Dün dikkat çekici bir açık mektup yayınlandı.
Artık adı AK Parti iktidarının elitleriyle birlikte anılan, Robert Koleji ile aynı puanlarla öğrenci alan Kartal Anadolu İmam Hatip Lisesi’nden taze mezun ve iyi üniversitelerde okuyan bir grup üniversite öğrencisi genç, Kemal Kılıçdaroğlu’na açık bir mektup yazarak desteklerini açıkladılar.
Mektubu yazan Kartal mezunu üniversite öğrencileri mektubun girişinde profillerini net biçimde tarif etmişler:
“Okul profilinden saparak geçmiş tüm birikimini ve arka planını elinin tersiyle iten, aykırı veya tepkisel öğrenciler değiliz. Size Kartal’ın tam ortasından sesleniyoruz.”
Yani en baştan diyorlar ki “karşınızda AK Partili ailelerin haşarı, deist, yoldan çıkmış çocukları yok, söyleyeceklerimizin değerini böyle düşüremezsiniz.”
Zaten mektuptaki İslami referanslara vukufiyet de Kartal Anadolu İmam Hatip’in iyi öğrencileri olduklarını gösteriyor.
Üstelik bu İslami referansları, son günlerde aynı referansları seçimlere doğru insanları geçmişle, ahiretle korkutmak için seferber eden yaşlı İslamcı kuşaktan daha olgun ve saygılı biçimde kullanmışlar.
Mesela şu paragrafı, AK Parti’nin 2002’deki değiştik iddiasına, eski kasetleri döndürerek direnen bağnaz Kemalistlerden pek farkları kalmamış o eski neslin anlaması kolay değil:
“Türkiye’de doğan her çocuk travmatize edilmiş bir geçmişi verili olarak alıyor. Kamusal alana çıktığında kendisini travmatik bir tarihsel anlatının merkezinde buluyor. Böylece tarihi harekete geçiren her vaka bir mağlubiyet veya galibiyet olarak nitelendiriliyor. Ve bizlere de tüm tarihimizi bu dikotomi üzerinden kurmak dayatılıyor. Halkın her bir kesimi arasında yaşanılan travmaların şiddetine dair adeta bir rekabet sürüp gidiyor. Travmatize edilmiş tecrübeler; iktidar olan kesime kendinden görmediği kesimlere onları travmatize edilebilecek tecrübeler yaşatmanın meşru zeminini sunuyor. Hınç ve travma döngüsü, bu şekilde dönüp duruyor: Dünün zulmedilen mağlubu, bugün galip olduğunda zulmün acımasız sopasını eline alıyor. Hukuk devleti olmanın temel niteliği, ancak ve ancak bu döngü kırıldığında ve yeni bir yol ortaya çıktığında kendini gösterebilecektir.”
Büyükleri hınç ve travmayı artık bir kimlik haline getirmişken, hınç ve travma döngüsünün farkında olan Kartal Anadolu İmam Hatip Mezunu gençlerin mektubunda en “sinir bozacak” kısım Kılıçdaroğlu’na destek açıklamaları kadar, şu paragraf olabilir:
“Bugün, Türkiye’deki tüm İslamcı-Mütedeyyin kesimlerin varlıklarını AK Parti ve Erdoğan’a borçlu olduklarına dair mesnetsiz bir algı oluşturulmaya çalışılmaktadır. Oysa Türkiye’de ne İslamcı hareket ne de bunun resmi-kurumsal karşılığı olarak nitelendirilebilecek İmam-Hatipler, Erdoğan ve AK Parti ile var olmuştur. İmam Hatipleri rejimlerinin arka bahçesi, kendi hukuksuz ve kural tanımayan iktidar ağlarının bir parçası olarak görmek isteyen ve bu sebeple bizlere musallat olan bu iktidar hiziplerine hiçbir minnet borcumuz yoktur.”
Bu paragrafın hangi suçlamayla karşılaşacağını herhalde tahmin ediyorsunuz:
Nankörlük.
Nankörlük suçlaması aslında bir tür son kurşun.
Bir iktidarı savunmak için söylenecek çok söz kalmadıysa, geçmişteki borç defterleri açılır, zaten ödenmiş borçlar bir kere daha tahsil edilmeye çalışılır.
Bu ahlaki ve manevi baskıya gelmeyenler de son çare nankörlükle korkutulur ve suçlanır.
14 Mayıs 1950 seçimlerinden günler önce CHP’nin sesi Ulus’un başyazarı Falih Rıfkı Atay da öyle yapmıştı:
“Muhalifler güneşi çamurla sıvamak için gece gündüz çalışsınlar. Türk Milletinin sağduyusu ve muhakemesi yalan ve iftiralara rağmen realiteyi görmesine kafidir. Ve tekrar ediyoruz: Türk milleti nankör değildir.”
Ama 14 Mayıs günü Türk milleti, İstiklal Harbi’ni kazanıp, Cumhuriyeti kurmuş CHP’ye “nankörlük” yapmayı tercih etmişti.
Çünkü artık 1923 yılında doğan nesil 27 yaşındaydı.
Tamamı AK Parti iktidarından başka iktidar hatırlamayan Kartal Anadolu İmam Hatip Lisesi’nin genç mezunları da kimseye minnet borçları olmadığını söyleyerek, hiçbir sorumlulukları olmayan 21 yıllık bir yükün ortağı olmayı, geçmişin iyi işlerinin bu yükün önüne perde olarak çekilmesini ve bitmeyen bu borç tahsilini reddetmiş oluyor.
Muhtemelen bolca nankörlükle suçlanacaklar.
Sadece onlar da değil.
Seçimler yaklaştıkça, 21 yıldır tüm seçimlerde, 27 Nisan muhtırasından, 17/25 Aralık’tan, Gezi’den sonra sandıklarda oylarıyla, 15 Temmuz gecesi sokaklarda canlarıyla bu iktidarın muhafazakarlar için yaptığı hayırlı işlere karşı borçlarını defalarca ödemiş insanlara nankörlük parmakları sallanmaya başlandı.
1999’da Merve Kavakçı Meclis’ten atılırken “Merve”li, “estetik olmayan türban”lı yazılar yazmış, her devir gücün yanında durmuş, laik ceberrutluklara tarihten bulup çıkardığı argümanlarla kenar süsü yapmış, şimdi de kendine Beştepe’de bir post serilmiş eski bir Hürriyet yazarının, o laik ceberrutluklarla bir ömür mücadele etmiş insanları “Muhafazakar Nankörlük” le suçladığı yazısı aile Whatsapp gruplarda dolaştırılıyor.
Bir damat bakanın skoru için rezervleri satılmış Merkez Bankası’ndan, Cumhurbaşkanı’nın tezini ispat için fırlatılmış enflasyondan bahsedenlere, Ramazan sofralarında iyice hissedilen yoksullaşmadan şikayet edenlere Ayasofya’nın, İHA’ların, SİHA’ların faturası uzatılıyor.
Yaşlı amcaların bile sokak röportajlarında iktidarı eleştirdikten sonra “İsterse Silivri’ye atsınlar beni” demek zorunda hissettiği, ağzını açmanın cesaret gerektirdiği, cezaevleri aldatılma hakkı verilmemiş sıradan dindar insanlarla doldurulmuş, sadece daha iyi bir hayat uğruna vatandaşları Meksika sınırından, Bulgaristan’dan Batı’ya girmeye çalıştığı için en çok mülteci veren ülkeler listelerine ön sıralardan girmiş Türkiye’deki ümmetin dertlerini dillendirmekten çekinenler, geri kalan ümmetin ali çıkarları için Müslümanları “ümmetin maslahatı” manevi baskısı altına alıyor.
Suriyeli Müslümanlar için Türkiyeli Müslümanlardan bir beş yıl daha baskıya, yoksulluğa sabır isteniyor.
Bunlardan etkilenmeyenler ise öcü hikayeleriyle korkutuluyor.
İçindeki liderlerin beş vakit namaz kılma oranı Cumhur İttifakı’ndan yüksek olan Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayının yanlışlıkla bastığı için defalarca özür dilediği seccade, en son yerli korku filmlerinin başrolünde.
CHP’yi yeterince Kemalist bulmadığı için istifa edip parti kurmuş Muharrem İnce’nin bile seccadesini alıp açılışına gittiği Ayasofya’nın yeniden müzeye dönüştürüleceği söyleniyor.
Gözleri önünde etrafta fink atan cari öcüleri görmeyenler, başörtüsü konusunda yanlış yaptık diye özür dilemiş, kendi medyasını bile karşısına alıp başörtüsü kanun değişikliği teklifi vermiş, seçim afişlerine ve muhtemelen aday listelerine başörtülü kadınları koyan Kılıçdaroğlu’nun aslında yalnız olduğu ya da takiyye yaptığı, Cumhurbaşkanı yardımcılıkları ilan edilmiş ittifaktaki muhafazakar parti liderlerinin onca belgeye, söze rağmen seçimden sonra tasfiye edilecekleri, yeni bir CHP vesayeti kurulacağı gibi cin, peri hikayeleri anlatıyor.
Cari tek parti uygulamalarını prime timedaki yerli dizisi gibi izleyenler, 80 yıl önceki tek parti rejiminin siyah beyaz korku filmiyle insanları korkutmaya çalışıyor.
Hatıraları canlı bir nesli korkutmayı da başarıyorlar ama bu açık mektuptan anlaşılan çocuklar artık bu öcü hikayelerinden korkmuyor.
Belki de kısa ömürlerinde tecrübe ettikleri acı gerçeklerle öcü diye bir şey olmadığını erken yaşlarda öğrenmişlerdir.
Geçmişe değil, geleceğe bakmanın avantajını yaşıyorlardır.
Sorumlulukları olmayan yanlışlarını bedelini öderken, sorumlu olmadıkları başka yanlışların telafi edilmesiyle avunmak istemiyorlardır.
Belki de çocuklar büyümüştür, kartallar yüksekten uçuyordur, manzarayı kuşbakışı görüyordur.