Ana SayfaGÜNÜN YAZILARICanikligil olayı üstünden ifade özgürlüğünü düşünmek

Canikligil olayı üstünden ifade özgürlüğünü düşünmek

Gençliğinde markette kasiyer, anketör, internet kafe kasiyeri ya da tarla işçisi olarak çalışmış bir Müslüman olarak muhtemelen Canikligil’in alt sınıfı kategorisindeyim. Öyle görmese bile söylemlerini iğrenç buluyorum. Ancak buna rağmen Canikligil’in tutuklanmasını doğru bulmuyorum. Peki neden? Karşı kamptan biri olarak sevinmem ve bu durumu savunmam gerekmiyor mu? İşte bu yazıda bu soru üstüne düşünmek istiyorum.

Geçtiğimiz günlerde iki olay ifade özgürlüğü kavramını yeniden gündeme getirdi. Birincisi çalışmalarını takdirle takip ettiğim Cemal Kafadar hoca ile ilgiliydi. Kafadar Harvard Üniversitesi, Ortadoğu Çalışmaları Merkezi Direktörü olarak görev alıyordu. O ve yardımcısı Rosie Bsheer, merkezin İsrail-Filistin çatışmasına yönelik etkinlikleri nedeniyle “antisemitizm” suçlamalarıyla görevden alındı. ​Ana neden, Harvard Yahudi Mezunlar İttifakı tarafından yayımlanan bir raporda, merkezin İsrail’i “ırkçılık, apartheid ve soykırım” gibi kavramlarla tanımladığı ve İsrail perspektifini yeterince yansıtmadığı iddiasıydı. Kafadar hocanın bu iddialarla görevden alınması, tartışmaya pek açık olmayacak şekilde ifade özgürlüğü ile çelişiyor. Bu da zaten ülkemizdeki muhafazakâr camia tarafından açıkça vurgulandı.

İkinci olay ise daha çok seküler çevrelerde gündeme geldi. O da İlker Canikligil’in tutuklanmasıydı. Canikligil, YouTube’daki bir yayında, bir taksi yolculuğu sırasında yaşadığı deneyimi anlatırken, “Taksiye biniyorum şimdi alt sınıftan biri var…” şeklinde başlayarak, belirli bir kesimi hedef alan ifadeler kullandı ve konuşmasının sonunda “execute order 66” diyerek Star Wars serisinde geçen bir soykırım emrine atıfta bulundu. Bir anlamda, bu “zeki olmamakla” suçladığı “alt kesimle” ilgili soykırım istediği imasında bulundu. Ayrıca, X platformunda yaptığı bir paylaşımda, “Dostlarım bu adamlara boş yere laf anlatmaya çalışmayın. Siyasal İslam yok sayılmalı ve peyderpey yok edilmeli. Ciddiye alınacak bir tarafı yoktur. Bu kadar” ifadelerini kullandı. Siyasal sıfatını atalım diyen bir takipçisine ise gülücük ile cevap vererek aslında İslamın peyder pey yok edilmesi gerektiğini düşündüğünü ima etti.

Canikligil’in ifadesi Müslümanların ve muhafazakâr camianın tepkisini çekti. Bu haklı bir tepkiydi kanaatimce. Bir Müslüman olarak ben de sözlerinden rahatsız oldum, toplumun ciddi bir kesimini aşağılaması karşısında onun adına utandım. Benim anlayışımda, bu sözleri söyleyen bir insan, manevi düzlemde bir insanın düşebileceği en düşük düzeye düşüyordu. Bu ifadeler nefret söylemi kategorisine girme potansiyeline sahip. Irk, din, cinsiyet, sınıf veya kimlik temelinde bir gruba karşı düşmanlık ifade eden, rencide edici veya hakaret eden ifadeler nefret söylemi kategorisine girer. Bazıları elbette bu sözleri bir çeşit kara mizah gibi yorumlayabilir. Ben bu tarz mizahı makul bulmuyorum. Kant’ın ünlü kategorik buyruğunda ifade ettiği gibi, insanlar haysiyet sahibidir, onlar hiçbir zaman araçsallaştırılamazlar. İnsan onuru mizahla bile hedef alınamaz, insan sadece amaç olabilir. Siyasi bir mesaj, eğlence ya da ne olursa olsun bir insanı araç olarak kullanamazsınız.

Ana konumuz olan ifade özgürlüğüne dönelim. İfade özgürlüğü üstüne Canikligil olayı üstünden düşüneceğim. Zira Kafadar hocanın olayından farklı olarak ben Canikligil’in karşıt kampındayım. Gençliğinde markette kasiyer, anketör, internet kafe kasiyeri ya da tarla işçisi olarak çalışmış bir Müslüman olarak, muhtemelen Canikligil’in alt sınıfı kategorisindeyim. Öyle görmese bile söylemlerini iğrenç buluyorum. Ancak buna rağmen Canikligil’in tutuklanmasını doğru bulmuyorum. Peki neden? Karşı kamptan biri olarak sevinmem ve bu durumu savunmam gerekmiyor mu? İşte bu yazıda bu soru üstüne düşünmek istiyorum.

Bu yazıdaki kitap önerim John Stuart Mill’in Özgürlük Üzerine isimli risalesi/makalesi. Bu klasik çalışma neden böyle düşündüğümle ilgili önemli ipuçları veriyor. Burada Mill çok önemli ve bizim de üstüne düşünmemiz gereken ifade özgürlüğü ile ilgili bir argüman veriyor. Mill’in argümanı şu şekilde özetlenebilir. Çoğunluk tarafından nefret edilen bir azınlık görüşü düşünün. Şimdi de azınlığın haklı olduğunu varsayın. İfadelerine yaptırım uygulanmalı mı? Elbette ki hayır, çünkü doğruluk toplumu geliştirir. Ancak azınlığın yanıldığını varsayalım. Mill, bu durumda bile yanlış görüşü ifade etmelerinin, haklı çoğunluğun anlayışını geliştirmesini teşvik ederek toplum için bir gelişme olduğunu savunur.

Fikirlerin çatışması tartışmayı geliştirir. Yanlış fikirler ya da hakaretler her şeyden önce sahibine ve onun imajına zarar verir. Ben bu sözlerden sonra mesela Canikligil’in hiçbir programını ya da filmini izlemeyi düşünmüyorum. Benim gözümde imajı ciddi zarar gördü. Ancak görüşlerini gizli tutsaydı, bu şekilde düşünse ben bu tepkimi ortaya koyamayacaktım. Canikligil devlet tarafından cezalandırılsa onun gibi düşünenler görüşlerini gizleyeceklerdir. Hem düşünceleri tepki alamayacak, hem de en önemlisi gerekli cevabı alamayacak. Yanlış fikirler gizlenmemeli tam tersi kamuoyunda tartışılabilmeli. Böylece doğrudan yana olanlar fikirlerini karşıt fikirlerle kıyaslama şansına sahip olacak, hem de tartışma yanlış düşünenlerin fikrini değiştirmesi için güzel bir imkan sunacaktır.

Peki ama nefret söylemi ayrı bir durum değil mi? Buna izin vermek zararlı olamaz mı? Mill, ifade de dahil olmak üzere bireysel özgürlüğün sınırlandırılmasının tek gerekçesinin başkalarına zarar verilmesini önlemek olduğunu söylemektedir: “Medeni bir topluluğun herhangi bir üyesi üzerinde haklı olarak kullanılabilecek gücün tek amacı… başkalarına zarar gelmesini önlemektir.”

Peki ama nefret söylemi insanlara zarar vermez mi? Bu nedenle de zarar ilkesini ihlal etmez mi? Mill, doğrudan şiddeti teşvik etmediği veya somut fiziki zarara yol açmadığı sürece nefret söylemine izin verirdi (onun döneminde bu kavram yoktu ama anlattıklarından bu sonuç rahatlıkla çıkar). Bir kişi kamusal alanda bağnazca, saldırgan, aşağılayıcı ve hatta rahatsız edici şekilde konuşsa bile buna izin vermemiz gerekiyor. Sonuçta bu bir görüştür ve doğrudan şiddete neden olmuyorsa zarar ilkesini ihlal etmez. Bu tarz bir söylemin cevabı akıl ve eleştiridir, kişinin susturulması değildir. Nitekim belli bir söyleme alınma subjektif olabilir. Herkes herhangi bir görüşü hakaret olarak okuyabilir. Bu kavram muğlak olabilir, dolayısı ile hakarete ceza istemek ciddi manada toplumun ifade kapasitesini düşürebilir.

Mill, yalnızca açık ve acil bir zarar riski yaratması durumunda konuşmaya sınırlama getirilmesini savunacaktır. Mesela şiddet yanlısı bir kalabalığı bir gruba saldırmaya teşvik etmek böyledir. Mill bu durumu şöyle bir örnekle anlatır. Bir gazetede “Mısır tüccarları yoksulları aç bırakıyor” diyebilir. Bu yanlış olsa da, mısır tüccarlarını hedef olarak gösterse de söylenebilir. Ancak bunu bir mısır tüccarının evinin önünde toplanan öfkeli bir kalabalığa söylemek farklıdır, çünkü anında şiddete neden olabilir. Ancak bağlamsal olarak şiddet ve zarara neden olabilecek sözlere müdahale edilebilir. Canikligil’in söylemi ne kadar rahatsız edici ve hatalı olsa da böyle bir zarar riski taşımıyor. Katliam yapacak bir gücü ya da onu dinleyip bunu yapabilecek bir kitle yoktur. Bu durumda da Canikligil’e cevap yargıdan değil, entelektüeller ve toplumdan gelmelidir. Bu tarz konuların çözüleceği yer mahkemeler olmamalıdır. Biz Canikligil’in apaçık hatalı ve iğrenç sözlerine gerekli cevabı verebilecek kapasiteye sahibiz.

Türkiye, ne yazık ki neredeyse herkesin, kendi ideolojisine saldıran insanlara karşı ifade özgürlüğünü fazla gören bir toplum. Canikligil’in ifade özgürlüğünü savunan, onun ideolojisine yakın dostlarımın da kendi kırmızı çizgileri var. O çizgileri aşan ifadelerle ilgili yargı müdahalesi istediklerine defalarca şahit oldum.  Oysa hakikate güveni olan hiç kimse, Mill’in zarar ilkesinde ifade ettiğim maddi zarar durumları hariç, böyle bir müdahale istemeyecektir. Hakikat sizden yanaysa zaten başka bir yardıma ihtiyacınız yoktur…

- Advertisment -