28 Şubat akşamı Beyaz Saray’daki skandalı ben de milyonlarca televizyon seyircisi gibi hayretle izledim. Akşam yemeğinden sonra kahvemi yudumlarken zapping yaptığım sırada BBC’de basın önünde gerçekleşen Zelensky-Trump görüşmesine rastladım.
Görüşmenin canlı yayınlanması ilk hayretimi mucip olan şey oldu. Vaşington’da hiç görev yapmamış olmakla beraber yıllar boyunca çeşitli başkanların konuklarıyla yaptıkları görüşmeleri ve sonradan düzenledikleri ortak basın toplantılarını televizyon kanallarından izleme fırsatını buldum. Oval Ofisteki görüşme başlarken gazeteciler içeri alınır, birkaç dakika fotoğraf çekilmesi için onlara fırsat tanınır, sonradan odadan çıkarlardı. Hatta ilk dönemine başladıktan kısa bir süre sonra Trump Almanya’nın o zamanki Şansölyesi Merkel’in fotoğrafçıların isteği üzerine uzattığı elini sıkmaktaki isteksizliği medyanın dikkatini çekmişti. Görüşme bittikten sonra da başkan ve konuğu başka bir salona geçer ve iki tarafın gazetecilerinin sorularına cevap verdikleri bir basın konferansı düzenlerler. Gazetecilerin önünde tartışmak adetten değildir dolayısıyla. Aslında bu uygulama ülkemiz dahil bir çok ülkedekinden farklı değil.
Bu defa öyle olmadı. Görüşmenin tamamı seçili bazı basın mensuplarının huzurunda ve canlı olarak dünya televizyonlarına verilerek gerçekleşti. İlk başlarda biraz gergin geçmekle beraber, Ukrayna’nın kahraman lideri Zelensky’nin sakin cevapları karşısında Rusya’nın ilk saldırısının yılı olan 2014’ü de bilmeyecek kadar cahil olan Trump yine de tansiyonu yükseltmekten kaçındı. Ancak tezgahlanan oyunun istendiği istikamete gitmediğini gören başkan yardımcısı JD Vance pek alışılmamış bir şekilde söze karışarak Zelensky’ye ithamlar yağdırmaya ve saygısızlık etmekle suçlamaya başladı. İddiaların çoğu yalandı. Zaten Beyaz Sarayı ele geçiren bu zorbaların en büyük özelliğinin etrafa yalan saçmak olduğu iktidarı devraldıklarından beri değişmediği ortaya çıktı.
Kalanı malum. Görüşme kesildi. Zelensky de bütün görüşme boyunca önüne hayret ve üzüntü içinde bakan Dışişleri Bakanı Rubio tarafından Başkan’ın emriyle Beyaz Saray’dan kovuldu.
“Tezgâhın neden yapıldığı konusunda çeşitli teoriler”
Bu tezgâhın neden yapıldığı konusunda çeşitli teoriler var. Kimisine göre, Trump savaşı Rusya’nın lehine şartlarla bitirmek suretiyle onu başta Çin, ayrıca Kuzey Kore ve İran’dan koparmayı amaçlıyor. Ancak bu bana çok makul gelmeyen bir izah. Her şey bir yana Putin’in kader birliği içinde olduğu diktatörlük rejimlerinden uzaklaşması kendi çıkarına pek uygun değil. Nixon’ın 1972 yılında Çin’e yaptığı ani ve beklenmeyen atılımın amacının onu SSCB’nden ayırmak olduğuna dikkat çeken bazı yorumcular, Trump’ın benzer bir taktiği Rusya’yı Çin’den ayırmak için uygulamaya koymuş olabileceğini iddia ediyorlar. Ancak durumlar epey farklı. Çin ile SSCB 1969 yılında hudut ihtilafları nedeniyle savaşın eşiğine gelmiş, ihtilaf kısa süren çatışmalarla sonlandırılmıştı. Ayrıca SSCB komünistleri ile Çin komünistleri arasında bugünkü durumla hiçbir benzerlik taşımayan ideoloji kökenli sürtüşmeler vardı. Nixon ve akıl hocası Kissinger bunları kullandı ve seleflerinin ABD’yi soktuğu Vietnam bataklığından çıkmak için Çin’in desteğini elde etti.
Gerekçenin bu olmadığı ve olamayacağı sanırım Trump’ın en sıcak yardakçıları dışında çoğu yorumcunun mutabık olduğu bir gerçektir. Diğer ihtimal Trump’un Zelensky’ye karşı duyduğu kişisel garez. Biden’ın başkan yardımcılığı döneminde oğlu Hunter Biden’ın Ukrayna’da kanun dışı oldukları iddia edilen iş ilişkilerini örtbas etmek için müdahalelerde bulunduğu 2020 seçimlerinden önce Trump tarafından ortaya atılmış ve bu iddiaların ispatlanması için Zelensky’den yardım istemişti. Zelensky bu yardımı vermeyince Trump’ta ona karşı kişisel bir husumet doğmuştu zira Trump 2020 seçimlerini kaybetmesini buna bağlıyor. Hatta Trump yabancı bir ülkeyi seçim kampanyasına bulaştırdığı için yargılanma tehdidinden sadece Cumhuriyetçi Senatörlerin oylarıyla kurtulmuştu. Bu husumetin ABD’yi 80 yıldır takip ettiği politikayı terk edip Rusya’ya Avrupa’nın kapılarını açmaya götürecek kadar gitmesi hakikaten endişe verici. Ancak ne yazık ki ilkelliğini ve ilkesizliğini her konuda göstermiş olan Trump söz konusu olunca çok şaşırtıcı da olmayabilir. Her fırsatta Zelensky’nin görevden ayrılması veya alınması gerektiğini söyleyen Trump sanırım bu teoriye kendi ağzıyla destek veriyor.
Bir de tabii Trump’ın otoriter, hatta otokratik ve diktatoryal liderlere karşı duyduğu hayranlık derecesine varan imrenme duygusu Putin’in yalanlarını benimsemesine yardımcı olmuştur. Görüşmeden sonraki günlerde, Ukrayna’ya askeri yardım ve istihbarat verileri paylaşımı ABD tarafından durdurulmuş oldu. Rusya’nın bu kararlardan aldığı güçle saldırılarını arttırdığını herhalde Beyaz Saray dahi fark etmiştir.
“Avrupa bu gelişmeler karşısında başının çaresine bakmak durumunda kaldı”
Neticede Beyaz Saray skandalından hemen sonra Avrupa’da zaten esen panik rüzgârı fırtınaya dönüştü. Yeni savunma mimari yapısı tartışmaları hızlandı. Haftada neredeyse iki kez farklı teşekkül tarzlı zirveler Brüksel, Paris, Londra gibi Avrupa başkentlerinde yapılır oldu. Zelensky’ye sempati ve ülkesine destek vaatleri görülmemiş ölçüleri buldu.
Trump’ın İngiliz Kraliyet ailesine büyük bir hayranlık duyduğu biliniyor. O kadarki seçilmiş başkan olarak Paris’teki Notre Dame katedralinin yangından sonra yeniden açılış törenine Aralık ayında katıldıktan sonra İngiltere büyükelçiliğine gidip hiçbir siyasi rolü olmayan Veliaht Prens William ile baş başa 45 dakikalık bir görüşme yapmıştı. Zelensky ile yaptığı görüşmeden bir gün önce Başbakan Starmer ile yine Oval Ofiste görüştüğünde Starmer kameraların önünde cebinden Kral Charles’ın ona muhatap ve şimdiye kadar hiç olmamış bir şekilde onu ikinci bir devlet ziyaretine davet eden mektubunu çıkarıp vermişti. İngilizler bu şekilde Trump’ı yumuşatmayı amaçlamışlardı. Kral Charles’ın bir devlet sarayı değil özel konutu olduğu vurgulanan Sandringham Şatosunda Zelensky’yi Beyaz Saray skandalından hemen sonra kabul etmesi Trump’ın hoşuna gitmemiştir. Üstelik aynı zamanda taşıdığı Kanada Kralı sıfatıyla Trump’ın Vali olarak küçümsediği ve ülkesine el koymak istediği Başbakan Trudeau’yu yine Sandringham’da ertesi gün kabul etmesi de tesadüf değildir. Trudeau görüşmeye gitmeden önce basına ülkesinin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne bağlılığını Kralla paylaşacağını söyledi. Kralın görüşmelerinde nelerin konuşulduğu açıklanmamakla beraber her iki görüşmenin içeriğini tahmin etmek zor değildir.
Diğer taraftan yıllardır Fransa ile Almanya’nın el sürmek istemedikleri ve 200 milyar avrodan fazla olduğu hesaplanan Avrupa bankalardaki dondurulmuş Rus parasına el koyma çalışmaları ve Ukrayna’ya askeri yardım için kullanılması hazırlıklarına Fransa’nın tavır değiştirmesiyle başlandı. AB Komisyonu 800 milyarlık yeni bir fonu Putin’in AB içindeki sözcüleri Macaristan ile Slovakya’nın vetosunu aşmak için kararların çoğunluk oylarıyla alındığı Avrupa Yatırım Bankası’na tahsis edileceğini açıkladı.
Bundan birkaç yıl önce Fransa Cumhurbaşkanı Macron NATO’nun beyin ölümünde olduğunu iddia ettiğinde, herkes çok gülmüştü. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısından sonra Finlandiya ile İsveç’in geleneksel tarafsızlık politikalarını terk edip NATO’ya girmeleri Macron’un yanıldığının işareti sayılmıştı. Ancak Trump geldikten sonra korkarım durum değişti. Onun akıl hocası Beyaz Saray’ın diğer kabadayısı Elon Musk, ABD’nin sadece NATO’dan değil Birleşmiş Milletler’den de çekilmesi gerektiğini söylüyor. Kimse bu kadarı da olmaz demesin çünkü bu ekibin yapmayacağı hiçbir şey yok. ABD’siz bir NATO’nun işlevi kalmadığı da açık. Çekilmese bile ittifakın temel direği olan ve üyelerin birine yapılan saldırıyı tümüne yapılmış sayan ve ona göre hareket etmelerini gerektiren Beşinci maddesine Trump’un ne ölçüde bağlı olduğu da şüpheli. Oysa bu belirsizlik işlevsizlik demek. NATO’nun caydırıcı gücü bu konuda belirsizlik olmamasına dayanmaktadır.
Dolayısıyla Avrupa hızla ilerleyen bu gelişmeler karşısında başının çaresine bakmak durumunda kaldı. Zaten JD Vance ve Savunma Bakanı Hegseth Şubat ayında toplanan Münih Güvenlik Konferansı’nda bu mesajı açık bir şekilde dile getirdiler. Avrupa’daki panik rüzgârı o zaman esmeye başladı.
Yeni savunma mimari yapısının alacağı şekil konusunda henüz bir belirginlik yok. Zaten bir günden öbürüne oluşması beklenemez. İngiltere Başbakanı Starmer “gönüllüler koalisyonundan” bahsetmekte, NATO’nun da desteğine ihtiyaç duyulduğunu vurgulamaktadır. Oysa Trump bu tür desteğe en azından şimdilik yanaşmamaktadır.
İlk aşamada herkesin ağzındaki hedef bir ateş kese varmak olmakla beraber Avrupa’daki sürecin Almanya’da yeni hükümet kuruluncaya kadar liderliğini üstlenen Fransa ile Birleşik Krallık arasında dahi bu ateşkesin süresi hakkında görüş farklılığı mevcut. Fransa’nın amacı hemen ilan edilecek ve Rusya’yı test edecek kısa süreli bir ateşkes. Birleşik Krallık ise denetime tabi olacak daha kalıcı bir düzenleme. Ancak Rusya’nın ateşkese razı olup olmayacağı da zaten şüpheli. Denetimin de ne şekilde yapılacağı da cayi sual. Rusya’nın sürekli olarak ihlal ettiği 2014 ve 2015 Minsk Anlaşmalarının denetlenmesi hiçbir gücü olmayan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) sivil görevlilerine verilmişti. Savaş tekrar patladığında AGİT’in bu gözlemci heyetini çekmek dışında bir şey yapmamıştı. Görüldüğü kadar zaten Rusya’nın da üye olduğu bu teşkilata yeniden görev verilmesi en azından şimdilik gündemde değil.
Zaten burada gerekecek olan bir gözlemci heyeti değil, Ukrayna’ya güvenlik garantisi verecek askeri bir mevcudiyet. Orada da şimdilik hevesin çok fazla olduğu söylenemez. Hiçbir ülke askerini Putin’in insafına bırakmak istemiyor. Hele ABD’nin 80 yıldır Avrupa’yı ve bu arada ülkemizi koruyan nükleer şemsiyenin geri çekildiği endişesinin duyulmaya başladığı bir ortamda.
Bu arada 2 Şubat tarihli Londra toplantısına ülkemizin de AB üyesi olmayan Kanada ve Norveç ile birlikte davet edilmesi dikkat çekicidir. Tabii diğer 17 ülke devlet veya hükümet başkanı düzeyinde temsil edilirken ülkemizin masanın ucuna oturtulan Dışişleri Bakanı düzeyinde katılması bence pek iyi olmadı. Ancak sebepleri de belli. Bundan birkaç gün sonra AB liderlerinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da katıldığı ve AB dışı bazı ülkelerin liderleriyle yaptıkları telekonferans en azından ülkemizin bu süreçte yer alabileceği izlenimini veriyor.
“Bir kapı açılıyor; girip girmemek bize kalmış”
Ülkemizin bu savaşın Rusya’nın zaferiyle bitmesini istemediği Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ankara’daki Büyükelçilere verdiği ve muhtemelen Rus Büyükelçisi’nin katıldığı iftar yemeğinde Ukrayna’nın egemenliği ile toprak bütünlüğüne yaptığı vurgudan anlaşılmaktadır. Cumhurbaşkanı Avrupa Birliği’nin savunmasının ülkemiz olmadan sağlanamayacağını da tekrar söyledi.
AB ile ilişkilerimizin durumu malum. Diyalog göçmen sorunuyla sınırlı. Ancak yeni bir kapı açıldığı da belli. Avrupa’nın bize ihtiyaç duyduğu ortada. Ancak yıllardan beri birikmiş muazzam bir karşılıklı güvensizlik var. Bunu aşmak için bizim de bazı adımlar atmamız gerekiyor. 17-18 Mart’ta Cenevre’de yapılacak Kıbrıs görüşmelerinde terk ettiğimiz BM parametrelerine dönmeye açık olmamız iyi bir işaret olur. Ancak mantığın ve ortamın gerektirdiği bu adımı iktidarın atacağı şüpheli. Bu görüşmelere garantör sıfatıyla katılacağı anlaşılan Birleşik Krallığın başta Kıbrıslı taraflar olmak üzere katılımcılara itidal ve esneklik tavsiye ettiği bir İngiliz bakanın Kıbrıs’ta iki toplum liderleri arasında mekik dokumakta olmasından anlaşılıyor. Ancak iktidarın gerekli iradeyi gösterip rasyonel bir çizgiye dönmektense sekiz senedir sürdürdüğü KKTC’nin bağımsızlığının kabul edilmesi önkoşulu üzerinde ısrar etmesi daha kuvvetle muhtemeldir. AB’nin bize ihtiyacı olduğu, bu nedenle bizim herhangi bir esneklik göstermemize ihtiyaç olmadığı seslerini duyar gibiyim. Zaten Kıbrıs sorunu ile AB olan ilişkilerimiz arasındaki bağı anlamamakta en az 30 yıldır başa gelen bütün iktidarlar ısrar etmişlerdir.
Yeni savunma mimarisinde Birleşik Krallık’ın liderlik rolü bize bir fırsat tanıyor. Bu yapılanma mecburen AB dışında veya onun yanında gerçekleşecektir. Yunanistan ile Kıbrıs’ın en azından şimdilik yer almaması da bizim için bir şans sayılmalı çünkü özellikle Rumların ülkemiz söz konusu olduğunda AB’de kullandıkları veto kartını burada kullanamayacaklardır. Ama Kıbrıs konusunda dikkatli davranmazsak her zaman yaptığımız gibi avantajı onlara vereceğiz.
Bir kapı açılıyor. Bu kapıdan içeri girmek veya girmemek bize kalmış. Ancak NATO Genel Sekreteri Rutte’nin Avrupa Parlamentosunda yaptığı bir konuşmada söylediği gibi Avrupa kendini toparlamaz ve Putin durdurulmazsa ya hepimiz Rusça öğreneceğiz ya da Yeni Zelanda’ya göç edeceğiz. Doğrusu bu yaşımda ne Rusça öğrenmek ne de iyi arkadaşlarımın bulunduğu ülke olmasına rağmen Yeni Zelanda’ya göç etmek istiyorum.