FoxTV’de yayınlanmaya başlayan Kızıl Goncalar dizisi, yayınladığı günden bu yana ülke gündeminde, tartışmaların merkezinde…
Kızılcık Şerbeti dizisiyle başlayan, dizilerde toplumun bir gerçeği, siyasetin bir konusu olan laik-dindar kesimleri tema olarak işleyen senaryo, yüksek reytingler nedeniyle dizi yapımcılarını harekete geçirdi ve Kızıl Goncalar da ekrana geldi. Belki daha fazlası da gelecek.
Tabi şöyle bir durum var, Kızılcık Şerbeti magazinsel bir yöne kayıp, reytingleri artsa da, laik-dindar gerilimini “siyasi, toplumsal” yönden değil de “aşk meşk” üzerinden ele almaya başlayınca siyasetin, dindar kesimin radarından hızla çıktı aynı hızla Kızıl Goncalar girdi. Ama ne giriş; FETÖ, 28 Şubat, komplo…
Serbestiyet’ten Zeynep Sena Çomoğlu, diziye gelen tepkileri şu şekilde özetlemiş; “Sadece bir bölümü yayınlanan Kızıl Goncalar dizisi şimdiden hedefte. İsmailağa Derneği yetkilileri “gereğini yapmaya” davet etti. RTÜK’e dizinin kaldırılması için şikayet yağıyor, WhatsApp gruplarda kampanyalar başlatıldı. Dizinin bir “FETÖ algı operasyonu” olduğunu düşünenler ile “tarikatlarla ilgili gerçekler izletildiği için” mutlu olanlar arasında tartışmalar sürüyor. RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin: “Dizi incelemeye alındı.” (https://serbestiyet.com/featured/kizil-goncalar-bir-bolumle-kizilca-kiyameti-kopardi-ismailaga-son-bulmali-yeni-safak-feto-algi-operasyonu-rtuk-inceleniyor-152104/ )
Akabinde Vakıflar Müdürlüğü iki mekânın çekim izinlerini iptal etti. Diziye yasaklama çağrıları ve RTÜK incelemesinden sonra Bayrampaşa Medresesi ve Siyasal Vakfı için verilen çekim izinleri kaldırıldı.
Dizi içeriğine dönecek olursak… (Bundan sonrası spoiler içeriyor, okuyucu uyarmak isterim.)
Bu kadar tepki tam olarak neye veriliyor, merakı ile -itiraf edeyim- “bizim dindarları yine hangi açıdan hedef aldılar acaba” önyargısı ile diziyi izlemeye başladım. Zira Türkiye’de din, toplumsal bir gerçeklik olmasına rağmen bir süre öncesine kadar “kamusal alanda”, filmlerde, dizilerde başörtülü kadın, dindar karakter göremezdik. Dürüst olalım, görsek de genellikle olumsuz karakter üzerinde görürdük. Ancak son yıllarda bu değişti. Ve hatta bu değişim, bir kesim tarafından “artık varlığımız görülüyor” sonucu nedeniyle olumlu karşılandı. Ancak sanıyorum her kesim aynı fikirde değil.
En başta şunu görmek gerekir; Kızıl Goncalar dizisi, nihayetinde belgesel değil, reyting kaygıları var, dolayısıyla dikkat çeken konuları işlemeleri gayet normal. Bu konular bazen abartı içerebilir, sonuçta siyasi tarih okuması yapılmıyor. Bununla birlikte senaryodaki laik-dindar gerilimi de bu ülkenin bir gerçeği, hem toplumun hem de siyasetin konusu.
İki bölümde görüldüğü kadarıyla, aslında dizi tepki verilecek şekilde taraflı değil, laikleri de eleştiriyor, dindarları da; 28 Şubatçı karakter, kendi kızıyla bile irtibata geçemeyecek kadar huzursuz biri…ve son mantık önermesinde gördüğümüz gibi başörtülü bir kız tarafından alabileceği en ağır eleştiriyi alıyor.
Tepki alan dizide, tarikatlar toptan kötülenmiyor ki… bir tarikat ehlinin yanlış işlere bulaşması, yine bir tarikat ehli tarafından düzeltiliyor, bu zaten tarikatların içerisinde yok mu, tarikatlar kendilerini birer “düzeltme” aracı olarak tanıtmıyor mu? Tüm tarikatlar kötülenmiyor ki? Levent’in çiğ, klişe laikliğine karşı Cüneyd’in manevi derinlikle, düşünmeye sevk eden cevapları, oldukça karizmatik değil mi?
Devam edelim… tarikatlardan siyasete geçince, her ne kadar hangi bakanlıkta ne oluyor bilemesek de, ülkede mobbing, torpil, adam kayırma, bir telefonla iş halletme maalesef ama maalesef “bizim” bir gerçeğimiz değil mi?
Bazı tarikat liderleri, periyodik olarak kadınların okumaması, çalışmaması telkininde bulunmuyor mu? Kızını okula gönderen, pantolon giymesine izin veren babaların “namusunu” hedef almıyor mu? Bunun neresi yalan, neresi iftira, bu açıklamaları kendileri paylaşmıyorlar mı? Bunlar maalesef “bizlerin” gerçekleri değil mi?
Yoksa gerçekleri görmek mi zor geliyor?
İmam Hatip Lisesi’nde öğretmen olan karakter gayet ideal bir karakter olarak sunulmadı mı? Yoksa “kızlar okumasın” kampanyasına karşı dindar kesimden “grev kırıcı” gibi görünen başörtülü figürden mi rahatsız olunuyor?
Doğrudur, bir dönem gerçekten dizi-film sektörü üzerinden, bu ülkedeki dindar kesim, tarikat ehli hedef alındı. Tarihsel hafızlarında zaten tarikatlarının yasaklanması varken bir de üstüne kötü karakterler olarak resmedildiler. Ancak ne şimdi ne de bu dizide tarikatlar ve dindarlar “toptan” hedef alınmıyor. Bu kadar hassas olunmasına gerek yok, demeye lüzum yok zira artık bu, konuyla ilgili yaralı ve hassas olmaktan çok “bana dokunamazsın” büyüklenmesiyle alakalı.
Hayat içerisin hoşumuza gitmeyen birçok şey olacak ve bunlara cevap verme yöntemi, susturma olmamalı, susturma olursa bu cevap verme olmaz, bu başka bir şey olur. Zeynep’in de söylediği gibi Suavi’ye benzeşilir. Yoksa, zaten çoktan Suavi gibi olundu ama bunun açıkça ifade edilmesi mi rahatsızlık veriyor?
Zeynep haksız mı? Ülkede laikler ve dindarlar kavga ederken, kendi iktidarları için savaşırken, başörtülü kadınların ne yapması ve nasıl olması gerektiğine kendileri karar verirken, olan kadınlara olmadı mı?
Sonuç itibariyle “hepiniz” aynı hizaya düşmediniz mi?
Bu ülkede herkes ama herkes hayatının bir bölümünde en az bir kez, “yok birbirinizden bir farkınız” isyanını yaşamıştır. Kemalizmin din üzerindeki otokontrolünü yaşamış bir toplum olunduğu buz gibi bir gerçek ancak buna cevap verirken aynı yöntemi kullanmak, diziye dahi tahammül edememek doğru yöntem değil.
Laikçiliğin, her ay en az bir kez öfkesini, Kemalizmin din karşıtı, tahkir edici şekilde kullandığı “dinci” sıfatını, bulabildiği her fırsatta dindar, muhafazakar kesimin üzerine fırlatmayı maharet sanarak, ülkedeki laik-dindar gerilimine benzin döktüğü ve bundan ötürü de herhangi bir pişmanlık duymadığı bilinmeyen bir şey değil ama bu nefretle hesaplaşmanın yeri zannediyorum diziler değil, sansür talebi hiç değil, ne dersiniz?
Bauman’ın ifadesiyle “akışkan”, daha anlaşılır bir biçimde ifade edilecek olursa, her şeyin çok hızlı ve aşırı yoğun işlediği bir zamanda, insanlığın bir yere tutunma ve tutunduğu yerde bir sabite ile ayaklarını yere basma, akıp gitmemek için ona iyice sarılma ihtiyacı olduğu bir gerçek. Bu güvenli ve sabit alan, din de olabilir, ideoloji de… Ancak şu durumda fark edilmeyen bir başka gerçek ise sıkıca tutunduğumuz şeyin, mutedil bir sabite mi yoksa insanı sabit kılmak yerine daha fırtınalı alanlara fırlatma potansiyeli olan bir dal parçası mı olduğu? Bence ikincisi, aksi olsa Zeynep, öfke, gereksiz alınganlık ve sansür gibi duygusal çıkışlar yerine mantığın kurallarıyla ispatlanmış bir gerçeği önümüze koyamazdı! Ama koydu, bir önerme geldi ve herkesi susturdu.