Geçtiğimiz hafta Zorlu Holding CEO’su Cem Köksal’ın, çalışanlarının Ramazanını kutlayan Vestel CEO’su Ergün Güler’i uyarmak için yazdığı e-posta sosyal medyada büyük tepkilere yol açmış, bunun sonucunda Köksal’a soruşturma açılmış, kendisi ise istifa etmek zorunda kalmıştı.
Son yazımda Cem Köksal olayından hareketle farklı sekülerlik modellerini incelemiştim (https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/cem-koksal-olayindan-dersler-hangi-sekulerlik-198744/). Bu yazıda, Köksal olayından hareketle çağımızda liderlerin ve yöneticilerin karşı kaşıya kaldığı kırılganlıkla ilgili bazı dersler üstüne kafa yormak istiyorum. Önceki yazıda yaptığımız gibi, felsefecilerin kuramlarından hareketle Köksal olayını daha iyi anlamaya ve dersler çıkarmaya çalışacağız.
Tarih boyunca felsefeciler liderlerin güçlerini nasıl kazandığı, nasıl sürdürdüğü ve hangi koşullarda kaybettiğini anlamaya çalışmışlardır. İlginç bir şekilde, Köksal’ın karşı karşıya kaldığı durum bu yaklaşımlarla çok boyutlu bir şekilde anlaşılabilir. Bu, neden felsefenin yöneticiler ve siyasiler için önemli bir araç olduğunu tekrar gözler önüne seriyor. Bu yüzdendir ki İngiltere’deki önemli yönetici ve siyasilerin büyük çoğunluğu “felsefe, ekonomi ve siyaset” programlarının mezunudur. Felsefe siyasetçi ve yöneticinin bilmesi gereken önemli bir disiplin olarak kabul edilir.
Kamuoyu algısının önemi
Niccolo Machiavelli Prens (veya Hükümdar) adlı eserinde, günümüzde özellikle kurumsal liderlik alanında geçerliliğini hâlâ koruyan, güce ilişkin realist bir bakış açısının temel özelliklerini anlatmaktadır. Machiavelli, gücün sadece resmi bir pozisyona (mesela CEO’luk) sahip olmakla ilgili olmadığını; kamuoyu algısını kontrol etmek ve insanların bir liderin gücüne, bilgeliğine ve yetkinliğine inanmasını sağlamakla ilgili olduğunu savunur. Machiavelli’nin görüşleri Cem Köksal’ın istifasının neden bu kadar çabuk gerçekleştiğini anlamamıza yardımcı olacaktır. Köksal şirket yasalarını ihlal etmedi, soruşturma açılsa da zannımca suç işlemedi, hattâ kendi pozisyonu savunmak kurumsal sekülerliğe dayanan rasyonel bir argümanı vardı (önceki yazımda ele aldığım gibi aleyhinde de güçlü argümanlar var!). Buna rağmen CEO pozisyonunu kaybetti. Neden? Machiavelli bunlara rağmen istifanın şaşırtıcı olmadığını söyleyecektir. Açayım.
Machiavelli’ye göre güç sadece hakikate değil, etkili hikâye anlatımına, yani başkaları tarafından nasıl görüldüğünü kontrol etme yeteneğine dayanır. Halkın güveni bir kez kaybolduğunda, gerçek performansa ya da başarılara bakılmaksızın güç hızla dağılır. Machiavelli’nin şu meşhur tespiti bu durumu çok güzel ifade eder: “Bir prensin merhametli, sadık, insancıl, dindar, dürüst olması gerekli değildir, ama öyle görünmesi gereklidir.” Bir lider imajını politikalarından daha fazla kontrol etmelidir, çünkü kamuoyu desteği sadece etkinliğe değil imaja da dayanır.
Bu durum Köksal’ın durumu için de geçerlidir. Köksal e-postası sızmadan önce saygın ve güçlü bir kurumsal liderdi. Ancak sonrasında, niyeti bu olmasa bile, din düşmanı olarak çerçevelendi. Bundan sonra da anlatının kontrolünü kaybetti ve kamuoyunun kendisine karşı dönmesine izin verdi.
Çok sayıda seküler yorumcu, Köksal’ın pozisyonunun seküler bakış açısından rasyonel ve makul olduğu kanaatinde. Ancak Machiavelli bunun yetersiz olduğunu söyleyecektir. Ona göre, başarılı bir liderin mantıksal muhakemenin kendisini koruyacağını varsaymak yerine, eylemlerine yönelik duygusal ve kültürel tepkileri her zaman öngörmesi gerekir. Köksal bu e-postanın çalışanlar ve kamuoyu tarafından nasıl algılanabileceğini yeterince dikkate almadı.
Köksal e-postasını aslında kurumsal seküler duruşu ifade etmek için bir mesaj olarak kurgulamıştı. Ancak e-posta sosyal medyaya sızınca dindar çalışanlara karşı ideolojik bir duruş olarak yorumlandı. Machiavelli bize, kamuoyu farklı bir anlatı oluşturduğunda niyetin bir önemi kalmadığını söyleyecektir. Artık kurumsal bir lider olarak gerçek performansı önemsizdi, çünkü itibarı zedelendiğinde gücü de yok oldu.
Makyavelist bir çerçevede, liderler başkaları onlar için bunu yapmadan önce kendi imajlarını şekillendirmelidir. Mesajlarını, nasıl algılanacaklarını bilerek dikkatle hazırlamalıdırlar. Bir kere de imajına zarar verecek bir anlatı ortaya çıktığında, lider hemen karşı-anlatı için harekete geçmelidir. Makyavelist bir lider, sızma olduğu anda hızlı bir şekilde karşı-anlatıyı inşa etmek ve din düşmanı olmadığını göstermek için harekete geçerdi. Machiavelli, algının gücü karşısında hiçbir liderin aklın, argümanların, performansın ya da kurumsal yasaların onları koruyacağını varsaymaması gerektiğini söyleyecektir.
Özetle, Köksal vakası Machiavelli’nin klasik önerilerinin bir kısmı için iyi bir örnektir. Bir lider için haklı olmak yeterli değildir; liderler eylemlerinin nasıl algılandığı konusunda da stratejik olmalıdır. Liderler algının rolünü göz ardı ettiklerinde güç kırılgan hale gelir. Halk bir kez liderin aleyhine döndüğünde, toparlanmak neredeyse imkansızdır. Anlatıları öngörme ve kontrol etme becerisi, liderliğin önemli göstergelerinden biridir.
Modern toplumda liderliğin kırılganlığı
Hannah Arendt, modern toplumda güç, otorite ve liderliğin kırılganlığını analiz eden, 20. yüzyılın en önemli siyaset felsefecilerinden biriydi. Arendt’e göre modernite-öncesi toplumlarda otorite istikrarlıydı, çünkü kökleri uzun süredir devam eden monarşi, din, kültürel değerler gibi geleneklere dayanıyordu. Ancak Arendt, modern toplumun otoritenin temellerini aşındırdığını ve liderliği her zamankinden daha kırılgan hale getirdiğini söylüyordu. Arendt’e göre otorite, sadece CEO olmak gibi bir pozisyona sahip olmakla ilgili değildir. Otorite, insanların bu otoriteyi tanımaya ve ona saygı duymaya istekli olmalarına bağlıdır. Modernitede otorite artık uzun vadeli meşruiyete değil, sürekli değişen kamuoyu algısına dayanmaktadır. Algı olumsuza döndüğünde, liderler nesnel olarak yanlış bir şey yapmamış olsalar bile otorite temellerini kaybederler.
Arendt’e göre modern toplumda liderliğin kırılganlığının birden fazla nedeni vardır. Tek neden monarşi gibi geleneklerin yokluğu değildir. Birincisi, geçmişte liderler tartışmalı kararları tepki almadan alabiliyorlardı, çünkü toplum bu karardan çok geç haberdar oluyordu. Bugün ise her kurumsal e-posta, açıklama ya da sızdırılan konuşma, saniyeler içinde internette viral hale gelebilir. Toplumun gözü liderlerin üstündedir. Bir liderin eylemleri kamuoyu önünde sorgulanmaya başladığında, otoritesi de riske girer. Kurumsal otorite eskiden kurum içindeydi. Şimdi ise kitle algısı tarafından şekillendiriliyor. Arendt özel ve kamusal alanlar arasında temel bir ayrım yapar. Özel alan, bireylerin yargılanma korkusu olmadan kendilerini özgürce ifade edebildikleri alandır. Kamusal alan ise konuşmanın eleştiriye, tartışmaya ve potansiyel sonuçlara maruz kaldığı yerdir. Geçmişte, kurumsal e-postalar ve kişisel konuşmalar büyük ölçüde özel alan içinde yer alıyordu. Ancak, dijital çağda, herhangi bir özel iletişim ânında kamuya açık hale getirilebilir. Konuşmanın kimler tarafından dinleneceği artık konuşmacı tarafından kontrol edilemez. Bunun sonucunda, konuşma kamusal alana girdiğinde, orijinal bağlamının ötesinde yeni anlamlar kazanabilir. Liderler bu yeni gerçekliğin farkında olmalı ve ona göre konuşmalıdırlar.
İkincisi, liderlerin kitlelerin bu şekilde kolayca önüne gelebilmesinin sonucu, Machiavelli’nin yukarıdaki uyarısı daha da önemli hale geliyor. Onun gibi Arendt, de modern toplumların liderleri genellikle gerçek etkinliklerinden ziyade “nasıl göründüklerine” göre yargıladıkları kanaatindedir. Bunun sonucunda liderler genellikle mantıktan ziyade duygulara yanıt vermek zorunda kalırlar. Dolayısı ile sadece rasyonel argümanlara başvurmaları yeterli değildir; kişi çalışanlarıyla ya da halkla duygusal da bağ kurmalıdır.
Üçüncüsü, geleneksel sistemlerde otorite figürleri kurumlar tarafından korunurdu. Mesela hükümdarlar din tarafından, ya da başkanlar yasalar tarafından korunabiliyordu. Ancak aynı durum modern şirketler için geçerli değildir; buralarda bir koruma mekanizması yoktur. Modern şirketlerde liderler genellikle bir “yük” haline gelir gelmez terk edilirler.
Dolayısı ile Arendt, Köksal’ın istifasına şaşırmayacaktır. Modern liderler ne yazık ki kolayca gözden çıkarılabilirler. Kurumlar, kendi yöneticilerine sadakat yerine kendilerini korumaya öncelik verirler. Liderler yalnızca halkın onayını aldıkları sürece değer görürler. Bu tespit elbette Türk siyaset hayatında parlayıp sönen siyasileri de anlamamıza yardımcı olacaktır.
Özetleyecek olursak, Hannah Arendt’in analizi liderlik hakkında bir ders daha veriyor bize. Köksal olayında gördüğümüz gibi, modern dünyada otorite her zamankinden daha zayıftır. Liderleri koruyan bir gelenek ya da kapitalist dünyada kurumsal sadakat yoktur. Daha da kötüsü, iletişim çağının sağladığı hızlı iletişim her kararı artık kamusal alana taşıyor. Liderlerin her söz ya da davranışı artık potansiyel bir kamusal anlatı. Tabii sonuç yine önceki dersle aynı; bir lider güvenilirliğini bir kez yitirdiğinde, kısa vadede geri kazanılması neredeyse imkansız oluyor.
Günah keçisi mekanizması
Cem Köksal olayını açıklamada bence çok daha derin bir mekanizma daha var. Bunun anlamak için Rene Girard’ın bir kuramına göz atmamız lazım. Rene Girard toplumların kollektif saldırganlığı tek bir birey veya gruba yönlendirerek düzeni nasıl sağladığını açıklamaya çalışan “günah keçisi” teorisiyle tanınan bir felsefecidir.
Girard, toplumların yinelenen çatışma ve istikrarsızlık döngüleri yaşadığını savunmaktadır. Bu çatışmalar rekabet, siyasi gerilimler, ideolojik farklılıklar veya sosyal kaygılar nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Bu gerilimlerin temel nedenleriyle yüzleşmek yerine, toplumlar genellikle bir günah keçisini hedef alarak birleşirler. Bu kollektif saldırganlık, daha derin sorunlara geçici bir rahatlama sağlayarak sosyal düzeni yeniden tesis eder.
Günah keçisi, toplumdaki daha derin sorunların ya da ayrımların yansımasıdır. Tepki gösteren grup, o kişiyi bir şekilde karşıt görüşün bir sembolü olarak görür. Ona yoğun bir tepki ortaya çıkar. Günah keçisi suçsuz olmak zorunda değildir, ama bu suçu işleyen başkaları da olsa yine de ona yoğun bir saldırı gerçekleşir. Günah keçisi cezalandırıldıktan sonra, çatışmanın asıl nedenleri çözülmemiş olsa da, toplum adalet yerini bulmuş gibi bir rahatlama hisseder.
Bana göre Girard’ın teorisi Köksal’ın istifası ve yaşana olayları kısmen açıklama gücüne sahip. Yanlış anlaşılmasın; soruşturma açılmasını yanlış bulsam da, ben de Köksal’ın hatasız olduğu kanaatinde değilim ve sosyal medyada da eylemini eleştirdim (https://x.com/enis_doko/status/1895775028882399599). Ancak olayın tek boyutu yok ve sosyal medyada ortaya çıkan tepkinin arkasında, bana göre Girard’ın teorisinin de dikkati çektiği gibi daha derin meseleler de var. Türkiye’nin arka planında sürekli varlığını koruyan laik ve dindar gerginliği, bu olaylarda önemli bir rol oynuyor. Geniş kitleler gözünde, Köksal kurumsal Ramazan tebriklerine itiraz ettiğinde, sadece kurum içi bir politika kararı vermiyordu. Türk toplumunda bunun böyle algılanması çok da olası değildi. Dolayısı ile e-postası, dini ifadeye karşı laik direnişin kamusal bir sembolü haline geldi. Birçokları için Köksal, dini kimliği bastırmaya çalışan kurumsal bir eliti temsil eder oldu. Türkiye’deki bu çatışmanın gerginliğini hissedenler için Köksal, bir kişi değil, artık bir semboldü. Bu çatışmanın verdiği gerginlik, bu sembolün bir nefret objesine dönmesine neden oldu. Üstelik toplumda çoğu insanın rahatsız olduğu otoriter, çalışanlarına üstten bakan ve emir veren bir figürle de örtüştü duruşu. Bu da tepkiyi daha da artırdı. Kamunun rahatlaması için bu sembolün bir şekilde ritüelistik olarak cezalandırılması ve adaletin yerini bulması gerekiyordu. Tüm bu yaşananlar bence Girard’ın öngördüğü modele büyük oranda uyuyor.
Girard, günah keçisi ilan etmenin sorunları gerçekten çözmediği, sadece maskelediği kanaatindedir. Kamuoyu anlık olarak günah keçisini cezalandırmanın sorunu çözdüğüne inanır. Ancak çatışmanın temel nedeni varlığını sürdürür. Zaman içinde gerilim yeniden yükselecek ve toplum yeni bir günah keçisi arayışına girecektir.
Özetle; bu tarz toplumsal olaylar gerçekleştiği zaman aklımızın bir ucunda Girard’ın teorisini tutmamızda fayda var. Toplum olarak bu geçici çözümler yerine derindeki kök sorunlara odaklanmalıyız. Tabii liderler, göz önünde olmaları hasebiyle günah keçisi olma riskini her zaman taşırlar. İyi bir lider toplumdaki fay hatlarını iyi tanımalı, bu fay hatlarını uyandırıp altında ezilmekten kaçınmalıdır. Toplumunu tanımayan liderler kolayca yıkılabilir.