Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIBarışın amacı adaleti tesis olsaydı hiçbir savaş bitmezdi fakat adalet vaat etmeyen...

Barışın amacı adaleti tesis olsaydı hiçbir savaş bitmezdi fakat adalet vaat etmeyen barış da eksik bir barıştır

Barışı ‘zafer’ kazandıktan sonra ulaşılan sükût ortamı olarak değil de kavga ettiğinle işbirliği sonucunda ulaşılan bir sükût ortamı olarak tanımlarsak, Türkiye’de şu anda yaşanmakta olan şey nedir? Hiç şüphesiz bir barış girişimidir. İçinde ne yazık ki adalet vaadi yoktur, dolayısıyla eksik bir barış girişimidir fakat yine de değerlidir çünkü barışı savunanların adaleti savunma imkânının önünde açılmış bir yoldur. Silah, adaletsizliğin failinin adalet üzerine konuşmayı bastırmada kullandığı bir araç haline gelmişse, silahların konuşmaya devam etmesi kime yarar?

“(…) Teröristbaşı işin içinde olmazsa bir şey çıkmaz diyenlere de sesleniyorum; Şayet teröristbaşının tecridi kaldırılırsa, gelsin TBMM DEM Parti grup toplantısında konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın. Bu dirayet ve kararlılığı gösterirse, ‘Umut Hakkı’nın kullanımıyla ilgili yasal düzenlemenin yapılması ve bundan yararlanmasının önü de ardına kadar açılsın.”

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin siyasetteki bütün taşları yerinden oynatan hamleleri 22 Ekim’de partisinin grup toplantısında sarf ettiği bu cümlelerle başlamıştı. (Acaba gerçekleşme ihtimali sorulduğunda ülkede yaşayan herkesin sıfır puan vereceği bir gelişmenin herkesin hayretle açılmış gözlerinin önünde gerçeklik sahnesine düştüğü başka bir ülke var mıdır?)

Bahçeli’nin çağrısı, üzerinden iki ay geçtikten sonra nihayet gerçekleşti, Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan Cumartesi günü (28 Aralık) İmralı adasına giderek Abdullah Öcalan’la görüştüler, ertesi gün de Öcalan’ın mesajını kamuoyuyla paylaştılar.

Sana gül bahçesi vaat etmedim!

Kürt meselesini gerek kolektif gerekse de bireysel haklar alanında kendini gösteren bir adaletsizlik ve eşitsizlik sorunu olarak görenlerin bir bölümü Bahçeli’nin çağrısını ilk andan itibaren yanlış yorumladılar ve bunun 2013-2014’tekine benzer bir çözüm adımı olduğunu vehmettiler. Oysa Bahçeli yanlış anlaşılmaya yol açabilecek cümleler kurmamıştı, o PKK’nın Türkiye’de yürüttüğü silahlı mücadeleye son verdiğini ilan etmesini istiyor, bunu da örgütün lideri Abdullah Öcalan’a havale ediyordu. Karşılık olarak da sadece Öcalan’a ‘umut hakkı’, ‘bin yıllık kardeşlik’ vurgusu ve ‘sonrasına bakarız’ iması.

Keşke Bahçeli yalnız “bin yıllık kardeşlik”ten değil “yüz yıllık adaletsizlik ve eşitsizlik”ten de söz etseydi… Ama etmedi diye, hayırlısıyla tamamına erdiğinde PKK’nın Türkiye’de 40 yıldır sürdürdüğü silahlı mücadeleyi terk etmesi sonucunu doğuracak bir siyasi hamle neden tümden değersiz olsun? Silahların susması ve ‘barış’ kendi başına bir değer değil midir? Barışın amacı adaleti tesis olsaydı ve adaleti tesis etmeyen barış barıştan sayılmasaydı hangi savaş biterdi? En güzeli tabii ki aynı zamanda adaleti de sağlayan bir barıştır fakat ikisi aynı anda olamıyorsa buradan “o zaman barış da olmasın” sonucu çıkarılabilir mi? Silah, adaletsizliğin failinin adalet üzerine konuşmayı bastırmada kullandığı bir araç haline gelmişse, silahların konuşmaya devam etmesi kime yarar?

‘Kardeşlik’ parantezi: Kardeşseniz, daha derinden incinirsiniz

Dostlar, kardeşler arasındaki gerilimlerin izalesi, hasımlar arasındaki gerilimlerin izalesinden daha güçtür. Çünkü birincinin içi hayal kırıklığı ve incinme ile, ikincinin içi öfkeyle doludur. Öfkeye yol açan maddi koşullar düzeltildiğinde öfke de hızla seyrelir. Fakat hayal kırıklığı ve incinmeye yol açan maddi temel ortadan kalksa bile, hayal kırıklığı ve incinme kolay kolay seyrelmez. “Türk-Kürt kardeşliği” işte böyle bir problemle malûl. Bu çağrı Kürtlerde sadece sinirliliğe yol açıyor çünkü biliyorlar ve yaşıyorlar: Bu en başından itibaren eşit kardeşliğe değil, abi-küçük kardeş ilişkisine referans veriyor.

Abi-küçük kardeş kardeşliği bir “şefkat kardeşliği”dir ve bir “şefkat kardeşliği”nde küçük kardeşin abiye karşı eşitlik talebinde bulunması durumunda, karşılaşacağı şey, şefkatin azalmasıdır. Çünkü şefkat, eşitsizliğin tarlasında boy atan bir duygudur ve yönü kuvvetliden zayıfa doğrudur.

Yıllar önce Alev Alatlı, Kürtlere, kendileriyle ilgili “Dağ Türk’ü, kart-kurt gibi tanımlamaların mizahi olduğu kadar da sevecen tınısını savsaklamamaları” tavsiyesinde bulunmuştu. Kürt aydını Kendal Nezan’ın bir yazısına karşılık da şöyle yazmıştı:

“Sana Dağ Türkü demişsem bir tanem, kendimden ayırmamak için demiş olamaz mıyım?”

İşte tam böyle bir duygudan söz ediyorum: Samimi bir sevgi-şefkat duygusu ve ona eşlik eden buz gibi bir “kardeşimsin ama eşitim değilsin, ben senin abinim” iması…

2013’teki Çözüm Süreci’nin zirvesinde bile bu imâ bu kadar netti.

Kürtlerin duymak istediği şey kardeşlik ve sevgi değil, eşitlik ve saygı… Ya da şöyle: Türk’ün Kürt’le kardeşliği ancak eşitlik ve saygı ile birlikte anlam kazanabilir. Aksi takdirde hiç telaffuz edilmese daha iyi, çünkü bu haliyle artık Kürtleri sinirlendirmekten başka bir sonuç doğurmuyor.

Barış hasmınla işbirliği yapma cesaretidir

Tan Oral’ın 1970’lerdeki “Soğuk Savaş”ın iki tarafının (ABD ve Sovyetler Birliği) ve onların Türkiye’deki taraftarlarının sürekli tekrarladıkları “barış” çağrılarının “barış”la neden hiç alâkasının olmadığına dair sözlerini ilk okuduğumda bariz bir aydınlanma duygusu yaşadığımı hatırlıyorum. Şöyleydi o bölüm:

“Beni bir barış paneline çağırdılar. Orada öteden beri barışı savunan birçok eş, dost ve yazarı izlediğim zaman şunu fark ettim, aslında kimse barışı savunmuyordu, herkes zaferi savunuyordu. İstedikleri şey barış değil zaferdi. Herkesin istediği zafer. Yani zaferi kazanalım, ondan sonra dünya benim istediğim şekilde barış içinde devam edip gitsin.

“Bu barışçı bir bakış değil. Bu tam savaşçı bakış. O panelde şunu söyledim: ‘Barış düşmanla işbirliği yapmaktır… Düşmanla işbirliği yapmanın, anlaşmanın adıdır barış. Buna var mısınız, buna varsanız barışı savunalım’ dedim. (…) Barış budur, bu cesareti gösterebilmenin adıdır barış. Yani kavga ederiz, ben yenerim, ondan sonra sulh ve sükûn içinde benim egemenliğimde, benim istediğim bir dünyada yaşarız. Bu barış değil, bu savaşın tipik tanımı.”

Barışı “zafer” kazandıktan sonra ulaşılan sükût ortamı olarak değil de Tan Oral’ın anladığı gibi kavga ettiğinle işbirliği sonucunda ulaşılan bir sükût ortamı olarak tanımlarsak, Türkiye’de şu anda yaşanmakta olan şey nedir? Hiç şüphesiz bir barış girişimidir. İçinde ne yazık ki adalet vaadi yoktur, dolayısıyla eksik bir barış girişimidir fakat yine de değerlidir çünkü barışı savunanların adaleti savunma imkânının önünde açılmış bir yoldur.  

- Advertisment -