Şakir Paşa Ailesi, parlak ve aykırı özellikleriyle her zaman toplumun ilgisini çekmiştir. Bir Büyükadalı olarak ben de onların hayat hikayelerini ve yaşadıkları evi hep merak etmişimdir. Şakir Paşa Sokağı vardır ama Büyükada’daki konak yer ile yeksan olmuştur. Torunlardan Şirin Devrim’in yıllar önce kaleme aldığı Şakir Paşa Ailesi (Doğan Kitap) kitabını yeniden okuyorum.
Cevat Şakir (Halikarnas Balıkçısı) babasını öldürdüğü gerekçesiyle uzun yıllar hapis yatıyor. Serbest kaldıktan sonra bir yazısı nedeniyle İstiklal Mahkemesi tarafından yeniden tutuklanıyor. O cezayı da tamamlayınca Bodrum’a yerleşiyor. Yıl 1938. Halikarnas Balıkçısı olarak anılan Cevat Şakir’e bir telgraf gelir. Her gün değişik yerlerden mektuplar ve telgraflar aldığı için bu son geleni de “Eve bırakın, gelince okurum” diyerek eve gönderir. Telgraf, o denizde olduğu için eşi Hatice’ye verilir. Açıp okuduğu zaman serseme döner. Annesi ölüm döşeğindedir. Tahta sandıktan, giyile giyile parlamış, lacivert gabardin takımını çıkarır…
Uzun, sıcak ve tozlu bir yolculuktan sonra İstanbul’a, hastaneye gelir. Doktor, annesinin iyi olmadığını söyler. Odanın kapısını açtığında annesinin başında dört kız kardeşini bulur. Gözyaşlarını içlerine akıtarak dualar mırıldanıyorlardı. Annesi gözleri kapalı, yanakları al al olmuş nefes almakta güçlük çekiyor. Kardeşleri annelerinin başındadır. İki taraflı bir gerilim yaşanır. Hakiye ile Ayşe, babalarının öldürülme olayından sonra 24 yıldır Cevat’ı ne görmüş ne de onunla konuşmuşlardır.
Birden bire karşılarında görünce şaşırıp odanın bir köşesine doğru çekilirler. Nisa ile Aliye farklı davranır, koşup ağabeylerinin boynuna sarılırlar. “Hoş geldin ağabey seni gördüğümüze çok sevindik” derler. Asıl etkileyici sahne anne ile oğlu arasındadır. İsmet Hanım, oğluyla son nefesini verirken, bir anlamda helalleşir. Şirin Devrim karşılaşma sahnesini anlatır: “Cevat karyolaya ilişti. Annesinin iki elini, ellerinin arasına aldı. Davudi sesiyle ‘Ben geldim anne, sana Ege’nin kokusunu, Neptün’ün selamlarını getirdim’ diye seslendi. Büyükannem gözlerini açtı, dudaklarından hafif bir gülümseme geçti. Güçlükle, ‘Teşekkür ederim oğlum’ dedi.
Cevat, annesinin ellerini kendi göğsüne bastırdı. Ayşe Hakiye’ye ‘Çıkalım’ dedi, sessizce odayı terk ettiler. O gece büyükannem gittikçe fenalaştı. Cevat onu kollarından tutuyor, ölmemesi için yalvarıyordu. Son nefesini oğlunun kollarında verdi. Cevat eğilmiş umutsuzca hayat öpücüğü tekniğini uygulamaya çalışıyordu. Doktorlar onu yavaşça artık yaşamayan annesinden ayırdılar… Erkekler sırayla tabutun altına girerek Şakir Paşa’nın yaptırdığı müslüman mezarlığına doğru yola koyuldu. Açık mezarın önüne gelindiğinde durdular. Tabut yere bırakıldı. Cevat dayının yüzünden ter, gözlerinden yaşlar boşanıyordu. Eve döndüğümüzde herkes yorgun ve üzüntülüydü.”