Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIBu anda en çok Tanrı’ya inanmayı ve Rahim beyi yoğun bakımdaki uykusundan...

Bu anda en çok Tanrı’ya inanmayı ve Rahim beyi yoğun bakımdaki uykusundan uyandırması için ona dua etmeyi isterdim

Konyalı emekli matematik öğretmeni Rahim Demirbaş 26 yılda evini barkını satma pahasına 50 bin ağaçlık bir ormanı tek başına var etti. Bu sabah (13 Şubat) 11 Aralık’ta damarında pıhtı attığını, o günden beri yoğun bakımda uyuduğunu öğrendim. 7 Aralık’ta ondan aldığım son mesajda o gün toprağın altına gömdüğü palamut tohumlarını Nisan’da yeryüzüyle buluşturacağını söylemişti. İnşallah Rahim bey de Nisan gelmeden, bugün 63. gününü doldurduğu uykusundan uyanacak ve onları “yüzlerce yıl yaşayacakları” toprağa dikecek.

Önceki gece (12 Şubat) uykuya dalmaya çalışırken birdenbire aklıma Rahim beyden uzunca bir zamandır mesaj almadığım geldi (ömrünü adadığı çorak toprakları ormanlaştırma faaliyetinin seyri konusunda ayda en az birkaç kez bilgilendirme mesajı gönderdiği kişiler arasında ben de vardım). Sabah onu aramaya karar vererek uyudum.

Uyandığımda ilk iş son mesajının tarihine bakmak oldu. 7 Aralık. Yani aradan iki aydan fazla bir zaman geçmiş. Şöyle yazmış:

“Bugün ormanımdaki meşelerden topladığım palamutlarla bazı arkadaşların gönderdiği palamutları katlama yaptım. Çünkü şimdi dikecek zamanım yok. Adam yok, dikilse de bazıları deforme oluyor. Bunlar nisana doğru burunlarını kabuktan hafif çıkarırlar. O zaman yüzlerce yıl yaşayacakları yere diktiğimizde yeşerme oranı yüzde doksan olur. Denedim.”

İki ay çok uzun bir süreydi, bu beni endişelendirdi. Fakat bir yandan da -bu son mesajını işime geldiği gibi yorumlayarak- Rahim beyin Konya soğuğunda ve yardımcı kıtlığında ağaç dikme faaliyetine ara verdiği için mesajları boşladığını düşündüm, bu da beni rahatlattı. (Çünkü Rahim bey tek başına oluşturduğu ormanı dışında paylaşım yapmazdı, eh, ağaç dikme yoksa paylaşacak da bir şey yok demekti!)

Karışık duygularla çaldırdım telefonunu, açılmadı, birkaç dakika sonra Rahim beyin telefonundan kızı aradı: “Babam iki aydır yoğun bakımda. 7 Aralık’taki son mesajından dört gün sonra damarında pıhtı attı, doktorlar durumunda herhangi bir düzelmenin olmadığını söylüyor…”

Rahim beyin hayatımdaki en saygı duyduğum insanlardan biri haline gelmesi süreci

Rahim beyle hiç yüz yüze gelmedik, çoğunlukla bayramlarda olmak üzere arada telefonda konuşurduk. Onun hayatımdaki en saygı duyduğum insanlardan biri haline gelmesi sürec, 2006’da Nokta dergisinin genel yayın yönetmeni olarak verdiğim bir kararla başladı. Nokta’da ünlü ve önemli insanların değil sıradan fakat değerli insanların portreleri yer alacaktı. Bu hedef doğrultusunda ilk sayıda kanlı bıçaklı insanları ve aşiretleri barıştırmayı kendisine hayat düsturu edinmiş Diyarbakır Kasaplar Odası Başkanı Sait Şanlı’yı tanıtmış, ben de ilk editör yazısını bu tercihimizi anlatmak için kaleme almıştım:

“Diyarbakır Kasaplar Odası Başkanı Sait Şanlı, ömrünü affetmenin yüceliğine, özür dilemenin erdemine adamış bir yeryüzü bilgesi. Yüzlerce kan davalısını barıştırdı, yüzlerce işlenmek üzere olan cinayeti kendine has ikna yöntemleriyle engelledi. Sait Şanlı, Nokta dergisini çıkaran gazetecilerin gözünde bir ‘aziz’dir. Ve bu dergi, bir şekilde ‘gündeme oturmuş’ ünlülerin değil, Sait Şanlı gibi sıradan bir hayat süren, ünsüz ama büyük insanların sözlerine açacak sayfalarını… Evet, hem de sekiz sayfa, gerektiğinde on sayfa…”

Bu böyle devam etti, ‘ünsüz fakat değerli’ portreleri Nokta’nın alâmet-i fârikalarından biri oldu. Nitekim Nokta’nın sondan bir önceki sayısında da (12-18 Nisan 2007) bir başka yeryüzü bilgesi olan Rahim Demirbaş’a sadece sekiz sayfa ayırmamış, öyküsünü kapak haberi olarak sunmuştuk:

“Konya’nın Ereğli ilçesinde yaşayan emekli matematik öğretmeni Rahim Demirbaş, artık sadece ‘kocakarı’ların yaşadığı, kişi başına yıllık gelirin 200 YTL olduğu köyünde satın aldığı geniş arazide, 18 yaşında ölen oğlunun adını vermeyi tasarladığı bir orman ‘inşa’ ediyor. Issızlığın ortasında şimdiden 10 bin ağaç dikmiş bile. Hedefi 50 bin. Rahim Demirbaş’la uzun bir söyleşi yaptık, sözlerini çözmeye çalışarak onu böyle bir insan haline getiren şeyin ne olduğunu anlamaya çalıştık.”

Rahim Bey de ne güzel anlatmıştı mücadeleci ruhunu ve ağaç sevgisini:

“Ben karanlığa ağlayacak adam değilim. Bir mum yakar, ışığına bakarım. Önemli olan kuru söğütten dilli düdük çıkarmak hemşerim. (…) Konya’dan orman şefi geldi. Dedi ki, hocam ağaçlar fevkalade büyümüş, orman literatüründe bu ağaç sekiz senede bu kadar büyüyemez. Ben de kendisine, ben ağaçlarımı öpüyorum, onlara şarkılar söylüyorum, dedim. Hakikaten de öyle oluyor. Ben geliyorum buraya, ağacı kucaklayıp öpüyorum ya, canlanıyor bir anda.

“Benim hanım çok iyi bir insandır. Önceden direndi, çocuğun rızkını dağa-taşa serpiyorsun dedi. Hanım şeker hastası, akşama kadar kırk ilaç alıyor. Bazen o da geliyor, on-on beş gün benle kulübede kalıyor.

“Valla bana para da vermek isteyenler oldu. Yok kardeşim dedim, benim paraya değil suya ihtiyacım var. Şu havuzda topladığım suyu sekiz kilometre öteden getiriyorum mesela. Onun kaynağını satın aldım. Borular döşedim, getirdim buraya kadar. İşte, asıl benim sıkıntım su. Ben hep diyorum, paraya pula ihtiyacım yok, bana su verin. Ben kimseden bir şey istemem. Sadece duysunlar ki Türkiye’nin en yoksul köyünde bir orman yetişiyor. Ben sadece yetkililerden su istiyorum. Onu da ücretsiz değil, taksite bölsünler, ben peyderpey ödeyeyim.”

Beş yıl sonra gelen yardım çığlığı: Tükendim, biri bana borç versin

2007’de Nokta’ya verdiği röportajda beni en çok para istemediğine dair cümleleri etkilemişti. 2012’de ondan “tükendim” diyen ve yardım çağrısında bulunan bir mektup aldım. Utanarak, af dileyerek yazdığını söylediği mektubunu yoğun bir utanç duygusuyla okudum. Şöyle diyordu Rahim bey:

“(…) Uzun iletileri sevmediğinizi biliyorum, fakat sizi kıymet bilen bilerek affınıza sığınıyorum. Hep düşündüm, bu güzel ülkeme bir şeyler bırakmak istedim. Girdim fakat çıkamadım. 14 yıldır hep götürdü. Hiç geri dönmedi. Demek ki boyumdan büyük bir işe girişmişim. Elimdeki üç beş kuruşu bir şey sanmışım.

“Krediler çektim, evlerimi sattım. Çocuklarımı da bu sarmalın içine aldım. Şu an borcumdan dolayı hapislik çıktı. Yaptığım iş akamete uğrayacak.

“Düşündüm: Milletvekillerinin her birine sadece bir aylıklarının yüzde 1’ini bir yıllığına ödünç vermeleri için ileti yazdım (bu benim sıkıntıları ortadan kaldırıyordu). Kimisi isteğimi hiç hesaba almadı. Üçü bana döndü, meğer benden beş betermiş.

“Alper Bey biz yardımlaşmasını bilen bir kültürün insanlarıyız. Bana bir yıllığına ödünç para verebilecek yüksek karakterli, hassas duygulu, varlık sahibi insanlar bulmalıyız. Mevlana der ki, ‘bir damla rahmetin denize katkısı olur’, Allah kimseyi çaresiz bırakmasın.

“Başbakanımız ‘taş üstüne taş koyanın yanındayım’ der durur. Ne yazık ki kendisine ulaşamadım. Yazdığım mektuplar ve de iletiler aracılar aracılığı ile yerine ulaşamadı. Ankara’ya yolum düştü, Orman Bakanı ile görüşmek istedim, ‘randevusuz olmaz’ diye görüştürülmedim. Bu güzel insanlara derdimi anlatmak istedim, olmadı.

“Kendimi aciz hissediyorum. Demek ki ben bir hiçim. Size derdimi dinlettiğim için beni affediniz. Saygılarımla.”

Çok şükür ki o günlerde banka profesyoneli bir kadın okurum duruma el koymuş, Rahim beyin borcunu ödeyerek hapse girmesini önlemişti.

Demek ki o tarihten bu yana 13 yıl daha geçmiş.

Rahim bey bu 13 yılın sonunda 2007’de ilan ettiği hedefini gerçekleştirdi, yani ormanındaki ağaç sayısını 50 bine ulaştırdı. Bu dönem boyunca önce e-mail, sonra WhatsApp üzerinden yaptığı bütün bilgilendirmeleri okudum. Son yıllarda etrafına ve içinde yaşadığı topluma haklı olarak sitem etmeye de başlamıştı. Geçtiğimiz Ağustos’ta şöyle yazmıştı mesela:

“Kuyum arızalı, körpe fidanlarım kurudu, kuyucuların umurunda değil. Söz verdiler gelmediler. Ben yanıyorum, onlar bilmem ne peşinde.

“Japonların Allah’a hesap verme diye bir inançları yok çünkü dinleri yok. Ama utanma duygusunu, yalan söylememe duygusunu, sözünün arkasında durma duygusunu ve iş mesuliyetini çocuklarına öğretiyorlar. Adamlar çeşitli dallarda 27 Nobel ödülü almış, bizim bir Orhan Pamuk’umuz edebiyat ödülü aldı, adamı anasından doğduğuna pişman ettik.

“Aziz Sancar ABD’de kimyadan Nobel ödülü aldı, hocayı ödülü yerine ‘Kürt müsün Türk müsün, Alevi misin Sünni misin, Atatürkçü müsün Osmanlıcı mısın’ soruları ile bunalttık. Hoca aldığı ödülü Anıtkabir müzesine bırakarak bir daha gelmemek üzere ülkemizi arkasına bakmadan terk etti.

“Bu anlayışın hakim olduğu bir ortamda aslında benim enayiliğim; orman oluşturmak neyine? Git camilerin banklarında namaz vakitlerini bekle, cami yaptırma derneklerine üye ol, bir şeyhin müridi ol! Sen kim orman kim be şaşkın! Putu para olan esnaf geçinenlere muhtaç oluyorsun.”

Rahim beyin 7 Aralık’ta toprağın altına gömdüğü palamut tohumları Nisan’a doğru burunlarını kabuktan hafifçe çıkaracaklar ve inşallah Rahim bey de Nisan gelmeden bugün 63. gününü doldurduğu uykusundan uyanıp onları “yüzlerce yıl yaşayacakları” toprağa dikecek.

Bu anda en çok Tanrı’ya inanmayı ve Rahim beyi yoğun bakımdaki uykusundan uyandırması için ona dua etmeyi isterdim.

- Advertisment -