O görüntüyü unutmayacağım… Hoşgörünün yanında geçiştirmeye de müsait “İnsanlık hâli” klişesini tarumar eden bir kuple “insanlığın hâli”ni. Geçen hafta ABD Kongresi’nde konuşan Netenyahu’yu ayakta, uzun uzun, coşkuyla, defalarca alkışlayan insan manzaralarını…
Görüntüyü durdurup, geri alıp, tekrar tekrar bakıyorum. Toplantıya katılan üyeler geçmişteki “Beyrut (Filistin) Kasabı” gibi unvanları fazlasıyla hak eden, zulmün tarihindeki o tahtı layıkıyla dolduran İsrail Başbakanı Netenyahu’yu -birçoğu şakalaşarak, gülüşerek- bekliyor. Koltuğunda duramayan, kürsünün çevresini sarıp ayakta bekleyenler de çok.
Zalime muhabbet kuyruğu
Oturum başkanı tokmağını vurunca ayaktaki görevliler saygıyla ellerini önünde bağlıyor, Netenyahu kalabalığın arasında -gülerek- beliriyor. Ayakta bekleyen üyelerin aslında “kuyrukta” olduğunu anlıyoruz; sıkı sıkı tokalaşma, elini iki eliyle avuçlarının içine alma, omuzuna dost şaplağı atma, ayaküstü de olsa birkaç kelimeyle “muhabbet etme/gösterme” kuyruğu… Yalakalığın evrensel beden dili.
Fotoğrafçıların flaşları patlıyor artarda… Üyelerden bazıları tokalaşma fotoğrafını çerçeveletip ofisindeki, evindeki “Bakın ben bunların dostuyum” külliyatının arasına asacak. Bazısı o fotoğrafı zamanı/devri geçince kaldıracak, bazısı ofisten yollanınca kaldırılacak, yanında götürmezse belki gelenin çöp tenekesini boylayacak.
Ama o an üyeler heyecanla ayakta… Alkış, ıslık, coşkulu, hevesli destek nidaları, naraları kıyamet görüntüleri gibi esasında. Onları da kanlı savaşlara uzaktan, oturduğu yerden, anca koltuğundan kalkarak alkışla, parmağını sallayarak “kahramanca” destek, “gaz” verenlerin tarihî görüntülerinin, fotoğraflarının utanç albümlerine iliştirmek mümkün.
“Salak Amerikalılar”a da alkış
Netenyahu kürsüde çok mutlu, el sallıyor, avuçlarını birleştirip “şükran”ını gösteriyor, tezahürat, “Hey Ho”lar berdevam. Konuşmasına başlamak için elini kaldırıp kalabalığı “Teşekkürler, teşekkürler”le “yeter”liyor, toplantıyı yöneten yine tokmağını vuruyor, coşkulu destek biraz daha sürüyor.
Başkan onu üyelere takdim edince yine bir kıyamet: “Ekselansları İsrail Başbakanı Benjamin Netenyahu’yu sizlere takdim etmenin yüksek ayrıcalığına ve farklı onuruna sahip olduğumu biliyorum…” Ekselansları, suratında Filistin topraklarında yarım asırdır süren kanlı işgallerinin de perçinlediği keskin, kibirli bir ifadeyle sert, pervasız konuşmasına başlıyor.
Konuşmasında sesini yükselttiği, vurguladığı her satırda, her yalanda yine patlayan alkış yağmuru. Öyle ki… Gazze’deki savaşa karşı çıkan Amerikalıları “ahmaklar, salaklar” olarak nitelendirdiğinde bile alkışlar durulmuyor. Her yerde öyledir; “en Amerikalılar” buluttan nem kaparlar da, istemedikleri, anında ötekilere havale edecekleri hiçbir şeyi üzerine alınmazlar.
Simalardaki bildik sırıtma
O manzarayı anar, anlatırken “insan”a dair ağır arızaları, “tanı”ları, benzetmeleri, deyimleri, velhasıl “insana hakaret” olarak da görülen bilumum kelimeleri, sıfatları sıralamak durumunda kalıyorsun. Zira Yaşayan Sözlük’te karşılığı öyle. Normalde sevimsiz, hatta küfür gibi gelse de değil, tasviri, tarifi, adı-anlamı o.
İsrail’in Filistin halkına, yıllardır işgalle bir avuç kalan toprağında uyguladığı sistematik, planlı, sınırsız katliam, zulüm, işkence 10. ayında… Şiddetin, mezâlimin her türü. Naklen… Ve onu uygulayan, övünen bazı askerlerin, İsrailli yetkililerin yüzündeki sırıtış, küstah ifade, kibir bazı Kongre üyelerinin simasında da sırıtıyor.
Her türlü sansüre, engellemeye, filtreye, indirgemeye rağmen gözler önünde sürdürülen o katliamın, hiçbir vicdani, ahlâkî sınır, hak, “savaş hukuku” filan tanımayan günlük manzaraları ortada. Çocuklar, kadınlar, yaşlılarla katliamın aile fotoğrafları… Ölü, yaralı sayısı otomatiğe bağlanmış gibi her gün artıyor.
“Netenyahu kesinlikle haklı”
Ve bütün bunların kürsüdeki küstah, pervasız temsilcisini, sembolünü ayakta alkışlıyorlar, yetmiyor sosyal medyada coşkulu mesajlarla anında kutsuyorlar. Gönülde de öyle, dilde de, “demeç”te de…
Sosyal medyaya göz attığımda Donald Trump’ın sıkı destekçisi Güney Dakota Valisi Kristi Noem’in Kongre’nin hemen ardından attığı “twit”le de karşılaşıyorum: “Arkadaşım Netenyahu kesinlikle haklı. Güney Dakota İsrail’in yanındadır.” İsrailli yetkililerin farklı mevzularda, zamanlarda şükran, teşekkür, takdir mesajları da var Twitter hesabında.
Noem’i fotoğrafı, soyadıyla bir yerlerden hatırlıyorum da… Bakınca karşıma bir sürü haber, “arıza” çıkıyor. Bölgesindeki dokuz Kızılderili kabilesinin biri hariç hepsi yerlilere karşı aşağılayıcı tutumu, ayrımcılığı gibi nedenlerle Noem’in kendi topraklarına girmesini yasaklamış mesela. “Güney Dakota İsrail’in yanındadır” derken, tüm eyaletin “kendisi gibiler”den oluştuğunu varsayıyor. İtiraf da ediyor. Hep öyledir, “efendi söylemi”.
Valinin “değersiz” köpeği
Noem LGBT haklarına, göçmenlere karşı tutumu, Vali Konağı’na devlet kesesinden yaptığı harcamalar (Hindistan’dan halılar, avizeler, sauna vb.) ile de gündeme gelmiş. “Bizimkiler gibi…” düşüncesini kovuyorum başımdan. Yeri, sırası değil bu yazıda.
Öne çıkan asıl, seri haberlerde ise Vali’nin nâmı “Köpek, keçi katili”… Zira 2019’da yazdığı kitapta (“Geri Dönmek Yok”) 14 aylık köpeği Cricket’ı (fotoğrafı yukarıda) nasıl öldürdüğünü bizzat, ayrıntılarıyla anlatmış. Muhtemelen kitabını yazdığı öyle hâllerini “itiraf”tan bile saymıyor.
Gerekçesini de bi güzel açıklamış: “Av köpeği olarak değersiz”, “eğitilemez”… “Çok neşeli, heyecanlı” bir köpekmiş ama kuşları kovalayıp avlarını berbat ettiği, komşusunun tavuklarına filan saldırdığı için “ondan nefret ettiğini” de vurgulamış. Eh, ne yapsın, işine yaramıyor, çakıl ocağına götürüp av tüfeğiyle vurmuş köpeğini.
Keçilerini de öldürmüş
Avcı Noem’in soğukkanlı, planlı infazları bununla da bitmiyor. The Guardian’da yayınlanan habere göre kitabında “Ailesinin ayrıca, hadım edilmediği için ‘iğrenç, kokmuş ve kötü’ bir erkek keçiye sahip olduğundan” söz etmiş. O da nefretlik, kötü keçi… Üstelik Noem’in çocuklarını kovalamayı, “kıyafetlerini mahvetmeyi seviyor”muş.
Keçiyi de almış Cricket’i öldürdüğü yere götürmüş. Lâkin onu da “çakıl çukuruna sürüklemesine, bağlamasına rağmen” ateş ederken sıçramış, yaralı kurtulmuş. Noem kamyonetine geri dönmüş, başka bir mermi almış ve “aceleyle çakıl ocağına gidip onu yere indirmiş”. Kaynaklar bu iki olayın “sadece insanî özelliklerini yansıtmadığını, bir hukuk sorunu olduğunu da” hatırlatıyor ama… Cezası mahşere yine.
“Trump’ın gözüne girmek için”
O aralar şahsından “Trump’ın en güçlü Başkan Yardımcısı Adayı” olarak söz edildiğini de vurgulayayım. Belki adaylığını kesinleştirmek için yapıyor bu itirafları. Bazı gazeteciler, yazarlar da aynı görüşte: “Trump’ın, Maga (Make America Great Again) Hareketi’nin gözüne girmek için…”
Zira kimi insanlar gibi hayvanlara karşı da gereğini yapmak, “zulmü giderek daha fazla onurlandıran ve şiddete değer veren bir siyasi kültürle dayanışmanın da sinyali”… Mâlum siyasi kamplara kendini sevginle, muhabbetinle, insanlığınla değil nefretinle, öfkenle, şiddetinle gösterebiliyorsun.
Ancak ters tepiyor. Çünkü “Köpek sevgisi Amerikalıları birleştiren önemli şeylerden birisi”… Nitekim “Noem skandalı” patlayınca Kongre’de iki kutbun üyelerinin de yer aldığı “Köpekseverler Grubu” bile kuruluyor.
Cumhuriyetçi-Demokrat farkı
Bu konuda “Cumhuriyetçiler ve Demokratlar”la yapılan araştırmalar, anketler de bunu gösteriyor. İki kutup da köpekleri sevdiğini söylüyor: “Hepimiz köpekseveriz…” Velâkin bunun “nasıl bir sevgi” olduğu da araştırılmış. Orada fark, sevginin gri tonları ortaya çıkıyor.
Demokratlar “köpeklerin yataklarında uyumasına izin vermek gibi” birçok konuda “daha hoşgörülü evcil hayvan ebeveyni olma eğilimi” gösterirken… Cumhuriyetçiler kendilerini çok daha yüksek oranda “evcil hayvanların efendisi” olarak görüyorlar. Sadece insanların değil hayvanların da efendisi… “Netenyahu”lu kongrede de izledim bazı efendilerin o kibirli salınışını.
Trump: “Aşağı sınıf tavrı”
Noem’in ifşasının ardından “skandal”ı o günlerde yoldaşı, dostu Başkan Trump’a da soruyorlar tabii. Hemen “Harika bir insan, onu çok beğeniyorum” diye övüyor Noem’i… Ardından ekliyor: “Kötü bir hafta geçirdi. Hepimizin kötü haftaları olur…” Trump’ın da iyi gününü, kötü gününü, “ne menem”liğini, Kongre Binası baskınını filan gördük doğrusu…
Belli ki onun nezdinde köpeğini öldürmesi “teferruat”. Trump Beyaz Saray’a “tüylü bir arkadaş” getirmeyen nadir başkanlardan. Ötesi eski ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence’in evcil hayvanlarından dostlarından birkaçını Washington’a götürmesini “düşük, aşağı sınıf tavrı” olarak gördüğünü ve bundan “utandığını” da söylemiş.
Köpeksiz nadir başkanlardan
Hiç haz etmiyor. Hatta Andrea Park’in 2019’daki “Donald Trump Köpeklere Hala Karşı” yazısına göre “evcil hayvanlara karşı açıklanamayan bir nefreti var”… Muhtemelen ondaki “umumi sevgisizliği” rötuşlamak için danışmanlarının, çevresinin ısrarlı “Bir köpek al (bari)” tavsiyelerini de hep reddetmiş.
İmajına bile karşı: “Beyaz Saray’ın bahçesinde bir köpeği gezdirirken nasıl görünürdüm?” Açıklamasına “yüzünü buruşturarak”, suratındaki limonî ifadeyi iyice ekşiterek devam ediyor: “Bilmiyorum… Kendimi iyi hissetmiyorum. Bana biraz sahte gibi geliyor, sahte…”
“Donald’ı gördü mü havlıyor”
Bu mevzuda eski eşi Ivana’nın “Raising Trump” kitabı da fikir veriyor. Ivana “Donald köpek hayranı değildi” diyor lisan-ı münasiple… Ivana’nın minik köpeciği Chappy’e de “bir düşmanlığı var”. Onu New York’a götürmesine de önce izin vermiyor mesela. Chappy de onu hissetmiş zaten: “Donald’ı gördü mü havlıyor…”
Aktardığım yazı “Açıkçası Trump’ın bırakın çaresiz köpek yavrusunu, kendisinden başka birine baktığını hayal etmek bile zor” cümlesiyle noktalanıyor. Doğrusu kendisinin de itiraf ettiği gibi bir köpek “edinmesi”nin sahte durması bir yana, hayvancağıza da yazık. Neler yapacağı muamma. Köpek sahiplenmek ağzına, diline bile yakışmıyor zaten.
Köpek nefreti dilinde de
O mevzuda da meşrebi-mezhebi, bakışı, dili öyle… “ABC News”da Trump’ın köpeklerden söz ettiğinde bunu hep hakaret, “kötülüğün sembolü” olarak kullandığı vurgulanıyor. Rakipleri, hasımları için “köpek gibi boğuldu’, ‘köpek gibi havladı’, “köpek gibi terledi”, “köpek gibi yalan söyledi”, “köpek gibi çöpe atıldı”, “köpek gibi kovuldu”, “nankör köpek” deyimleri gırla, dilinden düşmüyor. Trump’a göre oyuncu Kristen Stewart bile sevgilisini “köpek gibi aldatmış”.
IŞİD’in kurucusu Ebu Bekir el Bağdadi Amerikan özel kuvvetlerinin baskınında öldüğünde de o standart deyim: “İslam Devleti liderinin ‘köpek gibi öldüğünü’ bildirmekten büyük mutluluk duyuyorum…” “Köpek gibi” ölümünü detaylandırıyor da… Böyle lafları, “köpekli” benzetmeleri nedeniyle “Köpekler öyle değil o senin düşüncendeki kendi kirliliğin” diye yazanlar bile var.
Teselli mi, umut mu…
Önceki pazar yayınlanan “Zehirci, Fındık ve İğneci Amca” yazım geçiyor aklımdan. Yazımdaki “köpekleri uyutma yasası”na acımasız, hatta saldırgan bir tutumla destek veren insanlar da… Hani hep denir ya; bir insanın hayvanlara karşı düşüncesi, tutumu, davranışı, insanlara, “birlikte hayat”a karşı düşüncesi, duruşu hakkında da fikir verir bazen. “Kural” olmasa da yabana atılacak bir gösterge değil herhalde.
Her şeye rağmen ABD’deki “köpek sevgisi”nin ülkedeki derin kutuplaşmayı aşan az sayıdaki değerlerden birisi olduğundan söz ediyor kaynaklar. Bazı itirafların, düşüncelerin, pervasızlığın sınırını da gösteriyor bazen böyle örnekler. Kutupların hâlâ bazı insanî değerlerde buluşabileceğini… Teselli midir, umut mu, zaman gösterecek.
BİR FİLM: KÖPEĞİ SALLAMAK
“Kongre skandalı”nın ardından CumhurbaşkanıErdoğan’ın, iktidarın, o çevrelerin İsrail’e tepkilerindeki “harbi” söylemi, o “politik-manyetik alan”ı da izledim. İsrailli bazı yetkililerin benzer minvalde, yani “savaşçı”, kabadayı karşılıklarını da… Yazımın finalinden devamla, umut vermedi doğrusu.
İktidarların “gündemi değiştirme” çabaları bizim (de) her an tanık olduğumuz yaygın politik manevralardan, hatta gündelik kurgulardan. İşler sarpa sarınca bunun yollarından en makbulü de “savaş, beka, olağanüstü hâl” gibi taşlarla döşeniyor. Herkesin her şeyi bir kenara bırakıp bayrağının altında toplanması zamanı.
Bu konuda kullanılan yaygın, politik bir terim de var. “Wag the dog”… “Köpeği sallamak”, mealiyle köpeğin kuyruğunu değil kuyruğun köpeği sallaması… Genellikle askeri harekât, savaş riski/hâli gibi bir gündem yaratarak kamuoyunun dikkatini siyasi skandal(lar)dan, asıl mevzudan uzaklaştırmak. Ne kuyruklar gördük dinozor, fosil sallayan…
Rüzgâr uygunsa herkesle savaş
“Wag the Dog” deyimi Türkiye’de “Başkanın Adamları” adıyla gösterime giren 1997 yapımı filmin de ismi. Barry Levinson’ın filmi de o deyimi hayata yerleştiren anekdotla başlıyor: “Bir köpek neden kuyruğunu sallar? Çünkü köpek kuyruğundan daha akıllıdır. Eğer kuyruk daha akıllı olsaydı, kuyruk köpeği sallardı…”
ABD Başkanı cinsel taciz skandalıyla gündeme gelince, “başkanın adamları” (Başrollerde Dustin Hoffman, Robert De Niro) kriz masası oluşturuyor: “Gündemi nasıl değiştirebiliriz?” Çare yapay bir “savaş ortamı” oluşturmak. Bir Hollywood yapımcısıyla anlaşılıyor ve film içinde film başlıyor. Arnavutluk ile savaş senaryosu ülkede film gibi (esasında film olarak) hayata geçiriliyor.
Hep birlikte, medyanın da desteğiyle aslında olmayan, sahte bir savaşın kurgu görüntüleri, sahneleri, kahramanları bile yaratılıyor. Sonuç inanılmaz başarılı. Ülke ekranlara yansıyan kurguların coşkusuyla “savaşıyor” hep birlikte. O rüzgârı arkana alırsan bazen o “savaş”ı köpeklere açman da mümkün.