik Türk Müziği’nin Sanat Güneşi Zeki Müren’in “Kahır Mektubu” sadece kasetiyle değil 33’lük plağıyla da rekor peşinde. Şarkı değil aldığı musiki eğitiminin gücü adına Doğulu Batılı enstrümanlarla yarım saat süren bir arabesk senfonisi. Kahır damarını araya giren koro da genişletiyor.
Sadece müzikle değil arada okuduğu şiirlerle, dizelerle de köklüyor gaz pedalını. “Her gece kederdeyim, durmadan içiyorum”un detayını, hakkını “Yokluğunla baş başa /Şerefe deyip şimdi /Bin kahır, bin kahır, bin kahır içiyorum”la veriyor.
Bir şarkıyla ağız tadıyla yahut zehrederek içilmiyorsa, bestesinde, güftesinde, icrasında bir eksiklik, bir arıza var mutlaka. Müzik sektörü o sosyolojiyi daha baştan yalamış, yutmuş zaten. Bünye de ezelden hazır; marşlar, kahramanlık türküleri, Cici Kızlar, hatta nakaratı “Allah”lı olanlar dâhil içilmeyen bir şarkı, türkü hemen hemen yok gibi.
Arabesk ulusal içerlek güdü
Aslında arabesk ulusal açıdan herkeste doğuştan olduğu varsayılan zaruri bir insanlık hâli. İçerlek güdü… Şarkılar, “Sanat Müziği” de çoğu kez kahır, gam, keder-kaderle ezelden “zehrediyor” zaten. Müren’in bir tas “bol tuzlu” can eriğiyle yahut içini yakan üç sıkım çiğköfteyle bir 70’lik yuvarlatan o eski, kült şarkısındaki gibi:
“Zehr’etme bana hayatı cananım /Elemlerle doldu benim her anım /Kederinle yanıp sönse de canım /İnan ki ben sana yine hayranım.” Güftesi akrostiş üstelik; yukarıdan aşağıya baş harfleri ZEKİ… Oto-biyografik şarkısı “İşte Benim Zeki Müren”in hüznünün özeti orada.
Bari sen zehretme Erkin Baba
Kaplıyor hayatı… Mesela Müren’in o ünlü Acemkürdi şarkısını televizyonda piyanosuyla Erkin Koray’ın okuduğunu söylersem şaşırmayın o furyada. “Fesuphanallah” da demeyin, onu da kendisi söylüyor. Ama dinledikten sonra benim gibi “Bari sen zehretme Erkin Baba” diyebilirsiniz.
Şarkılar, türküler de “zehrediyor” ama yeni akımın yeri, kahrın o lezzeti, ambiyansı başka. Artık o tür, o tarz, o ulvî keder, yârin kutsal kâsesinden, kadehinden içilen zehir kompozisyonları kaset dünyasında bir fırtına…
O felsefenin Pop temsilcisi Ayla Dikmen’in “Zehir Gibi Aşkın Var”ı tutmasa da, yine 70’lerin başında “Kadehinde zehir olsa /Ben içerim bana getir” gibi güftesi doğuştan arabesk Türk Sanat Müziği şarkıları da, Özbeğen’in, Müslüm Gürses’in yorumuyla kendine geliyor, safına yerleşiyor. Hepsini kasetlerde buluyorsun. Bir yolu olsa kendine takacaksın.
“Bayan anonslu” kasetler
Nabza göre karışık kaset piyasası sosyolojik aynası toplumun. Lunapark’taki ayna reyonundaki gibi bazı örnekleri kahkaha bile attırıyor bazen. Mesela otobüslere, uzun yola has üzerinde “Bayan anonslu” yazılı kasetler: “Şimdi çalacağımız şarkı, 17 numarada oturan sayın yolcumuza gelsin…” “Teveccühünüz” terbiyesiyle toparlanıyorsun hemen, ilgi odağısın çünkü. Sana çıkan o şarkıdaki gibi misin acaba? “Şarkılar seni söyler” zira.
Aynı furyada “O şimdi asker” temasına uygun yine “Bayan anonslu”,yerine göre “ekolu” karışık asker kasetleri ayrı dünya. İçinde asker, tezkere, hasret geçen tüm şarkılar, türküler toplanıyor kasette. “Askerdeki nişanlıma gelsin” anonslarının yanında, “Bayan”ın şarkı aralarında mikrofonik sesiyle senin yazdığın şiirleri okuması da hizmete dâhil.
Bu mevzuda, karikatürist Erdil Yaşaroğlu’nun kendi adına doldurttuğu “Kadın sesli (ekolu) asker kaseti”ni, o dünyayı özetleyen eserini de ıskalamayalım: “Bütün bölük cennet olsa /Bütün kızlar asker olsa /Hülya Avşar subay olsa /Banu Alkan uzman çavuş olsa /Ahu Tuğba nöbet tutsa /Yine kalmam şu Sivas’ta /Ben yârimi özledim /İstanbul yolunda”.
Bireyselleşmeye teknolojinin etkisi açısından da teyp bir dönemin simgesi. İnsanın kendini dış dünyadan soyutlamasında, kulağını kulaklıkla kapatmasında da kaset teybin yeri önemli. O yürüyüşte, koşuda Walkman bir dönemin efsanesi. Gelecek pazar yazı dizisine Walkman’le, hatta cazın içilmesini sağlayan piyano teknolojisiyle filan devam edeceğim.