spot_img
Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIÇözüm patinajı

Çözüm patinajı

Bahçeli’nin açıklamasının üstünden daha terimiz soğumadan, oldukça ağır bir terör eylemiyle karşı karşıya kaldık. Arkasından Esenyurt Belediye Başkanı’nı demir parmaklıklar arkasına gönderildi. CHP liderleri kendilerini, çevresinde kararsız adımlarla yürüdükleri bu belirsiz sürecin çukurunda buluverdi. Bütün bunların bir satranç oyununun hamleleri olduğunu söylemeye kalkanlar olabilir. Öyleyse deli saçması bir oyun var tahtada. Fil L gidiyor, piyonlar ters hareket ediyor, kalelerin yerinde yeller esiyor.

Kürt kimliği sorunu nasıl çözüme kavuşacak? Emin olamıyorum. Çözüm sadece siyasi olabilir diyoruz, ama bir çözümün “siyasi” olmasının ne olduğunu biliyor muyuz?

Açılım süreçleri bana şunu düşündürüyor: Engebeli, taşlı, bataklıklı bir yolda takılmış kalmış bir otobüs var. Üstelik motor da tekliyor. Yürümüyor. Nadiren araçtan inip el atanlar oluyor, bazen çekenler, bazen itenler… Ama çok azı araca geri dönebiliyor, çoğu çamura saplanıp batıyor. Araca dönebilenler de uğraşları için takdir edilmiyor, aksine üstleri başları çamura battığı için dışlanıyorlar, hakarete uğruyorlar, hatta dayak yiyorlar. Bu keşmekeşte bazen şoför de koltuğu terk edip başka şeylerle uğraşıyor, ara sıra gaza yüklendiğinde sonuç alamıyor.  Motordan gelen iniltinin karşılığı yok…

Ama işte ara sıra, hemen hemen on yılda bir tekerleğin döndüğünü işitiyoruz. Bir vınlamaya alkış tutuyoruz, ama sonra bir bakıyoruz, tekerlek yerden yükselmiş, boşlukta dönüyor, sürtünmeyle karşılaştığı ilk anda motor sarsılıyor, herkesi yerinden kaldıran bir darbeyle yine duruyor.  Boşlukta dönen şeyin hızının sınırı olmuyor. O hız bizi yanıltıyor, evet, bir dokunuşla uçacağız diyoruz.

Sanki ne arızayı tanıyoruz, ne yolu biliyoruz. Otobüs hareketlense nereye gideceğine de emin değiliz. Ama her şeyden önce saplandığımız bataktan çıkmak zorundayız.

Bu sefer MHP lideri Devlet Bahçeli kolları sıvayıp yola indi. Aynı vınlamayı yeniden işittik, bir hareket olmasını umduk. Ama olup olmadığını bilmiyoruz.

Milliyetçiliğin diyetinde düşmanlıklar vazgeçilmez besinlerdir. Düşmanlarına ilişkin anlatılar içermeyen, bu anlatıları tazelemeyen milliyetçilik yok gibidir.  Düşmanlık milliyetçiliğin ana besin kaynağı değildir, evet, ama düşmanlık milliyetçi tarihin B12’sidir. Toplumsal hafıza için elzemdir.

Türk milliyetçiliği, son 30-40 yıldır bu gıdayı terör karşıtlığıyla harmanlanan Kürt düşmanlığından aldı. 12 adalar takıntısı, Rusya’nın sıcak denizlere inme ihtimalinden duyulan endişe, anti-komünizm anlatılarının hiçbiri bu düşmanlık kadar besleyici olmadı. Belli kesimlerde Kürt düşmanlığı, Türk kimliğinin yapı taşlarından biri gibi oldu. Yunanistan’ın sahil botlarını taciz etmesi ya da kayalıklara keçilerle çıkarma yapması artık gülüp geçtiğimiz şeyler… Kürtlerin çoğunlukta olduğu illerdeki kaçak elektrik tüketimi ise en büyük sancılarımızdan.

Suriyeli göçmenler sayesinde başka bir besin kaynağı bulduk, ama aynı lezzeti vermediğini kabul etmek gerek. Göçmen karşıtlığının sası, insanın hıncını tam çıkaramadığı bir tadı var. Falafel pek bize göre değil.

Yakın zamanda gördüğümüz kadarıyla Kürt toplumu içinde de Türk karşıtlığı reaksiyoner bir milliyetçilik dalgası yaratmış.

Bir açılımdan söz ediyoruz. Pekiyi muhataplar kim? Toplumlar mı? Kürt ve Türk toplumları çok çeşitli türde insanlardan ve alt topluluklardan oluşuyor, bunları temsil etmesi beklenen siyasi yapılarsa toplumdaki çeşitliliğe karşılık veremeyecek derecede sığ, tek yönlü ve yetersiz. Üstelik yıllara yayılan tutarsız çıkışları ve siyaseten zayıfladıkları noktada beklenmedik tavizler verebilmeleri bir düşüncenin ya da meselenin değil, kendi siyasi ikballerinin temsilinde olduklarını gösteriyor.

Örneğin, Öcalan’ın Meclis’te konuşup PKK’yı silah bırakmaya çağırmasını öneren isim yukarıda tarif ettiğimiz radikal milliyetçiliğin Türkiye’deki en bildik temsilcisi MHP’nin lideri. Bu gelişme umut verici mi? MHP yıllar boyunca seçmen desteğini devletin terör örgütüyle ilişkisine bağlı olarak artırmış bir siyasi parti. 1999 seçiminde MHP tarihinin en iyi seçim sonucunu elde etmişti. Abdullah Öcalan’ın yakalanıp Türkiye’ye getirilmesinden birkaç ay sonra! Çünkü halkın büyük bir kesimi Öcalan’ın idamını sağlayacak bir hükümet kurulmasını hayal ediyordu. Aradan 25 yıl geçti, artık köprünün altından çok sular aktı diyebiliriz. Pekiyi Öcalan’ın ve Bahçeli’nin yaşlanması dışında toplumda ne değişti?

MHP’nin adımını gören İYİP yıllar önce Bahçeli’nin bir konuşmasında “Asamadın!” diye haykırarak attığı ipi bir yerlerden bulup sahiplendi. Siyasete tutunmak için barış çağrısının ince ipliği yerine idam urganının sağlamlığına oynadı.

Bahçeli’nin açıklamasının üstünden daha terimiz soğumadan, oldukça ağır bir terör eylemiyle karşı karşıya kaldık. PKK ya da PKK’yla bağdaşık olduğu kesin sayılabilecek bir güç devletin gözü gibi baktığı bir askeri teknoloji tesisine saldırdı. Kuzey Irak’ta pençe yine havaya kalktı. Yani sanki çağrının gönderildiği tarafta birileri “Siz yine idam talep edin, öyle daha iyiydi.” demek istedi. Arkasından Esenyurt Belediye Başkanı’nı demir parmaklıklar arkasına gönderildi. CHP liderleri kendilerini, çevresinde kararsız adımlarla yürüdükleri bu belirsiz sürecin çukurunda buluverdi.

Bütün bunların bir satranç oyununun hamleleri olduğunu söylemeye kalkanlar olabilir. Öyleyse deli saçması bir oyun var tahtada. Fil gidiyor, piyonlar ters hareket ediyor, kalelerin yerinde yeller esiyor. Hesaplanmış hamlelerden çok kendi unsurlarını kontrol etmekten aciz siyasi odakların sanki temsil edermiş gibi yapması var. En beteri de bu: Hani uzaktan bakınca siyasetçiler sanki bir şeyleri biliyormuş gibi görünüyorlar, ama galiba hiçbir hazırlıkları ya da bilgileri yok. Sanki halkı karanlıkta bırakarak hiçbir karar vermek istemedikleri bir süreçte körebe oynayacak gibiler.

İşin toplumsal tarafının belirleyici olacağını umuyorum. Bunun için de işte o çamura batan otobüse el verecek kişilerin sayısının artması gerekiyor. Siyasetçilerin konuşması yetmiyor. Halkların dile getirme, itiraz etme ve talep etme cesaretini yaratması lazım.  Halkın, siyasetçileri devreden çıkaracak kadar şiddetle ve arzuyla barışı istemesi şart… Başka çözüm yok.

- Advertisment -