Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIÇağımızın sınıf savaşı duygular ve kültürler dünyasında yaşanıyor

Çağımızın sınıf savaşı duygular ve kültürler dünyasında yaşanıyor

Zizek, 2019’da halktan gelen bazı taleplerin “vizyonsuz” olabileceğini, ilerleme sağlayamayacağını, böyle durumlarda doğru tavrın o taleplere kulak asmamak olduğunu söylemişti; geçtiğimiz ay yazdığı bir makalede bu görüşlerini daha da radikalleştirdi. Haklılığı-haksızlığı bir yana, Zizek’in tartışmayı hak eden çok önemli şeyler söylediği açık, fakat bunlar aynı zamanda, ‘aydınlar’la halk arasında 60-70 yıl önce açılmaya başlayan mesafenin günümüzde hangi noktaya ulaştığını da gösteriyor.

Bu dizinin önceki bölümlerinde az eğitimli ‘kültürsüz’ kesimlerin ‘aydınlanmış-ilerici elit’lere karşı 20. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlayan ‘gıcıklığının’ 21. Yüzyılda ete kemiğe büründüğünden, kristalize olduğundan söz etmiştik.

Bu işin neden 21. Yüzyılı beklediği, bunda teknolojik değişikliklerin (cep telefonu, internet, sosyal medya) nasıl bir rol oynadığı, bu dizinin dördüncü ve son bölümünün konusu. Bu bölümde ise baştan beri anlattığım, ‘sıradan’ insanların yerel-gündelik-‘süfli’ maddi talepleri ile ‘aydınlanmış-eğitimli’ kesimlerin küresel-kapsayıcı-‘soylu’ talepleri arasındaki çelişkinin son yıllarda ortaya çıkan somut tezahürlerini hatırlatmaya, bu çelişkinin düpedüz bir ‘sınıf mücadelesi’ biçimini aldığını göstermeye çalışacağım.

Geçen yazının son cümlesi şöyleydi: “Birkaç makalesiyle ‘gerici yobazlar ve otoriterler’e karşı ‘ilerlemenin ve aydınlanmanın güçleri’nin fikirlerini savunuyor izlenimi veren Zizek’in görüşleri ve önerileri sonraki yazının konusu…”

Oradan devam ediyorum…

Popülist liderleri iktidara getiren kitlelere karşı öfkelenerek, onların “gerici”, “tutucu”, “ırkçı”, “küçük hesapçı”, “lümpen” karakterini lanetleyerek bir yere varılamayacağını;  uluslararası düzeyde mâkes bulmuş bu kadar yaygın bir olgu karşısında ilk anda sadece tepkisel bir karşılık vermenin bir ölçüde anlaşılabileceğini, fakat artık alay etmeyi, küçümsemeyi bir tarafa bırakıp “bu nasıl oluyor”, “bu neden oluyor” sorularıyla halleşme cesaretini gösterebilmemiz gerektiğini kayda geçirmek amacıyla başladığım popülizm yazılarının başlangıcının bundan beş yıl öncesine gittiğini söylemiştim. O günlerde beni bu konuda yazmaya kışkırtan etmenlerden biri de Fransa’da başlayan Sarı Yelekliler hareketine karşı liberal solcu Fransız aydınlarının geniş bir bölümünün takındığı tavır olmuştu; fakat en çok da Sloven Marksist sosyolog, filozof ve kültür eleştirmeni Zizek’in tavrı…

Bu tavırlarla popülist liderlerin yükselişi arasında beş yıl önce kurduğum bağlantıyı şimdi burada tekrar hatırlatacağım.

Sarı Yeleklilerin talepleri vizyonsuzlukla mı malûldü?

2018’in sonlarında Fransa hükümeti küresel ısınmayı önleme programı çerçevesinde fosil yakıtların tüketimini azaltmak hedefiyle motorin ve benzin üzerindeki vergileri yüksek oranda artırma kararı aldı. Dar ve orta gelirliler için büyük bir yük anlamına gelen vergi artışları sonradan Sarı Yelekliler adını alacak Fransızlar tarafından tepkiyle karşılandı. Her hafta sonu on binlerce insan zamların geri alınması talebiyle aylar sürecek protesto eylemleri gerçekleştirdi, polisle çatıştı. Çok sayıda Fransız liberal ve solcu eylemleri nedeniyle Sarı Yelekliler’i ‘vizyonsuzluk’ ve ‘dar görüşlülük’le suçladı.

(Fransa’da, mazot ve benzin üzerinde zaten yüklü bir karbon vergisi vardı. 2014’te, François Hollande döneminde ton başına 7 Euro ile başlayan karbon vergisi 2015’te 14, 2016’da 22, 2017’de 30, 2018’de 44 Euroya yükseltildi. Sarı Yeleklilerin direnişi neticesinde değiştirilmeseydi, bu rakam 2019’da 55, 2020’de 65, 2021’de 75 ve 2022’de 86 Euro olacaktı.)

Sarı Yelekliler ne hissetmişlerdir?

Bu dizinin ilk iki bölümünde sorduğumuz soruları Sarı Yelekliler bağlamında bir daha soralım: Sarı Yelekliler, kendilerini vizyonsuzlukla suçlayan liberal ve solcu aydınlarla ilgili olarak acaba ne hissetmişlerdir?

Onları, uzun on yıllardır özgürlük, çevre, cinsellik, iklim değişikliği vb. daha “soylu” talepler peşinde koşarken kendi hayati taleplerini “sıradan” ve “süfli” sayan okumuş yazmışlar olarak görmüş olabilirler mi?

Ben, sadece onların değil, dünya çapında otoriter liderlerin peşinden giden kitlelerin de öyle hissettiklerini düşünüyorum.

Tabii bu tepki, kendilerini daha “soylu”, daha “şık” taleplere adayıp onları unutan aydınların yanı sıra, onlara yakın siyasi iktidarlara da yöneliyor; tepkiden onlar da nasipleniyor ve sonuçta bütün bu süreç popülist liderlere yarıyor.

Sarı Yelekliler’in taleplerini Zizek de ‘çağdışı’ bulmuştu

Zizek, protestoların giderek yaygınlaştığı bir sırada Sarı Yelekliler hareketini değerlendirmek amacıyla RT News adlı internet sitesi için “How Mao would have evaluated the Yellow Vests” (“Mao Sarı Yelekliler’i Nasıl Değerlendirirdi?”) başlıklı bir makale kaleme aldı.

Zizek makalesinde, Mao’nun yarım yüzyıl önce “baş çelişki” ile “tâli çelişkiler” arasında yaptığı ayrıma dikkat çekiyor ve başka örneklerle bu ayrımı işledikten sonra sözü, Sarı Yelekliler üzerinden bugünün “baş çelişkisi”ne getiriyordu.

Zizek’e göre, “Sarı Yelekliler ile devlet arasındaki çelişki” ikincildi. Baş çelişki ise protestocuların “artık gündem teşkil etmemesi gereken” (arkaik?) talepleriyle insanlığın ortak geleceği arasındaydı:

“[Sarı Yelekliler’in] talepleri mevcut sistemden kök alıyor. Gerçek ‘çelişki ise, tüm sosyopolitik sistemimiz ile, protestocuların formüle ettiği taleplerin artık gündem olmadığı yeni bir toplum (vizyonu) arasındaki (çelişkidir).”

Sarı Yelekliler’in “vizyonsuz” talepleri

Zizek, halktan gelen bazı taleplerin “vizyonsuz” olabileceğini, ilerleme sağlayamayacağını, böyle durumlarda doğru tavrın o taleplere kulak asmamak olduğunu, işadamı Henry Ford ve Apple’ın müteveffa CEO’su Steve Jobs’un davranışları üzerinden şöyle izah ediyordu:

“Yaşlı Henry Ford, ilk seri üretim otomobili piyasaya sürdüğünde, insanların ne istediğine bakmadığını söylerken haklıydı. Özlü bir şekilde ifade ettiği üzere, insanlara ne istediklerini sormuş olsaydı alacağı cevap ‘At arabamız için daha hızlı ve güçlü bir at!’ olurdu.

“Bu kavrayış, Steve Jobs’un bednam mottosunda da yankısını bulur: ‘İnsanlar çoğunlukla siz onlara gösterene kadar ne istediklerini bilmiyorlar.’

“Her ne kadar Jobs’un yaptıklarının eleştirilmesi gerekse de, bu mottoyu nasıl anladığı konusunda neredeyse gerçek bir ustaydı. Apple’ın müşterilerden gelen geribildirimleri ne ölçüde dikkate aldığı sorulduğunda lafı yapıştırdı: ‘Ne istediğini bilmek müşterinin işi değildir… ne istediğimize biz karar veriyoruz.’

“(…)

“Yani gücü kendi vizyonuna bağlılığındadır, ondan ödün vermemesindedir.

“Aynısı bugün ihtiyaç duyulan siyasi lider için de geçerli. Fransa’da protestocular daha iyi (daha hızlı ve güçlü) bir at istiyorlar – bu durumda, ironik şekilde, otomobilleri için daha ucuz akaryakıt.

“Oysa akaryakıt fiyatının artık önemli olmadığı bir toplum vizyonuna ihtiyaçları var. Tıpkı, otomobillerden sonra at yeminin fiyatının hiçbir öneminin kalmadığı gibi.”

Halk için “doğru karar”ı kim versin?

Zizek’in, “müşteri-şirket” denklemi ile “halk-tüm sosyopolitik sistemimiz” denklemi arasında kurduğu paralellik, akla ister istemez birinci denklemde müşteri için “doğru” ve “vizyonlu” karar alan şirketin ikinci denklemdeki muadilinin ne ya da kim olduğu sorusunu getiriyor.

Bu sorunun cevabını da Russian Today adlı haber kanalının YouTube sayfasında “Haberleri Nasıl İzlemeli” adlı mini serinin ilk bölüm konuğu olarak yayımlanan konuşmasında bulmak mümkün. Zizek burada Sarı Yelekliler hareketini değerlendirirken demokrasinin yerine bürokratik sosyalizm diye tarif ettiği bir sistem öneriyor:

“Bu talepleri karşılamak için sistemi biraz değiştirmek çözüm değil. Bu talepler karşılanamaz. Bir şekilde tüm sistemi aşama aşama değiştirmek zorundayız. Tüm yaşam biçimimizi değiştirmek zorundayız. Böylece bu taleplerin çoğu bir anlam bile taşımayacaktır.”

Zizek, videonun bundan sonrasında, yukarıda okuduğunuz Henry Ford örneğini tekrarlıyor, “insanlara, işlerine yarayacağının henüz farkında olmadıkları bir şey” sunmak gerektiğini söyleyerek müşteri-halk metaforuna geri dönüyor ve bunun kim tarafından nasıl sunulabileceği hususunda çok ilginç şeyler söylüyor:

“İhtiyacımız: Entelektüel liderlik ve bürokratik sosyalizm”

“Bunu söylemek çok zor ama enetelektüel bir liderliğe ihtiyacımız var. Bunu ifade etmekten korkmuyorum. Doğrudan demokrasiye inanmıyorum.

“İnsanları kışkırtmak için bir adım daha ileri gideceğim. Çoğu solcunun rağbet gösterdiği ‘temsili olmayan doğrudan demokrasi’ye inanmıyorum. Benim çözümüm, şaka yapmıyorum, bürokratik sosyalizmdir. Devlet bürokrasisinin, işte ne bileyim halk bürokrasisinin benim için anlaşılmaz olan temel şeyleri bir şekilde ayarladığı bir toplumda yaşamak isterdim. Su nasıl geliyorsa gelsin, elektrik, sağlık hizmetleri de öyle. Tüm bu şeylerin nasıl çalıştığını bilmem gerekmiyor, kendi köşemde yaşayabilirim. Bence gelecekte böyle olacak. Ve bence bunu mottomuz olarak belirlemekten korkmamalıyız: Etkili bir bürokrasi ve bir miktar yabancılaşma.”

Serbestiyet 9 Temmuz’da da (2023) Zizek’in Fransa’da geçtiğimiz aylarda yaşanan ayaklanmaları ele aldığı bir makalesine yer verdi. Newstatesman’da yayımlanan “Artık sol, kanun ve düzeni kucaklamak zorunda” başlıklı makalesinde Zizek “Şiddetli isyanların, yeryüzünün yoksul insanları açısından herhangi bir ilerici çözümle sonuçlanması pek olası görünmüyor. Kanun ve düzen derhal yeniden tesis edilmezse, nihai sonuç Le Pen’in yeni cumhurbaşkanı olarak seçilmesi olacak gibi görünüyor” diyordu.

Zizek’in haklılığı-haksızlığı tartışmasına girmiyorum; tartışmayı hak eden çok önemli bir şey söylediği açık, ben sadece Zizek örneği üzerinden ‘aydınlar’la halk arasında 60-70 yıl önce açılmaya başlayan mesafenin günümüzde geldiği noktaya dikkat çekiyorum.

Ve geldik son soruya: Daha az eğitimli sınıflardaki insanların ‘aydınlanmış elit’lere karşı öfkesinin kristalize olması neden 21. Yüzyılı bekledi? Ve daha spesifik bir soru: Cep telefonu, internet ve sosyal medya olmasaydı bu itiraz ve öfke kınından yine sıyrılabilir miydi?

Dizinin son bölümünde bu sorunun cevabını arayacağız.  

- Advertisment -