[8 Mart 2022] Orhan Pamuk’un Cevdet Beyi (ve oğulları) değil bu. Nâzım Hikmet’in Cevdet Beyi, Memleketimden İnsan Manzaraları’nın Dördüncü Kitabının Birinci ve İkinci Bölümlerinde karşımıza çıkan. Limon, portakal, mandalina bahçeleri; muz gibi kokan, tuzlu ve sıcak havasıyla güneyde, Akdeniz kıyısındaki “üç nokta” vilayeti, Mersin, Silifke veya Antalya’dan çok belki Adana olabilir, “biçilmiş pirinç tarlaları”na bakılırsa. 55 yaşındaki, uzun beyaz bıyıklı, saçları dökülmüş Cevdet Bey burada yaşar.
Örgütsüz bir sosyalist, bir sempatizan olmalıdır. Belki ulaşamamışlardır kendisine. Ya da belki varlığının farkına bile varmamışlardır. İsabet olmuş diye düşünüyorum, sanki gerçekmiş gibi (anneannem Neyyire Hanımın ikinci eşi Cevdet Enişte geliyor gözümün önüne). Nâzım hiç bu değerleri övmeyi kastetmemiş de olsa, kendi hayatımın bu noktasında anlıyorum ki partinin çizgisine, pisliğine, hiyerarşisine, virajlarına, yalanlarına, yanılmazlığına bulaşmamış; hep kendi halinde, kendisi gibi, sıcak, yumuşak ve insancıl kalmıştır. Bu haliyle, en sevilesi, sadece sevilesi tiplerindendir MİM’in. Temizdir, günahsızdır. Bütün samimiyetiyle Faşizme ve Nazizme karşıdır. Kalbi sosyalizm, demokrasi, (o sırada artık yenilgiyle sonuçlanmış bulunan) İspanya İç Savaşı, La Pasionaria (Dolores Ibarruri) ve şimdi de Moskova Muharebesi için atar.
Kendini radyoman diye tarif eder Cevdet Bey. Evinde bir radyo odası vardır. “Radyoların dünya pazarlarına ilk sürümünden beri / (…) / bütün firmaların en meşhur modelleri”ni, RCA’leri, Telefunken’leri dizmiştir raflarına. Hayatta yapayalnızdır. Ama radyoları, bütün dünyayı ayaklarına getirir. Sabah akşam onları dinleyerek yaşar. Fransızca ve Arapçasına ilâveten, kendi kendine Almanca, İngilizce, Rusça ve İtalyanca da öğrenmiştir bu sayede. Derken bir gün hepsinin sesi kesiliverir ansızın. Düşünür, sonra çözer meseleyi. Çatıya çıkar ve antenlerine takılıp sakatlanmış bir leylekle döner. Kırık bacağını sarar. Uçup kaçmasın diye kanatlarını keser. Besler. Hacıbaba der. Birlikte yaşamaya başlarlar. (Cevdet Bey ve Hacıbabasının fotoğrafını bulamayacağımdan, balıkçı Adem ile Yaren leyleğin benzer dostluğunu aldım, başlık resmi diye.)
Akşam olur, buram buram turunç kokar (benim de gene rahmetli anneannemin İzmir’in Karşıyaka’sındaki evinin mutfağının önündeki turunç ağacı böyle kokardı geceleri). Cevdet Bey radyolarından birini bahçesine indirir. Rakısını koyar (babam da rakısını içerdi anneannemin turunç ağacının altında). Londra, Atlantik Harbi haberlerini okumaktadır. Bir süre, tankeri batan İngiliz gemici Tomson ile denizaltısı batırılan Alman gemici Hans Müller’i hayal eder. Leyleği tek ayak üzerinde uyuklarken başka düşüncelere kayar.
“Ve şimdi bahçede ve kadehte ve yüreğinde Cevdet beyin / bir türlü unutulmayan iyi bir kadının hatırası. / Şimdi artık ne dibi Atlantiğin / ne de Atlantiğin dibindekiler. / Bizden uzak ölenleri kovuyor / yanımızda ölenler. / Ve beş yıl önce Cevdet Beyin karısı Leylâ Hanım / (…) / sadece günü yetip / yani mevut eceliyle / öldü Cevdet Beyin kucağında.”
Derken çirkin ve çığırtkan seslerle silkinir kederli dalgınlığından; birdenbire üşümüş gibi ürperir. “—Moskova’ya girdiler mi, Cevdet Bey? / —Cevdet Bey, gözünü seveyim, müjdeyi ver. / —Cevdet Bey, Londra’dan ne haber? / —Moskova’ya girdiler mi Cevdet Bey?” Bahçe kapısının önünde durup bağıranlar, Giritli Cemil Bey, Mustafa Şen ve Koyunzade’dir: “vilayetin beş büyük efendisinden üçü.” Taşra mütegallibesi yani. Kulüpte içmiş, çakırkeyif dönmektedirler. Hepsi Alman taraftarıdır, hepsi Hitler ve Nazi hayranı. Böyle zalimce sataşırlar, nerede durduğunu gayet iyi bildikleri bu zararsız aydına. Ve ağız dolusu gülüşüp belli belirsiz sallanarak uzaklaşırlar.
İronik. Seksen küsur yıl sonra her şey yer değiştirmiş. Şimdi Rusya saldırıyor. 1941 Moskova, 1942-43 Stalingrad gitti. Ukrayna’nın direnişi geldi. Günümüzün de kuvvete tapan işbirlikçi Koyunzade’leri var. Ruhlarını okuyorum. Nefret ediyorum hepsinden. Putin hayranları. TKH (Türkiye Komünist Hareketi). Vatan Partisi. Emekli subaylar.
“Cevdet Bey kendini şezlonga sırtüstü bıraktı, / turunçlara ve yıldızlara baktı: / turunçlar yakın, yıldızlar uzaktı. / Ve Cevdet Beyin içinden gelen / turunçlara değil yıldızlara dokunmaktı.”