Diyarbakır, başka bir şehre benzemez; Türkiye siyasetinin birkaç önemli merkezinden biridir, bir ağırlığı vardır. Dolayısıyla parti liderlerinin Diyarbakır’a gelmelerine ve burada yapıp ettiklerine, kamuoyunda her daim büyük bir anlam biçilir. Ziyaretler yakından takip edilir, temas edilen kişilerden ve sarf edilen sözlerden gelecekte izlenecek politik rotaya dair çıkarımlar yapılır.
Yakın geçmişte Süleyman Demirel, Mesut Yılmaz, Mehmet Ağar ve Recep Tayyip Erdoğan gibi aktörler, ülkeye dair tasavvurlarında köklü bir değişikliğin işaretini Diyarbakır’a atıfla veya Diyarbakır’da yaptıkları açıklamalarda vermişlerdi. “Kürt realitesini tanıyoruz”, “AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer”, “Düz ovada siyaset” ve “Kürt sorunu benim sorunumdur” tarzı söylemler, gerek bu aktörlerin kendileri gerekse de temsil ettikleri siyasi gelenekler için yeni bir sayfanın çevrilmesi demekti.
Her bir söz bir eşiği atlattı; hem sahibini bağladı hem de siyaset alanını belirledi. Siyaset sahnesindeki her yeni hamle bu eşikler üzerinden bir değerlendirmeye tabi tutuldu. Eksikler ve gedikler, doğrular ve yanlışlar, yeterlilikler ve yetmezlikler, hep bu eşiklere referans verilerek tahlil edildi. Atılan adımın toplumsal gelişmenin gerisinde kalıp kalmadığına ve halk nezdinde bir karşılığının olup olmadığına dair tahminler de bunlar üzerinden yürütüldü.
Kürtlerin Türkiye’yi demokratikleştirecek talepleri
Diyarbakır sahnesine bu kez CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu çıktı. Kılıçdaroğlu, iki defa ertelenen bu ziyaretini gerçekleştirmeden önce, “HDP meşru muhataptır” ve “Demokrasinin yolu Diyarbakır’dan geçer” gibi peşrev mahiyetinde cümleler kurup zemini hazırlamaya çalışmıştı. Diyarbakır’daki programının tasarımı da doğruydu. Sembolik manası yüklü ve farklı kesimlerle bir araya gelip fotoğraf vermesini sağlayan görüşmeler yaptı, ifadeler kullandı.
Genel olarak Diyarbakır’da iyi karşılandı Kılıçdaroğlu; daha öncesiyle kıyaslanmayacak bir alaka gösterildi kendisine. Muhtemelen kendisi ve ekibi de, Diyarbakır’dan memnun ayrıldı. Lakin CHP’nin lideri, bir Demirel, bir Yılmaz, bir Ağar veya bir Erdoğan gibi akıllarda iz bırakan bir siyasi çıkış yapamadı. Ülkenin genel sorunlarına (ekonomi, liyakat, yoksulluk, yolsuzluk vb.) dair söyledikleriyle insanlar hemfikirdi, bu noktada herhangi bir pürüz yoktu. Fakat Kürt meselesinde çok genelgeçer ifadelerle yetindi ve toplumsal tartışmaya kapı açan bir dil üretemedi.
Türkiye’nin demokratikleşmesinden ayrı düşünülmeyecek Kürt meselesinde; başta eğitimde olmak üzere dilin kamusal hayatta kullanımı, yerel yönetimlere güç ve yetki devri, eşit vatandaşlığın yasal ve anayasal teminatı, silahsızlandırma, sınır ötesi Kürtler ve Kürt yapılarla iyi ilişkiler kurulması gibi somutlaşan talepler var. Karşılanmaları halinde Kürtlerin bu talepleri, ülkenin demokratikleşmesi için bir manivela işlevi görme potansiyeline de sahiptir.
“Doğu Masası”
Ne var ki CHP ve genel başkanı, bu talepler karşısında çok ürkek davranıyorlar. Kılıçdaroğlu’nun, partisinin Baykal döneminden beri Kürtlere sırt çeviren, almak için herhangi bir çaba göstermediği Kürt oylarını adeta HDP ve AK Parti’ye teslim eden tavrını değiştirmek istediğine şüphe yok. Ama bu değişikliği ucuza kapatmak, hem fiilde hem sözde, çok çekingen hamlelerle bunu gerçekleştirmek istiyor.
Mesela, Kılıçdaroğlu Kürt oylarına talip oluyor ama partisinin kurumsal yapılanması içinde Kürt kelimesini kullanmaktan imtina ediyor. Halen bir “Kürt Masası” değil de, bir “Doğu Masası” kuruyor. Kötü çağrışımları bir yana “Doğu Masası” ismi ancak bir espri konusu olabilir. Veyahut Kürt meselesinin varlığını, kendisi doğrudan söylemek yerine, “Eğer bu insanlar vardır diyorsa vardır” diyerek ima yoluyla kabul ediyor. Tabii bütün bunlar Kürt seçmen için aşılmış hadiseler; CHP’nin hâlâ buralarda gezinmesi, doğal olarak birçok soru işaretini beraberinde getiriyor.
Kılıçdaroğlu’nun bu aşırı temkinliliğinin altında yatan iki neden var: Biri, Millet İttifakı içinde İYİ Parti’nin konumudur. Kılıçdaroğlu, 2019 yerel seçimlerinde büyük şehirlerde iş gören bu ittifakı, genel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimlerine -genişleterek- taşımak istiyor. İttifakı sürdürmenin CHP siyasetinin merkezine oturması ise İYİ Parti’nin elini güçlendiriyor ve bilhassa Kürt meselesi noktasında Kılıçdaroğlu’nun, niyeti olsa bile ciddi bir atak yapmasını önlüyor. Herhalde altı partinin mutabakat metninde Kürt meselesine çok sınırlı atıflarla yetinilmesinin altında da, İYİ Parti’nin ittifaka verdiği bu rengin yattığı söylemek yanlış olmaz.
Diğer neden ise, Kılıçdaroğlu’nun bizatihi kendi tabanından gelecek tepkilerden duyduğu endişedir. Genel başkanlığa geldiği dönemden bu yana Kılıçdaroğlu, partiyi yeni bir güzergâha sokmak için yönetim katında mühim değişikler yaptı. Yeni siyasete tepki gösterecek olanların bir kısmı karar merkezinden uzaklaştırıldı, bir kısmı ise artık bu “yeni CHP”de kendilerine yer olmadığı düşüncesiyle partiden ayrıldı.
Fakat Kılıçdaroğlu üstteki bu başarısını alta yansıtamadı; parti tabanında zihni bir dönüşüm sağlayamadı. Nitekim CHP seçmenleri üzerinde hatırı sayılır bir tesiri olan medya organlarına bakıldığında, burada Kürt muhibbi bir hava sezilmez. Çözüm sürecini dövmek, hâlâ CHP’li kanaat önderlerinin önemli bir bölümünün en sevdiği spor!
Kürtlerin hafızasındaki AK Parti’nin defteri
Kılıçdaroğlu’nun, bu çerçevede bu iki sorun alanıyla yüzleşmesi gerekiyor. Çünkü ortada, şimdilerde Kürtler tarafından çok sert bir biçimde tenkit edilen AK Parti’nin defterinde, Kürtlerin hemen hepsinin çok değerli bulduğu “çözüm süreci” gibi bir tecrübe var. Hâlihazırda bizzat sahipleri tarafından ortada bırakılmış olsa da bu süreç, çözüm için neler yapılabileceğine dair Kürtlerin hafızasında bir çıta oluşturdu.
O çıtanın altına düşen bir yaklaşım, tabir-i caizse, Kürt seçmeni kesmez. Erdoğan o süreçte Öcalan’la, Kandil’le ve HDP ile görüştü ve şartlar gerektirirse tekrar görüşebileceği mesajını verdi, veriyor. İktidar cenahında bu “gözü karalık” varken, muhalefetin TBMM’nin üçüncü büyük partisi olan HDP ile görüşmekte tereddüt etmesi, geçiş süreci siyaseti ve ortak cumhurbaşkanlığı adaylığı gibi HDP’nin talebi olan konularda bile bu parti ile açık bir müzakereden kaçınılması, izah edilebilir gibi değil.
Bu tavır, Kürtlerde, muhalefetin Kürt meselesini bir çözüm yoluna koymaktan çok mevcut iktidarı yenmek için Kürtlere araçsal değer veren bir yaklaşıma sahip olduğu kanaatini güçlendiriyor. CHP, böyle bir tavırla Kürtlerle, belki konjonktürel işbirlikleri yapabilir ama sahici bir ilişki inşa edemez.
İzleyebildiğim kadarıyla, Diyarbakır ziyaretinde hasbıhal ettiği hemen herkes Kılıçdaroğlu’na biraz daha cesaretli olmasını salık verdi. Satır aralarında, İYİ Parti’den ve kendi tabanından gelebilecek direncin Kılıçdaroğlu’nun hareket sahasını daralttığı kabul edilse de, bunun artık bir mazeret sayılamayacağı söylendi. Türkiye’yi yönetmeye nazmet bir liderin bir şekilde bu problemlerin üstesinden gelmesi, irade göstermesi ve daha kararlı bir siyaset izlemesi gerektiği belirtildi.
Velhasıl, Kılıçdaroğlu’nun partisinin geleneksel duruşundan vazgeçtiğine ve CHP’yi yeni bir çizgiye çekmek niyetine sahip olduğuna işaret eden “helalleşme” ziyareti, kıymetli ve önemli. Bu ziyaretle uç veren siyaset desteklenmeli, ancak bunun yeterli olmadığı da sürekli hatırlatılmalı.
Zira CHP, eğer bölgede bir ağırlık merkezi olmak istiyorsa, bunun yolu, daha programlı, daha somut ve daha cesur bir siyasetten geçiyor.
Perspektif, 18.03.2022