Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIBoşluk yönetme sanatları: Mimarlık ve tarihçilik

Boşluk yönetme sanatları: Mimarlık ve tarihçilik

Nasıl ki mimar bina üzerinde çalışarak mekânı dolayısıyla insanı inşa eder, tarihçi de geçmiş üzerinde çalışarak istese de istemese de insanın içinde yaşadığı günü ve yeni insanı inşa eder. Cümlemi abartılı ve iddialı sanmayın. Gerçekten böyledir. Bakın hafızanıza! Sizin, ailenizin ve çevrenizin yaşamadıklarının tamamı tarihçilerin metninde söylenenlerden ibarettir.

Mimarların piri Romalı ünlü Pollionis Vitruvii’nin (M.Ö. 80 (70)-M.S. 15) ortaya koyduğu üç temel ilke fayda (utilitas: aedificium usui aptum faciendum est), kalıcılık (firmitas: aedificium longe durandum est) ve güzelliktir (venustas: aedificium pulchrum faciendum est). Bu ilkelerle Vitruvii bence zamanlar ve mekânlar üstülüğü yakalamıştır (De Architectvra, yayım yılı 25 (?) liber primus, caput tertium: 2).[1] Bu bakımdan bu ilkeleri en uygun (optimal) terkipte kullanarak bina tasarlayan ve inşa eden mimarın olağanüstü bir hal olmadıkça başarılı olacağını düşünürüm. Mimar deprem bölgesi, sel bölgesi, kaygan arazi, çok soğuk, çok sıcak gibi çevre şartlarına, kağıt,[2] saman, kerpiç, tuğla, beton, çelik gibi malzemeye, mali imkânlara, müşterinin arzu ve dünya görüşüne bakarak ve dikkat ederek hatta görece uzunca bir müddet müşteriyle bizzat vakit geçirerek ve binanın dikileceği araziyle haşir neşir olarak bir bina tasarlar ve yapar. Arazide çiğ et ne sürede çürüyor? Akrebi, çıyanı, yılanı bol mu? gibi bir çok gözlemde bulunur.

Ben mimariye bu yüzden boşluk yönetme sanatı derim. Mimar önce zihninde sonra kağıt üzerinde akabinde de gerekirse üç boyutlu maket ile bir boşluk inşa eder ve onun içini doldurur. Sonra bunu tatbik sahasına kor.

Bir mimardan deprem bölgesine gökdelen dikmesi veya dere yatağına bina ya da köprü kondurması müşterice/müteahhitçe istenebilir. Vitruvii’nin ilkelerine göre hareket etmeyi şiar edinmiş bir mimar önemli bir sorunla karşı karşıyadır. Arazi budur, talep odur. Benim mimarlık anlayışıma göre mimar bu araziye rağmen bütçe yeterliyse ben yapmam veya yapamam demeden binayı ilkelerinden ödün vermeden ve içinde yaşayacaklara huzur getirecek şekilde tasarlayıp dikebilen kişidir.

Mimar başka sorunlarla da karşılaşabilir: Müstakil ev sipariş eden bir müşteri, mutfak ve hamamda (salle de bains) büyük pencereler kullanmasını çün ki bu iki mekânda doğayla bütünleşiklik olmayı talep edebilir. Ama buzlu camdan, cam tuğladan ve yansıtmalı (reflektörlü) camdan nefret ediyordur. Bu müşteri aynı zamanda Amiş tarikatına (http://www2.etown.edu/amishstudies/Index.asp) mensuptur. Yani mahremiyete önem veriyordur. Mimar bunun gibi çözümü zor ve çetrefilli bir çok sorunla karşı karşıya kalabilir. Bu aşamada mimar, mensup olduğu okula göre (kübistse kübist, minimalistse minimalist vs) tasarım gücünü (sanatını) ve bildiği teknikleri kullanarak çözüm arayacak ve müşteriyi tatmin edecek bir sonuca yürüyecektir. Ama bunun için ya genel kültürü çok geniş olmalı ya da okuyup öğrenerek bu açığını zaman kaybı yaşamayı göze alarak kapamalıdır. Bazı mimarlar biliyorum; Arap coğrafyasında çalışıyorlar ama fıkıh bilmedikleri için müşteriyi memnun etmede zorlanıyorlar. Sonra bir de müşteriyi kınayıp aşağılıyorlar. Rusya’da çalışıyorlar Ortodoksluğun catechisminden bihaberler. Ondan sonra öğreneceğim diye debelen dur.

Ancak çoğu mimarlar karşılarında müşteri olmadan çalışırlar. Yani müstakil ve/ya ikiz evlerden oluşan bir site veya blok(lar) tasarlayıp dikerler. Karşılarında sadece ya büyük bir şirket ya bir belediye ya da müteahhit bulunur. Bu yüzden de gelecekteki müşteriler için kendilerine göre belli ve belirleyici seçimlerde bulunurlar. Helâların (toilette) büyüklüğü ve yönü, mutfağın yeri ve oturma odasına yakınlığı, yatak odalarındaki camların konumu, Fransız balkonu v.s.

Bu durumda bir çok hata yaparlar: Soğan, sarımsak bolca pişirilen bir coğrafyada henüz davlumbaz teknolojisi bu kadar gelişmemişken açık mutfak tasarlarlar. Mahremiyete çokça dikkat edilen bir coğrafyada (Başakşehir olsun mesela) yere kadar camlarla bütün daireyi donatırlar. Ondan sonra gelsin tül perdeler, gitsin güneşlikler daha neler neler. İçini suyla (isterseniz fantezi yapalım süt ya da şarapla) doldurarak yıkanmanın yaygın olmadığı bir coğrafyada hamama küvet kondururlar. Neymiş? Daire daha kolay satılıyormuş. Alan da görgüsüz, yapan da. Küveti matah bir şey sanıyorlar. Sonra küvetin üstü plastikten duşa kabinle örtülsün, içine yine envai çeşit renkte plastikten tabureler konsun. Cennet cennet. Veya yatak odasını öyle bir tasarlarlar ki yatak camla kapı arasındaki hava ve ışık akımının ortasında kalır. Ondan sonra ara ki sağlıklı uykuyu bulasın!

Mimar her ayrıntıya dikkat etmelidir: İki katlı bir evde oturma odasını, yemek odasını, mutfağı ve helâyı tertibine (projesine) yerleştirdikten sonra merdiven için gereken alanı da sayfada boş kalan herhangi bir yere konduramaz. Merdivenlerin dahi insan hayatındaki yerinin önemli olduğunu bilir. Bu yüzden merdiveni anlam yüklü olarak konumlandırır.

Kolja Tatic’in isimsiz tablosu. http://www.kolja.biz/

Kısaca mimarlar genellikle gör(e)medikleri müşterilerinin hayatlarına tasarımlarının her ayrıntısıyla müdahil olurlar. Müşteri bu ilişkide çoğunlukla edilgendir. Bu bakımdan mimar şuurluysa gelecekteki müşterilerinin beğeni, görgü ve kültürlerine uygun işler yapmaya çalışır. Çün ki yaptığı tasarımın insanı etkileyecek tehlikeli bir iş olduğunun farkındadır.

Tarihçilik de aynen böyledir. Nasıl ki mimar bina üzerinde çalışarak mekânı dolayısıyla insanı inşa eder, tarihçi de geçmiş üzerinde çalışarak istese de istemese de insanın içinde yaşadığı günü ve yeni insanı inşa eder. Cümlemi abartılı ve iddialı sanmayın. Gerçekten böyledir. Bakın hafızanıza! Sizin, ailenizin ve çevrenizin bizzat yaşadıklarının tamamı tarihçilerin metninde söylenenlerden ibarettir.

Şuurlu tarihçi bu müdahalenin farkındadır ve tahribat yapmaktan bu yüzden elden geldiğince çekinir. Bunun için benim tabirlerimle metin inşasında mütereddit ve mütevazi bir dil kullanır. Hükümferma tanrısal ibarelerden kaçınır. Bu tarza Türkiye’de pek alışık değiliz. Biliyorum. Ama yok da değil.

Merdiven için bile ayrılacak yer hususunda hassas davranan mimarlar gibi tarihçiler de belli teknik ve yöntemler (sözlü tarih, duygu tarihi vb) kullanarak ortaya koyacakları eserlerin her bir cümlesinin ve verdikleri her bir malumatın etkili olduğunu bilerek hem konu edindikleri insan(lar)a hem de okuyucularına saygı, ihtiram ve ihtimam göstererek metinlerini inşa edeler.

Bir üfürizmamla bitireyim: Aslan yattığı yerden, mimar ve tarihçi de yaptıkları işten belli olur.


[1] http://penelope.uchicago.edu/Thayer/L/Roman/Texts/Vitruvius/home.html

[2] http://www.rocagallery.com/temporary-disaster-housing?gclid=Cj0KCQiAmKiQBhClARIsAKtSj-m2FYAT-sdVt6wsZQdSgic57EZRXD0Wkue2FBq4K10zATIeiJKcaeQaAgWvEALw_wcB

- Advertisment -