Türkiye’de siyasetin doyamadığı şeylerden biri, eğitim sistemini değiştirmek. Siyasi iktidarların, oy kaynağındaki kaybı yeni türde insanlar yetiştirerek telafi edebilecekleri gibi bir kanaatleri var. Bu kanaat, memleketin insanına zararlı olmasının ötesinde, aynı zamanda yanlış.
Hiçbir siyasi iktidar bu şekilde tutunamadı.
Eğitim yapısının temelini atan CHP bile ilk ciddi seçimlerde elendi.
60 darbesinden sonra üniversiteleri dolduran gençler, kısa süreli bir MDD krizinden sonra ne CHP’ye, ne AP’ye, ne de şaşırtıcı biçimde özgürlükçü bir anayasa yaratan ordunun suyuna gittiler. Aksine, kısa sürede hepsiyle çatışmaya başladılar.
Geldi 12 Eylül… Milli Güvenlik dersleriyle desteklenen Evren soslu muhafazakar/milliyetçi çorbanın tadı çabuk kaçtı. Zamanın en tabu meselelerinden biri “Kürtçe” idi; bugün şöyle böyle Kürtçe yayın yapan bir devlet kanalı var. Bu mesele çözülmüş değil elbette, ama emekli albayların derslere girmesinin de bir şeyi değiştirmediğini görmedik mi?
Mahallede top oynadığım arkadaşım, kardeşiyle Kürtçe konuşup gülüşürken, lisede “hoca” kelimesine alerjisi olduğu için kendine “amca” dedirten Milli Güvenlik öğretmenim “Tarihte hiçbir kaynakta Kürt diye bir millet geçmez!” masalı anlatıyordu.
28 Şubat’ta 8 yıllık zorunlu eğitime geçilmesinin nedeni, içeriği zenginleştirmek ya da çocuklarımızı geleceğe hazırlamak değildi, İmam-Hatip’leri baltalamaktı. Olmadı… O zaman da televizyonlarda “gerçek İslam” masalı anlatılıyordu.
İmam-Hatipliler iktidara geçti. Zorunlu eğitime bir dört yıl daha eklediler, bir sistem de onlar değiştirdi. Cumhuriyet tarihinin belki de en güçlü, imkanları en yüksek iktidarına sahip oldular. Ama hiç de öyle umulduğu gibi dindar bir nesil ortaya çıkmadı. TikTok’la Survivor arasında salınan kırılgan gençler yetiştirdik. En dindar kesimlerde bile ateist/deist oranı görece yükseldi.
Anlayın artık kardeşim, bu millet eğitilmiyor 🙂 Bu milletin eğitime bağışıklığı var.
Eğitimin bireyler üstünde hiç etkisi yok değil; aksine, insanların hayat anlayışlarını belirlemede, hayatları boyunca yararlanacakları becerileri edindirmede katkısı var.
Ancak eğitim, ideolojik bir aygıt olarak tek yönlü işlemiyor. Toplum, bir şey kafasına yatmıyorsa “demeyle” anlamıyor. Örneğin Ermeni meselesinde toplumla devlet Türkiye’de üç aşağı beş yukarı aynı çizgidedir. Ama tam da toplum Ermeni meselesini bu şekilde anlamakta yarar gördüğü için bu öneriyi benimsemiştir.
Gündelik siyasi ajandaları eğitim sürecinin içine işlemek umulan sonucu vermiyor. Neden ama? 100 yılı aşkın Cumhuriyet tecrübesine, ilkokuldan üniversiteye kadar zorunlu derslerde işlenmesine rağmen, düz haliyle Atatürkçülük toplumun çoğunluğunda belirleyici bir etkiye sahip midir? Bir ezberden başka akıllarda ne kalmıştır?
Sağ iktidarlar bu konuda halkı daha yakından anladıklarını düşünme eğiliminde. Pekiyi, öyle mi? Bir “nesil” yetiştirme fikri sağcılığın alametlerindendir. Akif’ten, belki öncesinden beri… Bu işi cemaatlere havale ederek biraz yol aldılar, ama resmi eğitimle olmadı, olmuyor. Cemaatler de kaş yapacak yerde göz çıkaran, tam bir şeye benzeyecek gibiyken hurafelere kapılıp bir çuval inciri berbat eden güvenilmez yapılar…
Entelektüel açıdan sağ, bir türlü ilk onbiri denkleştiremeyen bir takıma benziyor. Bazen Necip Fazıl gibi kumarhanelerde sosyolojik gözlem yapan bir 10 numara buluyorlar, bazen Cemil Meriç gibi kolay öfkelenen bir kaleci… Ama bir türlü kadroyu tamamlayamıyorlar. Bekleri aksıyor, stoperleri müzmin sakat, sağaçıkları davayı satıyor, liberoları makarayla sezonu geçiriyor. Takımı emanet ettikleri hoca kulübe göz koyuyor. Büyük bütçelerle rakipten transfer ettikleri isimler uyuşuk çıkıyor. Bazen maçı masada bağlamaya çalıştıklarında bile mağlup oluyorlar.
Taraftarı çok ama kadrosu dökülen acayip bir takım… Yaygarayı duyan koşup geliyor, ama ne futbolu sevdikleri ne de takımı benimsedikleri için. Bir şeyler kapışılıyor, ama ne?
Pekiyi, nasıl oluyor da zorunlu din dersinin yapamadığını yarım aklıyla bir şeyh bozması başarabiliyor, insanları etrafına toplayıp uyduruk da olsa bir inanç yoluna sokabiliyor?
Ya da nasıl oluyor da devletin dayağını yemiş eski bir solcu, Atatürkçülük davasına, kurucu ideolojiye tüm varlığını armağan ediyor?
Yanıt yukarıda: Türkiye’de insanların eğitime bağışıklığı var. Eğitim, bir çeşit formalite. Atatürkçü olmayan ailenin çocuğu İnkılap dersinden 10 alıp sınıfları geçiyor, İmam-Hatip okuyan abdestsiz geziyor, matematik çalışmak için test kitapları alınıyor, doktor olmak isteyen evrimi Youtube’dan öğreniyor… Okulda herkes devletin suyuna gidiyor. İdare ediyor.
Arada, sistemin tüketemediği idealist bir öğretmene rastlayanlar yok mu? Var. İşte o öğretmenlerden her okula en az bir tane lazım! Hani bir maarif sorunumuz varsa, işte mesele o öğretmeni yetiştirmek… İmkansız yani, çünkü bunun için ifade özgürlüğü ve liyakat üstüne inşa edilmiş bir yüksek öğretmen okulu gerekli. Olamaz, olmaz. Devlet yapamayacağı için mi? Hayır, halk öyle istemediğinden.