İki kışı Büyükada’da geçirdik. Senede birkaç kez İstanbul’a inince şehrin nüfus yapısının değiştiğini daha kolay fark ediyorsunuz. Milyonlarca göçmenin Türkiye’ye geldiğini neredeyse etrafınıza her bakışınızda görebiliyorsunuz. Son yıllarda, Suriye göçmenlerini, Afgan göçmenleri, onları da Ukrayna ve Rusya göçmenleri izledi, izliyor. İstanbul, en çok göç alan şehrimiz. İstiklal Caddesi’nde yürüdüğümüz vakit, değişik dillerde konuşan turistlerin, göçmenlerin giderek caddede daha görünür hale geldiğine tanık oluyoruz. Türkiye’deki ekonomik krizin çok değişik nedenlerle tırmandığı bir dönemdeyiz. Hayat pahalılığı birkaç ay içinde iki kattan fazla arttı, toplum yoksullaştı.
Avrupa’da ve bizde durum
Krizler, genelde göçmenlere öfkenin de yükseldiği, yönlendirildiği dönemlerdir. Fransa’daki ırkçı faşist partiler, toplumdaki yoksulların, işleri bozulanların öfke ve tepkilerini, ülkedeki Arap nüfusuna yönelterek güç topluyor. Almanya’da, Hollanda’da da benzer sağcı ırkçı partilerin güçlendiğine tanık oluyoruz.
Türkiye’de son yıllarda ırkçı-milliyetçilerin malzemesi, Suriyeli göçmenler. Suriyeli dükkan sahibini sorgulayan, “Bizim ekmeğimizi yiyorlar, biz aç kalıyoruz” gibi popülist söylemlerle ırkçılığı tahrik eden siyasi partiler ortaya çıkıyor. Bu konuyu oy avcılığına dönüştürmek için çabalayanları görüyoruz. Irkçı tepkiden turistler de payını alabiliyor. “İstiklal Caddesi’ni Araplar bastı” deyişi son dönemde çok yaygın.
Gerçekten de Türkiye’ye gelen turistler içinde Ortadoğu ülkelerinden gelenler çoğunluğu oluşturuyor. Hepsine toptan “Araplar” dense de içlerinde İranlılar, Kürtler, Türkmenler, Filistinliler gibi değişik milliyetler bulunuyor. Bir de savaşla birlikte turist sıfatıyla gelenler var. Ruslar Putin’den, Ukraynalılar işgalden kaçıp geliyor. Rus ve Ukraynalılara lüks kafelerde, restoranlarda daha çok rastlıyoruz.
Göç, insanlığın binlerce yıldır yaşadığı bir olgu, bir acı. Göç edenler ya kaybedilen bir savaşın devamı olarak ya kıtlık ve doğal felaketlerden ya da siyasi baskılardan, yoksulluktan ötürü ülkelerini terk ediyorlar. Gittikleri yerde, çoğu zaman iyi muamele görmüyorlar. İşte bu nedenle göçmen meselesi bir insan hakları, bir özgürlük, bir hoşgörü meselesine dönüşüyor.
İnsanlar yaşadıkları yerleri keyif olsun diye terk etmiyor. Birçoğunun acı öyküleri, çaresizlikleri var. Onları anlamaya çalışmak, hakkını hukukunu savunmak, bir insani duruş gerektiriyor. “Beyoğlu’nu Araplar bastı” diyerek, toplumun zayıf yanına seslenebilir, olumsuz bir birikim oluşturabilirsiniz.
……
Ermeni edebiyatının seçkin temsilcisi, Kürt ve Türk edebiyatına zengin katkılarda bulunan dostumuz yazar Mıgırdıç Margosyan’ı 7 Nisan Perşembe günü 14.00’de Kumkapı Patrikliği Kilisesi’nden uğurluyoruz.