Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın benzetmesi tartışılıyor:
“Milli Mücadele sırasında Türkiye’deki Kuvayi Milliye ne ise Hamas da işte aynen odur.”
Günlerdir bu benzetmeye CHP’li siyasetçiler, profesörler, gazeteciler ateş püskürüyor.
Tepkiler sadece Hamas ile ilgili ideolojik önyargıları ortaya koymuyor, Kuvvayi Milliye konusundaki tarihi bilgilerin ne kadar kof olduğunu gösteriyor.
Sadece iki profesör siyasetçiden örnek:
“Hamas hiç bir surette Kuvayi Milliye ile bir tutulamaz. Bunu söylemek Kuvayi Milliyeyi ve bu ülkenin her bir karışının nasıl düşman işgalinden kurtulduğunu hiç anlamamak demektir. Sadece hamaset ile de peynir ekmek gemisi yüzdürülmez” diye yazmış.
“Hamas ile Kuvayi Milliye’nin benzerliği yoktur. İdeolojik tercihlerinize Milli Mücadeleyi alet etmeyin. Siz Filistin davası için hiçbir bedel ödemediniz. En büyük cesaretiniz Yahudi lobisinden Cesaret Madalyası almanızdı.”
İki profesör de milli mücadeleyi Kuvvayi Milliye ile aynı şey sanıyor, ülkeyi işgalden kurtaranın Kuvvayi Milliye olduğunu zannediyor, Kuvvayi Milliye’nin hangi şartlarda oluştuğunu, ömrünün ne kadar olduğunu, neden bizzat Mustafa Kemal’in ve Ankara’daki Meclis tarafından tasfiye edildiklerinden de bihaber olduklarını gösteriyorlar.
Esas ideolojik önyargının kimde olduğunu da…
Özellikle CHP’li dış politika uzmanı profesörün iktidarı eleştirmek için meseleyi konuyla ilgisiz Yahudi Cesaret Madalyası’na kadar getirip, antisemitizme işi vardırması ise ibretlik…
Araplar ve İslamcılar söz konusu olduğunda bütün muvazenesini kaybeden tarihsel bir önyargıya karşı, 20’inci yüzyıldaki hiçbir milli bağımsızlık savaşının pürü pak yaşanmadığını, mesela İngiliz kolonyal güçlerine karşı savaşırken İsraillilerin de otel patlatmaya kadar terör ve tehdiş eylemleri yaptığını anlatmanın herhalde bir faydası yok.
Belki Kuvvayi Milliye’nin tarifini Mustafa Kemal’den dinlemek işe yarar:
Mustafa Kemal Paşa, 1 Mayıs 1920 tarihli gizli Meclis oturumunda konuşuyor:
“Malûmu Âliniz… Hükümeti merkeziye düşmanların şiddetli çemberi içinde idi, … çember içinde vatanı müdafaa edecek, milletin ve devletin istiklalini muhafaza edecek kuvayı umumiyeti millete emrediyorlardı. Bu tarzda yapılan emirlerle vesaiti millet ve devlet vezaifi asliyesini ifa edemiyordu ve edemezdi. Bu vesaiti müdafaanın birincisi olan ordu da, ordu namını muhafaza etmek ve bu namı izhar etmekle beraber bittabi vazifesi asliyesini ifadan mahrumdu. İşte bunun içindir ki vatanı müdafaa ve muhafazadan ibaret olan vazifei asliye, doğrudan doğruya milletin kendisine teveccüh etmiş bulunuyordu. Millet orduya; kendi içinden teslim etmiş evladını, düşman tecavüzüne maruz kalan mıntıkaların müdafaasına, düşman tasallûtuna uğrayan kardeşlerinin hayatının muhafazasına memur etmeğe mecbur olmuştu. İşte buna Kuvayi Milliye diyoruz ve bütün kâinat böyle diyor.”
30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi’nin ardından örgütlenmeye başlayan, 21 Mayıs 1919 İzmir’in işgalinin ardından büyüyen, İstanbul Hükümeti’nin otoritesi bitmiş, Ankara Hükümeti’nin otoritesi henüz kurulmamışken oluşan iktidar boşluğu içinde ortaya çıkan silahlı direniş gruplarına Kuvvayi Milliye diyoruz.
Kurulmaları, mücadeleleri ve tasfiyeleri ile 1,5 yıllık bir dönemde hem büyük kahramanlıklara yapmış, hem de tasfiye edilmelerine neden olan başıbozukluklar göstermiş bu silahlı gruplara, daha sonra haklarında kitap yazanlar haklı olarak “gerilla” dediler.
Şimdi Atatürk’ün yaptığı tarifi yeniden okuyalım.
Bu tarife, ülkesi işgal altında olan ama ortada bir devlet olmadığı için bu işgale karşı silahlı direniş başlatmış Filistinliler de girer mi?
Bütün kâinata göre girer.
Hamas da, ordusu olmayan bir milletin işgale karşı ülkesini savunması için kurduğu bir örgüttür.
Sadece silahlı bir milis grubu olmayıp, bir alanı kontrol etmesi ve yönetmesi açısından, bizde yerel kongreler ile belli alanları kurtarıp, yöneten Kuvvai Milliye gruplarına bir hayli benzemektedir.
Ama esas kızılan bu değil.
Kuvvayi Milliye’nin sadece bir kahramanlık hikayesi, Hamas’ın ise sadece terör yapan bir örgüt olduğu önyargısı ve cehaletiyle benzetmeye kızılıyor.
Tabii ki hikayenin esas kısmı kahramanlıktı.
Nazım Hikmet’e Kuvvayi Milliye Destanı yazdıracak kadar:
“Onlar ki toprakta karınca, / suda balık, / havada kuş kadar / çokturlar; / korkak, / cesur, / câhil, / hakîm / ve çocukturlar / ve kahreden / yaratan ki onlardır, / destânımızda yalnız onların mâceraları vardır.”
Ama hikaye sadece bundan ibaret değildi.
Denizli bölgesindeki Kuvva-i Milliye direnişini başlatan, bir savaş kahramanı olduğuna şüphe olmayan Demirci Mehmet Efe’nin, 9 Temmuz 1920’deki Denizli Baskını bunun en somut ve korkunç örneklerinden biridir.
Yunan işgali İzmir’den Ege’nin içine doğru ilerlemektedir. İşgale karşı milli mücadele sadece Kuvvayi Milliye milisleriyle direnmektedir, henüz ordu oluşmamıştır.
Milislerin de gücü bir yere kadardı.
Aydın ve Nazilli işgal edilince Denizli’deki ahali telaşlanır.
Kaçanlar olur. Bu arada, şehrin içinde başka yerlerden düşmanla işbirliği yapmaması için sürülen kalabalık bir Rum nüfus da vardır.
Rumların işbirliği yapmaması için şehirden sürülmesi ile bunun Yunan işgali sırasında Türklerin katledilmesine neden olacağı arasında şehrin eşrafı gider gelir.
Şehirden ayrılmayan Türk ve Rumların haklarını korumak için, “Hicret Etmeyeceklerin Hukukunu Müdafaa Cemiyeti” kurulur.
Ama çevre illerdeki Kuvvayi Milliye’nin başı olan Umum Komutan Demirci Mehmet Efe, tehcir için adamlarını şehre göndermiştir.
Olanları konunun uzmanlarından okuyalım:
“Demirci Mehmet Efe, sağ kolu durumundaki Sökeli Ali Efe ve 30 kadar zeybeği, Rumların toplanıp trenle Eğirdir’e gönderilmeleri için Denizli’ye gönderir. 6 ve 7 Temmuz günleri, Rumlar toplanıp Eğirdir’e gönderilirler. Yerli Müslüman eşraftan bazılarının Rumları evlerinde sakladıkları ihbarını alan Sökeli Ali Efe bu evlere yaptığı baskında saklanan Rumları bulur ve ev sahiplerini döver, halkın içinde onları küçük düşürücü sözler sarfeder. Rumları gönderen Efe’nin adamlarının daha sonra yerli ahaliden bazılarının evlerini soydukları, kadına kıza sarkıntılık yaptıkları, Çamlık’ta Tavas yolunu keserek (o zaman Tavas yolu Çamlık’tan geçiyordu) Tavas’a gidenlerin ziynet eşyalarına el koydukları haberleri şehre yayılır. Toplanan bazı kişilerin “Kuvayı Milliye istemeyiz. Zeybekleri istemeyiz. Yaşasın Padişah Efendimiz” diye bağırdıkları haberi zeybeklere iletilir. Bu arada, silahlanan eşraftan bazı kişiler, Sökeli Ali Efe ve bir arkadaşını vurarak öldürürler. Sökeli Ali Efe’nin öldürüldüğü haberini alan Demirci çılgına döner. Bunu yapanlardan intikam alacağına, Denizlilileri kesip, Denizli’yi yakacağına yemin eder.”
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/215723
Daha sonra tarihe Denizli Olayları olarak geçen hadiseyi ise Sarayköylü siyasetçi ve Müdafai Hukuk Cemiyeti yöneticisi Emin Aslan Tokat’ın hatıralarından:
“Tren Denizli istasyonuna gelince Umum Komutan Demirci Mehmet Efe gözlerini kan bürümüş bir halde kendilerini istikbal için istasyona gelen heyet meyanında evvela ilk önüne çıkan kalem reisi Albay Tevfik Bey’i ondan sonra da sırasıyla mutasarrıf vekili hakim beyi ve savcı Mehmet Ali Bey’i bizzat kendi eliyle ve kendi tabancasıyla beyinlerine tabanca sıkmak suretiyle öldürdü.
“Ve oradan doğruca hükümet konağına gidildi, hükümet avlusunda Umum K. Demirci Mehmet Efe cellatlarını çağırdı ve diğer zeybeklerle beraber bütün Denizlilileri gözünün önünde kesmelerini emretti.
Zeybekler adeta şehir içinde sokaklarda ve caddelerde avcı hattına çıkıp kesecek adam arıyorlardı, yakaladıkları Denizlilileri getirip cellada teslim ediyorlardı, cellat Mustafa ve arkadaşları hükümet karşısındaki boş arsada bu zavallıları enselerinden kesmek suretiyle öldürmeğe devam ediyorlardı. Feryat, figan, canhıraş sesler ortalığa dehşet veriyordu. Denizli’nin Heyeti Milliye reisi müftü Ahmet Hulusi Efendi başta olduğu halde bütün ileri gelenleri Tavas’a kaçmış ve canlarını kurtarabilmişlerdi, halktan birçok kimseler de köylere ve dağlara hicret etmişlerdi. Zeybekler bütün evlere girip çıkıyor adam arıyorlardı. Bütün bu kepazelikler 57.Tümen komutanı Albay Şefik Bey’in gözü önünde cereyan ediyordu.
“Albay Şefik Bey Umum Komutan Demirci Mehmet Efe’ye karşı tek kelime söyleyerek bu zavallıların imdatlarına ve şefaatlerine gitmiyordu. Şefik Bey adeta taş kesilmişti, karşıdaki arsada cellatlar mütemadiyen çalışıyordu, ki bu arsa adeta kanlar içinde kalarak bir mezbaha halini almıştı. O kadar ki kesilmek için getirilmiş zavallıların önünde birçok kesilmiş kimseler ölü ve ağır yaralı olarak yatmakta birçokları da bir taraftan kesilmekte bir kısmı da kurbanlık koyunlar gibi kuyrukta kesilme sıralarını bekliyorlardı. Bu suretle yetmiş seksen kadar zavallı ense ve boğazlarından kesilerek öldürülmüşlerdi.”
(Emin Aslan Tokat, Milli Mücadelede Sarayköy Hatıralarım, Esat Özberk Yayını, İstanbul)
Peki, nasıl durduruldu Demirci Mehmet Efe?:
“Makineli tüfeklerden biri caddenin alt tarafına, diğeri üst tarafına doğru yerleştirilir. Topun ağzı da şehre doğru çevrilir. Şehri yakmak için, Belediye’nin deposundan gazyağı tenekeleri getirtilir. Şehrin sokaklarına dalan zeybekler, buldukları herkesi sürükleyip Efe’nin önüne getirirler. Efe’nin “kesilsin” dedikleri, yolun karşısındaki boş avluda bıçakla, koyun boğazlanır gibi, başları kesilerek öldürülürler. Demirci Efe’nin gözünü kan bürümüştür. Gaddar bir kişiliğe sahip olan Efe’yi sakinleştirmek mümkün olmaz. 60 kadar insanın başları kesildikten sonra Sarayköy’lü din adamı Şeyh Tahir Efendi, Demirci Efe’ye, “Efe, artık yeter” diyerek Efe’yi sakinleştirmeye çalışır. Efe insan kesmekten vazgeçer ama yeminini yerine getirmek için şehri yakmaktan vazgeçmez. Şeyh Tahir Efendi yine devreye girer ve “Efe” der, “Mezarlık da şehrin bir parçası sayılır. Orada da bu şehrin insanları yatıyor. İlla yakacaksan orayı yak, yeminin yerine gelsin.” Şeyh Efendi’nin konuşması etkili olur. Gazyağı tenekeleri mezarlığa taşınır ve mezarlık yakılarak Efe’nin yemini yerine getirilir.”
Katliam, Ankara’da infial yaratır ve Kuvvayi Milliye’nin tasfiye edilmesi sürecini hızlandırır.
Ama konu geçiştirilir, İstiklal Mahkemesi yerine bir Dahiliye Encümeni soruşturmasıyla kapatılır.
Çünkü Demirci Mehmet Efe aynı zamanda bir savaş kahramanıdır.
Nutuk’u ve dönemin BMM Gizli Celse Zabıtları’nı okuyanlar zaten bu tasfiye sürecinin farkına varırlar.
Demirci Mehmet Efe, Çerkes Ethem gibi direnmez ve düzenli orduya teslim olur. Köyüne yerleşir, daha sonra da bazı isyanların bastırılmasına yardım eder.
Bir ara suikast girişiminden kurtulur, bir keresinde de esrar ticaretinden yargılanır.
Ama şimdi Aydın’da ve Denizli’de heykelleri var, ölüm yıldönümünde anmalar yapılıyor.
Kimse Denizli Hadisesi’ni hatırlamıyor ya da hatırlamak istemiyor. Çünkü İstiklal Harbi bütün hikayelerden daha büyük.
Filistinliler için de 7 Ekim değil, İsrail’e karşı verilen milli mücadele esas hikaye. Bütün diğer hikayeler bunun bir parçası.
Hamas ve Kuvvayi Milliye’nin benzemeyen tarafları da var:
Türkiye’nin bir Mustafa Kemal’i, arkasında 700 yıllık bir devlet geleneği, yarım yamalak kalsa da bir ordusu vardı.
O yüzden devletsiz 1,5 yılda Kuvvayi Milliyeler ile direnildi, sonra düzenli orduya geçildi.
Ama Filistinlilerin malum ki böyle imkanları yok.
Onlar 70 yıldır ellerindeki tek yol olan Kuvvayi Milliyeler ile direniyorlar.
Yani ortada dört dörtlük bir benzerlik var.