Jude Bellingham’ın 90+ da attığı doğrusu olmayan yanlış golü, Southgate’i ipten almaya yetecek mi? Bu sorunun yanıtını ilerleyen günlerde göreceğiz. Top sağ kenardan Bellingham’in önü değil, koşu yoluna değil, yüzü kaleye dönük değilken arkasına atıldı ve o inanılmaz artistik bir hareketle, inanılmaz olanı gerçeğe dönüştürdü, topu ağlarla buluşturdu. Maçın hikayesi de en az atılan gol kadar absürt ve herkes için sürpriz oldu; İmparatorluk ordularının piyade taburlarını andıran hantal ve yavaş oyun, eğer bir İngiliz özgüven gösterisi değilse, bu antikalığın ömrü fazla uzun olamaz; yok eğer durum özü itibarıyla Southgate’in oyun bilgisi ve algısına, doğrudan işaret ediyorsa,-ki ben böyle olduğuna inananlardanım- İngiliz futbol kamuoyunun buna fazla tahammül göstereceğini sanmıyorum.
Slovakya savunma anlayışına helal getirmeden, onların harika kademelerinin hakkını teslim ederek söylemeliyim ki, Southgate’nin iki kanat organizasyonu, karanlıkta el yordamıyla yolunu bulmaya çalışan görme özürlü birinin dramından farksızdı. Slovakya iki koridoru dörtlü bloklarla savunmayı kesin ilke olarak düşünüp uygularken, Southgate, topu kenardan içeriye doğru ya Saka’nin ya da Foden’in bireysel başarısına havale etmişti.
Prensip olarak garantili bir biçimde topu, kenardan ceza sahanının içine final vuruşu yapmak için taşıyabilmek , her zaman ya rakipten bir fazla oyuncu sokmayı gerektirir pozisyonun içine, ya da aynı pozisyonun, içine açılan bir fazla açı yönlendirmesi yapmak lazım gelir. İngilizler 90 dakika boyunca bunu bir kere olsun yapamadılar ve dolayısıyla oradan rakip kaleye dönük ölümcül tehdit ve tehlikeler, neredeyse hiç oluşmadı.
İspanyollar dominant bir oyun oynuyor, bu oyunun hemen her pozisyonunda tekrarlanabilmesi, pasların zamanlamasına bağlıdır. İspanyollar bu işi üç gömlek daha iyi yaptıkları için, alan geçişlerinde rakip, çok fazla önlem alma imkanı bulamıyor ve mecburi istikamet, ceza sahası çeperinde on kişilik bir blokla karşılıyor.İngilzler, Southgate oyunu ile bu geçiş prensiplerini oyalana oyalana yapmaya çalıştıkları için, hem her pozisyon çok çabuk tükeniyor hem de rakip hamle yaparak, topu kaparak sürekli kontra yapma imkanı buluyor.
Top dolaşım modelinin bu bitik karekteri, maçın ve oyunun temposunu düşürmekle kalmıyor, pasları da detone hale getirerek, akortsuz, yavaş bir ezgiye dönüştürüyor. Her hareket çok yavaş olduğu için, içine bulmaca sokma imkanı kalmıyor. Düz ve sadece görüş alanı kadar akıl içeriyor her İngiliz pas döngüsü. Kabak gibi dümdüz ve tatsız oyun, gizlim saklım yok diyor.
Oysa Futbol oyunu Maradona’nın veciz sekilde söylediği gibi ‘’ rakibi bir tür aldatma ‘’ oyundur. Rakibi ya yetenek ile aladatacaksın ya da akıl ile. İngiliz oyununda bir oyunun gereksindiği yeterli akıl olmadığı açık; sırf bu yüzden kimi yetenekli ayaklar bile, pırıltısını kaybediyor.
İspanyolların ‘’sıkıc oyunu’’ iş görmeye devam ediyor. Sıkıcılık, oyunun tek taraflı görüntüsü nedeniyle böyle bir algıya neden oluyorsa, izleyici neden rakibin şahane savunma hünerine odaklanmıyor? Savunma bu oyunun aslı unsuru değil mi? İlk yarıda, İspanyolların ilk gölüne kadar Gürcülerin harika bir direnci vardı. Hem direniyor hem de çok kurnazca İspanyol savunmasında görülen gediklere dalışlar yapıyordu. Tamam Savunma bir şiir değil ama bir roman olduğunu inkar etmeye çalışmak, hiç adil değil. Bu oyun hücumuyla savunmasıyla hala çok güzel, hala heyecan verici ve hala neşe saçıyor.