Selahattin Demirtaş, yazıları ve röportajlarıyla gündeme sürekli müdahale ediyor. Söyledikleri ilgi çekiyor, hem siyasi muhitlerde hem de kamuoyunda yankısını buluyor. Demirtaş’ın son dönemlerdeki beyanlarında öne çıkan iki husus var:
Birincisi “Türkiye’yi ikna etme” hedefidir. Muhalefetten bir “Kürt açılımı” bekleniyorsa HDP’nin de bir “Türkiye açılımı” yapması gerektiğini vurguluyor Demirtaş. Türkiye toplumunda silah, şiddet, terör ve bölünme korkularının olduğunu belirtiyor. Bu korkuların iktidar için bir kaldıraç işlevi gördüğünü, toplumu baskı altına almak gayesindeki iktidarın, otoriter yönetimini tahkim etmek için bu korkuları büyüttüğünü ve kullandığını söylüyor.
Demirtaş’a göre, bir tarafı kendilerine de değen bu korkuların bertaraf edilmesi için HDP’nin yoğun bir mesai harcaması; gerek dil ve gerek eylem düzeyinde ciddi adımlar atması gerekiyor. “Daha fazla birlik söylemi üretmeli ve gerçekten inandığımız bu söylemi daha somut ve daha cesur bir biçimde halka göstermeliyiz” diyen Demirtaş, bu bağlamda, mesela Çanakkale Şehitliğini ziyaret etmeyi, çiçek bırakmayı, dua etmeyi ve “orada yatanlar gibi yan yana durmamız gerektiğini göstermeyi istediğini” ifade ediyor.
Bam teli
İkincisi, PKK’nin silah bırakma meselesidir. Murat Sabuncu’nun sorularını yanıtlarken Demirtaş “Mümkünse PKK’nin Türkiye’ye karşı silahları tümden susturmasını, bırakmasını isterim” cümlesini kuruyor. Aslında meselenin bam teli budur; silah bırakma ya da bırakmama.
PKK’nin silahı elinde tutmasına dair, yaygın iki temel kabul var:
Birincisi, silahın, herhangi bir sorunu çözmediği, aksine daha da girift hale getirdiğidir. Silahın varlığını sürdürmesi, iktidarlara büyük bir alan açar. Zira iktidarlar silah tehdidini gösterip özgürlükleri sınırlandırır ve demokrasiyi kuşa çevirecek her türlü tedbiri alırlar. Güvenlik korkusu yaşayan halkın büyük bir bölümü de bu siyasete onay verir.
PKK’nin silahı, daima anti-demokratik rejim inşasının meşrulaştırıcısı işlevini görür. Dün başka iktidarlar kullanırdı bu aparatı, bugün de AK Parti-MHP ortaklığı kullanılıyor. Dolayısıyla silah, Türkiye’nin demokratikleşmesini sağlamaz, aksine baskıyı katmerli kılar. Ve silah Kürt meselesini de bir hal yoluna koymaz, tersine Kürtlerin aleyhine işi daha da içinden çıkılmaz bir hale getirir. Çıkış, silahta değil siyasettedir.
İkincisi ise, silahın HDP’nin potansiyelini gerçekleştirmesini imkânsız kılmasıdır. Silah, ister istemez bölünme korkusunu tetikler. PKK silahlara kesin bir dille veda etmedikçe, HDP ne kadar gayret gösterirse göstersin, Türkiye toplumun büyük bir kısmındaki kendisiyle alakalı menfi bakışı kıramaz.
Türkiye’ye karşı PKK’nin silah kullanabileceği ihtimali sürdükçe, HDP topluma güven telkin edemez. Parti ne kadar yoğun barış, birlik, demokrasi, hukuk ve birlikte yaşama mesajı verirse versin tek bir çatışma binbir zorlukla elde edilen birikimi alıp götürür ve partinin toplumu kendi yanına çekme çabalarını torpiller. Hülasa gelinen noktada HDP ile ulaşmak istediği Türkiye toplumunun arasına giren, PKK’nin silahıdır. O silah, HDP’nin daha geniş kitlelerle buluşmasının önündeki en büyük engeldir.
“Silahlı mücadelenin miadı doldu”
Aslında, silahın terk edilmesi gerektiği ilk defa dillendirilmiyor. Mesela 2010’da dönemin Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir “Silah miadını doldurmuştur. Kürt sorunu silahlı yöntemlerle çözülemez. Ölümler Türkiye demokrasisini geliştiremez. Empati yapmamıza ihtiyaç var. Türklerin Kürtleri, Kürtlerin Türkleri anlamasına ihtiyaç var. Artık ölümleri durdurmamız lazım” ifadelerini kullanmıştı.
Baydemir’in bu çıkışına PKK önce sert bir tepki göstermiş, ancak üç yıl sonra PKK de bu çizgiye gelmişti. 2013’te Diyarbakır’da televizyonlardan canlı yayınlanan Newroz mesajında Öcalan, silahlı dönemin kapandığını ilan etmişti:
“Bugün yeni bir dönem başlıyor. Silahlı direniş sürecinden, demokratik siyaset sürecine kapı açılıyor. Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun. Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Bu mücadeleyi bırakma değil, daha farklı bir mücadeleyi başlatmadır. Yeni mücadelenin zemini fikir, ideoloji ve demokratik siyasettir, büyük bir demokratik hamle başlatmaktır.”
Yani silah, bugünün sorunu değil; tarihsel bir arka planı var.
Çözüm sürecinin de nihai amacı, silahların tamamen susmasıydı. Nitekim süreçte silahların kısmi olsa da devre dışına çıkması, HDP’nin siyaset sahasını genişletmiş ve 7 Haziran 2015’te partiye tarihindeki en büyük seçim zaferini getirmişti. Fakat 7 Haziran’dan sonra PKK şehirlerde hendekler kazmaya başlamış ve çatışma süreci tekrardan alevlenmişti. HDP bu kritik kavşakta siyaseti savunma adına gerekli ve yeterli tepkiyi koyamayınca, partiyi çok daha ilerilere taşıması muhtemel dalga dinmiş ve parti siyasi bir tıkanıklık dönemine girmişti.
Daha cesur bir siyasi hat
İşte Demirtaş’ın son günlerde sıklaşan açıklamaları, bu tıkanıklığı aşma ve bir çıkış yolu bulma arayışı olarak okunabilir. Arayışın başarılı olması iki faktöre bağlıdır:
İlk olarak, PKK’nin silah bırakmasına dönük sözler müspet ve önemlidir. Evet, bir gecikme vardır ve evet, ifadeler biraz ürkek ve çekingendir. Türkiye’yi ikna noktasında çok ileri sözler sarf eden birinden silah bırakma konusunda da çok daha net ve kesin bir dil kullanması, örneğin cümlesine “mümkünse” diye başlamaması beklenir. Bu itibarla HDP ve Demirtaş’ın bu yolda daha cesur bir siyaset hattına girmeleri mecburidir.
İkinci olarak da, HDP’nin bu çabasına diğer siyasi aktörlerin -özellikle muhalefet partileri- tarafından gereken değerin verilmesidir. HDP tek başına bu yükün altından kalkamaz, diğer aktörlerin de HDP’nin bu yönelimini desteklemeleri lazımdır. Kılıçdaroğlu’nun muhatap olarak HDP’yi işaret etmesi ve Babacan’ın da meşru bir siyasi aktör olan HDP’nin görmezden gelinemeyeceğini, HDP ile diyaloglarının olduğunu ve bu diyalogu çok kıymetli bulduklarını belirtmesi, bu çerçevede önemli adımlardır. Ancak bu tavrın da daha fazla güçlenmesi ve muhalefetin HDP ile diyalog zeminini derinleştirmesi gerekir.
Sadece HDP’nin değil muhalefetin de daha çok cesarete ihtiyacı var.
Politikyol, 24 Temmuz 2022https://www.politikyol.com/cikis-yolunu-aramak/