Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIBir Müslüman yılbaşını kutlar mı?

Bir Müslüman yılbaşını kutlar mı?

1 Ocak’ta yeni yıl kutlamanın bir Müslüman geleneği olmadığı açık. Peki hal böyle iken bir Müslüman neden yeni yıl kutlar? Bu yeni yıl kutlamalarına karşı çıkmak için başlı başına bir gerekçe değil mi? Bu soruların cevabı basit: Neden tıp bayramı, İzmir’in düşman işgalinden kurtuluşunu ya da 1 Mayıs işçi bayramını kutluyorsa ondan. Yeni yıl kutlamaları çoğu insan için küresel insan deneyiminin bir parçası olarak kutlanılır.

Birkaç gündür sosyal medyada yılbaşı ve çam ağacı çerçevesinde tartışmalar yapılıyor. Hattâ birkaç çam ağacına saldırı olayı bile oldu. Bazı Müslüman dostlar yeni yılın bir Hristiyan adeti olduğunu, Müslümanların yeni yılı kutlamasının bu açıdan doğru olmadığını söylüyor. Bu konunun dini boyutu var ve ilahiyatçılar bu konuyu tartışıyor.  Ancak işin bir de felsefi yani akli boyutu var. Tartışmaya katılanlar, kutlanan günler ve sembollerle ilgili bazı varsayımlar yapıp, bunlar üstüne düşünmeden kabul ediyorlar. Bu yazıda bu varsayımlar üstüne kafa yormak istiyorum. Bir günün Hristiyan ya da Müslüman bayramı olması ne demek? Bir kişi hangi günleri ve neden kutlar? Semboller ve dolayısı ile sembolik kutlamalar anlamlarını nasıl kazanır? Bu soruların cevapları üstüne kafa yormak tartışmayı daha anlamlı kılacaktır.

Yeni yıl (1 Ocak) Hristiyan bayramı mı?

“Yeni yıl (1 Ocak) Hristiyan bayramı ya da kutlaması mı?” veya “çam süslemek Hristiyan geleneği mi?” sorularına cevap vermek ilk bakışta kolay gözükebilir: Tek yapmamız gereken şey, tarihsel araştırma yapıp bu uygulamaların izini sürmek sanılabilir. Ancak bu yaklaşım hatalı olacaktır. Bayramlar, kutlamalar, ritüeller sembollerdir. Sembollerin anlamları ise tarihi araştırma ile keşfedilemez, çünkü anlamları bağlamsaldır. Bunu anlamak için basit bir örnek vereyim. Hilal ve yıldız Türkiye’nin ya da Müslümanların sembolü müdür? Buna vereceğimiz cevap evet olacaktır. Bu cevap, aynı sembolün iki farklı anlamda kullanılabileceğini gösterdiği gibi tarihsel analizin yetersizliğine de işaret ediyor. Çünkü hilal ve yıldız sembol olarak İslamdan ve Türkiye Cumhuriyeti’nden önce de vardı. Sembollerin nasıl anlam kazandığını anlamak için, büyük dil bilgini Ferdinand de Saussure’un göstergebilimine başvurmak faydalı olacaktır.

Sembollerin ve dolayısı kutlamaların nesnel bir anlamı yoktur; insan zihni, anlamı yaratır ve taşır. Semboller doğaları gereği keyfidir ve önemlerini, insan bilişinin sağladığı yorum ve bağlamlardan alır. Saussure’ün teorisi, gösteren (sembolün biçimi) ve gösterilen (temsil ettiği kavram) arasında ayrım yapar ve aralarındaki ilişkinin doğal olmadığını, daha ziyade sosyal gelenekler ve bireysel algılar aracılığıyla inşa edildiğini öne sürer. Örneğin “ağaç” kelimesi, kolektif anlaşma yoluyla ağaç kavramını temsil eden bir gösterendir; ancak kelimeyi oluşturan sesler veya harfler hakkında doğası gereği “ağaca benzer” hiçbir şey yoktur. Sembollere yüklediğimiz anlamlar sembollerin kendisine özgü değildir. Yeni yıl ya da hilal ve yıldız da böyledir, birer gösterendir; Müslüman, Ateist, Hristiyan ya da Türk değildir. Onlara anlam yükleyip bu kavramlarla ilişkilendiren, insan zihnidir. Bu anlamlar da hem tarih boyunca, hem de bağlamdan bağlama ve kültürden kültüre değişir.

Yeni yıl ve hilal kavramlarını bu bakış açısı ile inceleyelim. Hilal (ve beraberinde yıldız) sembolü, İslamdan önceki eski uygarlıklarda yaygın olarak kullanılmıştır. Örneğin Mezopotamya kültüründe hilal, ay tanrısı Sin’i sembolize ediyordu. Greko-Romen bağlamında ise Artemis ve Diana gibi ay tanrılarıyla ilişkilendirilmiştir. Diğer taraftan Bizans ikonografisinde hilal, bayraklarda ve sikkelerde, genellikle dinle ilgisi olmayan dekoratif veya göksel bir sembol olarak kullanılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde ise hilal İslam ile ilişkilendirilmiş ve Osmanlı İmparatorluğu hilali, sancaklarının ve mimarisinin önemli bir özelliği olarak benimsemiştir. Bugün çoğu yerde İslamın sembolü olarak hilal kullanılır; antik tarihsel kökeni, insanların bu yargısında hiçbir rol oynamaz. Hilal genellikle İslam sanatında ve Müslüman çoğunluklu ülkelerin bayraklarında kullanılan daha geniş bir kültürel kimlik sembolü rolünü oynar.

Ancak bu yaygın kullanıma rağmen hilal ve yıldız elbette herkes için İslamın sembolü anlamına gelmez. Çağdaş bağlamlarda anlamı, kullanıma bağlı olarak değişmektedir. Bir caminin üzerinde hilal İslamı ifade eder; mesela memleketim Makedonya’da, her caminin minaresinde mutlaka bulunur.  Dini olmayan bir bayrakta (örneğin Türkiye veya Cezayir bayrağında) ulusal bir kimliğin sembolü olacaktır. Nitekim ateist bir Türk de hilal ve yıldızı sembol olarak benimseyebilir. Müzeye gidip eski bir eser üstünde hilali gördüğümüz zaman, bu, daha önceki medeniyetlerin kültürel uygulamalarını ifade eder. Hilal ve yıldızın bağlam dışında evrensel bir anlamı yoktur; belirleyen bağlamdır. Tarihsel kök değil.

Yeni yıl kutlamasına dönersek. Yeni yıl kutlamalarının tarihi 4000 yıldan eskidir. Babilliler yeni yılı ilk kutlayanlar arasındaydı, ancak bunu ilkbahar ekinoksunda (Mart sonu) kutluyorlardı. Kutlamaları tarımsal döngülere ve yaşamın yenilenmesine bağlıydı. Benzer şekilde, Antik Pers ve Mısır kültürleri de yeni yılı Nil nehrinin taşması ya da ilkbahar ekinoksu gibi doğal olaylarla bağlantılı olarak kutlamışlardır. Yeni yılı 1 Ocak’ta kutlama geleneği Antik Roma’da başlar. Roma takvimi önceleri Mart ayında başlardı ve yeni yıl tarım mevsimi ile askeri sefer mevsiminin başlangıcına denk gelirdi. Julius Caesar (Jül Sezar), Hz. İsa’nın doğumundan 46 yıl önce Jülyen takvimini güneş yılı ile aynı hizaya getirerek 1 Ocak ‘ı yılın başlangıcı olarak belirledi. Ocak ayına, Roma’nın başlangıçlar, geçişler ve kapılar tanrısı olan ve hem ileriye hem de geriye bakmayı simgeleyen Janus’un adı verildi. Romalılar 1 Ocak’ı Janus’a kurbanlar sunarak, evlerini süsleyerek ve iyi şans için bozuk para ya da şekerleme gibi hediyeler vererek kutlardı.

Peki Hristiyanlık işin neresinde? İlk Hıristiyanlar, pagan kökenleri nedeniyle 1 Ocak’ın yeni yıl olarak kutlanmasına karşı çıkmışlardı. Avrupa’nın birçok yerinde yılın başlangıcı olarak 25 Mart (Müjde Bayramı) veya 25 Aralık (Noel) gibi dini tarihleri tercih etmişlerdi.

1582 yılında Papa XIII. Gregory (Greguar), bazı tutarsızlıkları düzeltmek için Jülyen takviminde reform yaparak Gregoryen takvimi ortaya attı. Roma geleneğine uygun olarak, 1 Ocak yeniden yılın başlangıcı olarak kabul edildi. Gregoryen takvim yavaş yavaş yayıldı. İspanya, Portekiz ve İtalya gibi Katolik ülkeler bu takvimi daha erken benimserken, Protestan ve Ortodoks ülkelerin bunu takip etmesi daha yavaş oldu. 18. ve 19. yüzyıllara gelindiğinde, sömürgecilik dahil küresel etkileşimler nedeniyle 1 Ocak dünya çapında yeni yıl olarak kabul edildi. Bugün Gregoryen takvim çoğu ülkede, ülkemiz Türkiye dahil, idari takvim olarak kullanılıyor.

Peki, yeni yıl kutlamasının işaret ettiği şey ne? Antik bir Romalı için bu, Tanrı Janusla ilişkili bir kutlamaya işaret edecekti. Erken dönem Hristiyanlar için pagan bir geleneğe işaret edecekti. Anglikanlar ya da Protestanlar gibi daha sonraki Hristiyanlar için 1 Ocak, Hz. İsa’nın sünnet olduğu günü ifade edecekti. Günümüzün modern küreselleşmiş bağlamlarında Yeni Yıl, dini bir olaydan ziyade ortak bir zamansal dönüm noktasını ifade eder. Türkiye’deki çoğu insan için ifade ettiği anlam da budur. Dolayısıyla insanlar bir Hristiyan bayramı olarak kutlamadıkları gibi, 1 Ocak’ın böyle bir anlamı da yoktur. Çünkü hiçbir günün ya da simgenin içsel bir anlamı yoktur. Anlamı bağlamsaldır.

Bu analiz rahatlıkla çam süslemeye de uygulanabilir. Çam ağacı süslemek bir ateist için, bir pagan İskandinav, bir orta çağ Hristiyan ya da bir Püriten Hristiyan için başka şeyler ifade eder. O yüzden, “ağaç süslemek bir Hristiyan pratiği midir?” sorusunun cevabı verilmeden, “kimin için ve hangi bağlamda?” sorusu sorulmalıdır.

Nitekim Kurban Bayramı bile herkes için dini bir anlam ifade etmemektedir…

Bir Müslüman neden Yeni Yılı kutlar ya da kutlamaz?

1 Ocak’ta yeni yılı kutlamanın bir Müslüman geleneği olmadığı açık. Peki, hal böyle iken bir Müslüman neden yeni yıl kutlar? Bu, yeni yıl kutlamalarına karşı çıkmak için başlı başına bir gerekçe değil mi? Bu soruların cevabı basit: Neden Tıp Bayramını, İzmir’in düşman işgalinden kurtuluşunu ya da 1 Mayıs işçi bayramını kutluyorsa ondan. Açayım.

İnsanlar çok kültürlü varlıklardır. Hepimiz birden fazla kültür ve topluluk ile iç içeyiz. Bunların en önemlilerinden biri, belki de en önemlisi dindir. İslam benim çok sayıda davranışımı belirler. Müslüman olarak dini bayramları ve özel günleri kutlarım.

Ancak ben aynı zamanda Doko ailesine mensubum. Ailemin kendine ait bir kültürü ve bazı gelenekleri var. Tabii bazı özel günleri de var. Mesela çoğu karı-koca evlilik yıldönümü kutlar. Bizim ailede, mesela ilişkimize ad koymaya karar verdiğimiz gün, yani 21 Aralık önemlidir. Ben mesela bu güne evlilik yıldönümümden daha çok önem veririm. Sembolik anlamı da büyüktür, 21 Aralık’tan sonra gün uzamaya başlar. Bu da bana eşimle bir araya gelmemin hayatımın aydınlık yönünü arttırdığını hatırlatır. Tabii bu gün bizim aile için özeldir ve benim ailemle kaynaştığım ve aidiyetimin arttığı bir gündür.

Hem Makedonyalı hem de Türkiyeliyim. Bu da başka günleri beraberinde getirir. 8 Eylül Makedonya’nın kuruluş günüdür, çeşitli zamanlarda o günü kutladım. Muhtemeldir ki Türkiye’dekilere bu gün hiçbir şey ifade etmeyecektir. 23 Nisanı da kutlarım elbette. Bende durum daha karışık çünkü üç ulusal aidiyetim var: Makedonya vatandaşıyım, Türküm ve Arnavutum. Her aidiyetim beraberinde bazı özel günleri getirir. Bazen Batılıyım, bazen Doğuluyum.

Meslekten bağlı olduğum insanlar var. Mesela Öğretmen Gününü ya da Dünya Felsefe Gününü de kutluyorum. Bu, felsefeci ya da öğretmen olmanın getirdiği bir kültürün parçası olmanın sonucu.

Ancak günümüzde bir başka aidiyet daha gündemimize giriyor: Küresel insanlık. Giderek daha fazla birbirine bağlanan bir dünyada, insan hakları ya da çevresel sürdürülebilirlik gibi kavramlar etrafında bir araya geliyoruz. İnsan olmamız hasebiyle bpaylaştığımız bazı ortak yönler var. Bu, bir ortak insanlık kültürünü beraberinde getiriyor. Mesela 1 Mayıs İşçi Bayramı benim için hep önemli olmuştur. Kutlarım, çocukluğumdan beri. İşçilerin emeklerine başka dinden de olsalar saygı duyulmalı. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü de öyledir; beni babasız yetiştiren annemi ve kadın olarak yaşadığı sorunları hatırlatır bana.  Eve,t bir Müslüman olarak mesela bu günleri özenle kutlarım, İslami bir bağlamda gelmeseler de. Çevreci günlere de önem veririm. Yeni yıl, bunlara benzer bir şekilde, çoğu insan için küresel insan deneyiminin bir parçası olarak kutlanır. Özellikle seküler insanlar için kentleşmiş ve parçalanmış toplumlarda, Yeni Yıl kutlamaları nadir bir ortak sevinç ve katılım anı sunmakta ve aidiyet duygusunu güçlendirmektedir. Bir Müslüman da buna ihtiyaç duyabilir.

Ben yeni yılı “teoride” kutlasam ve çocukluğumda sevsem de artık kutlamaya çok hevesli değilim. Özel bir şey de yapmıyorum. Çünkü tüketim toplumunu sevmiyorum. Benim için artık yeni yıl kutlamaları tüketim toplumunun bayramlarından. Satışlar, pazarlama kampanyaları ve eğlence endüstrileri yeni yılı metalaştırılmış bir etkinliğe dönüştürmüştür. Metalaştırılan şeylerin ise içinin boşaltıldığını, anlamını kaybettiğini düşünüyorum. Ne yazık ki dini bayramlarımız da metalaşma tehlikesi ile karşı karşıya. Bir Müslüman olarak yıl başı kutlamalarından çok buna odaklanmamız gerektiğini düşünüyorum. Ama buna başka yazıda döneceğim.

Peki, bir Müslüman yıl başını neden kutlamak istemeyebilir? Birini söyledim. Bir makul gerekçe daha var. Özellikle Batı emperyalizminden rahatsızsa veya ona yılbaşı gibi etkinlikler sömürgeci yılları hatırlatıyorsa, onu kutlamaması gayet anlaşılır olur. Bu kişi “medeniyetsiz”, “yobaz” ya da “gerici” değildir. Bu tavrını ifade etmesinde de sorun yoktur. Kimse yıl başını kutlamak zorunda değildir. Ancak buradaki sınıra dikkat etmek önemlidir. Bu, size kutlayanlara saldırma ya da ağaçlarına zarar verme hakkını vermez. Denge önemlidir. Kültürlerle savaşmak ya da kültür oluşturmak böyle saldırılarla sağlanamaz. İnsanların bizden farklı kültürlere ait olabileceğini ya da olguları başka türlü okuyabileceklerini unutmamamız gerekir.

Dedemin İslam merkezli çok kültürlülük modeli

Önceki yazımda yaptığım gibi bu yazımda da, Balkan irfanının ve Osmanlı geleneğinin bir temsilcisi olarak dedemi örnek olarak kullanmak istiyorum. Dedem geleneksel bir Arnavut ailede yetişmiş; 17. yüzyıla kadar gerilere giden bir Halveti tekkesine giden bir Müslümandı. Tanıdığım en çok ibadet eden kişiydi. Çoğu muhafazakâr insanı şaşırtacak iki şey yapıyordu ama: Yeni yılı tebrik eder ve evimize çam ağacı getirirdi. Ancak bunları yapış şekli çok ilginçti.

Tasavvufun ilkelerini içselleştirmiş biri olan dedem bana hep şu ayeti hatırlatırdı: “Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü oradadır.” (Kur’an 2:115). Bana her yerde Allah’ın ayetlerini görmem gerektiğini öğütlerdi. İnsanların çoğu nesnelerdeki ve olgulardaki gölgelere takılırdı. Oysa önemli olan oradaki ışığı görmekti. Müslümanın görevi kırmak değildi; yerli yerine koymak, yani gölgeleri arındırıp ışığı bırakmaktı. Mesela dedem alkol gördüğü zaman, alkol içmeyen biri olarak ona hakaret etmezdi. Aslında bir nimet derdi; o olmasa dezenfekte etmek ne zor olurdu derdi. Yerli yerinde, alkol değerliydi.

Yeni yıla gelirsek. Dedem de Makedonya’daki herkes gibi yeni yılı kutlardı. Ben orada böyle bir tartışma görmedim; Müslüman ve Hristiyan herkes kutlardı. Biz evde kuruyemiş yiyerek ve satranç oynayarak yeni yıla girerdik (tombala bana sıkıcı gelirdi). Ama dedemin kattığı ilginç ritüeller vardı. O yıl yaptığımız hatalar üstüne düşünür, tövbe eder ve yeni yıla girince yeni yılın bereketli geçmesi için dua ederdik. Dedem yapardı, biz de çocuk olarak ona uyum sağlardık.

Çam ağacı da önemliydi. Diğer ağaçlar kışın soğuk karşısında dayanamayıp yapraklarını dökerdi. Ama çam aynen yeşil ve dimdik kalırdı. Dedeme göre çam bize bir Müslümanın halini gösterirdi. Allah’ı sürekli zikreden (hatırlayan), dışarıda ne fırtınalar koparsa kopsun, ne kadar felaketler gerçekleşirse gerçekleşin, içinde çam gibi yemyeşil kalabilirdi. Hiçbir şey onun huzurunu bozamazdı. Hazır yılbaşı gecesi düşünürdük: Acaba geçen zaman yeşilliğimizi alıyor mu? Alıyorsa bir yerde eksiklik vardı, Allah ile bağımız zayıflamıştı. Çam ağacı ölümsüzlüğü de anlatırdı. Diğer ağaçlar kışın yaprak döküp “ölürken”, çam ağacı yeşil kalarak yaşamaya devam ederdi. İşte bu, Allah’ın bizi ölümden sonra var tutmaya gücü yettiğini de hatırlatırdı.

Ben ne zaman süslü bir çam ağacı görsem aklıma Hristiyanlık ya da tüketim kültürü gelmez. Dedemin anlattığı bu öğütler gelir. Çam gibi olmam gerektiği gelir… Bu onun yıkmama ama dönüştürme metoduydu. Çok kültürlüydü, ama her kültürde Allah’ı ve İslamı bulurdu.

- Advertisment -