Dejavu

İnsanların iç seslerini duymaya o anda mı başlamıştı, yoksa zaten hep duymaktaydı da, yalnızca bunun farkına mı varmıştı? Sonraları epeyi kafa yordu bu konuda. Hiçbir zaman emin olamadı. Bildiği bir şey varsa, iyileşmeye tam o anda başladığı. Başkalarının göremediği bir şeye bakıyordu gerçekten de. Kendisine. Kendisini kendisinden başka hiç kimsenin göremediğini, göremeyeceğini anlamıştı. Annesinin bile…. Kendisiyle arkadaş olmaya karar verdi. Kapısını ardına kadar açıp kendini içeri buyur etti.

Yağ yağ yağmur

Tarlada çamur

Teknede hamur

Ver Allahım ver…

Yağmur altında yürüyor. Yıllar öncesinden kopup gelen o tekerleme zihninde çalkalanıp duruyor… Devamını hatırlayamıyor bir türlü. Ver Allahım ver… “Nasıldı gerisi?” Bir umut baştan alıyor. Yağ yağ yağmur… Yağmur suları saçlarından süzülüp göz pınarlarına doluyor.

Sözlerin devamını birden hatırladı. Hatırlamasıyla da çocukluğundaki o ana geri dönüverdi.

Evlerinin bahçesindeydi. Tahta masanın üzerinde unutulmuş kesme cam bardak yağmur suyuyla ağzına kadar doluydu. Zihninde o tekerleme dönüp duruyordu:

Yağ yağ yağmur

Tarlada çamur

Teknede hamur

Ver Allahım ver…

Yağmur damlaları bardaktaki suyu etrafa sıçrata sıçrata kendilerine yer açıyorlardı. Büyülenmiş gibi seyrediyordu. Saçlarından süzülen yağmur damlaları göz pınarlarına doluyor, görüşünü buğulandırıyordu. Elinin tersiyle gözlerini silip, tek bir damlanın çarpışını kaçırmaktan korkarcasına dikkatini bardakta sabit tutmaya çalışıyordu. Ilık bir yaz günüydü. Yağmur damlaları bile ılıktı. Üşümüyordu hiç. İşte tam da o anda başlamıştı… kendisini pençesine alan, hâlâ da tam olarak kurtulamadığı, hatta tam da o anda yaşamakta olduğu o korkunç his.

“Ben bu anı önceden de yaşadım.”

İç sesi yankılar yaparak çalkalanıyordu. O anı önceden yaşadığını hatırlayan ve hatırladığını hatırlayan… Böylece sonsuza dek sürüp gidecek gibiyken zihni zamanda geriye doğru bir sıçrama yaparak, panayırda kocaman çemberiyle sabundan köpükler yaparak çocukları eğlendiren palyaçoyu hatırlamakta olduğunu… hatırlamış olduğunu hatırlayıverdi. İç içe geçen, birbirlerinin içinden çıkan, köpük balonlar…  Kendini bardağın yüzeyinde patlayan baloncuklardan kurtarıp uzaklaşmak istiyordu ama girdaba kapılmış gibiydi. Yerinden kımıldayamıyordu. Kulaklarında geçmişin sesleri yankılanıyordu. Kendisini öylesine büyük bir dehşetle geri çekti ki, bağlarını koparıp, bir anda serbest kalmış gibi yalpaladı, geriye doğru savrulup sırt üstü ıslak çimenlerin üzerine düşüverdi. Çimenlerin serin ıslaklığını yere değmeden sırtında hissetmişti. Yerden kalkmaya çalışırken, kendisini ayağa fırlamış eve doğru koşarken gördü. Eve doğru koşan kendisine yetişmek için yerinden fırladı. 

Evin kapısına vardığında kendine gelmişti. Yine de kapıyı açan annesinin, “Bahçede miydin sen? Hem de bu yağmurda! Sırılsıklam olmuşsun. Betin benzin de atmış. Ne oldu?” diye söyleneceğini saniyeler önce zihninin içinde duymuş, kendisini içeri çekmek için uzanacak elinin baskısını, bileğinde hissetmişti.

Sonrası… Yıllar boyu süren derin bir suskunluk. İyice içine kapanmış, konuşmaz olmuştu. Hayat ileri geri minik sıçramalar yaparak kesik kesik akıyordu. En korkuncu, kendisini dışarıdan izliyor oluşuydu. Kendinden bir tane daha vardı sanki. Yapacağı her hareketi önceden görüyor, ne hissedeceğini, ne düşüneceğini önceden hissediyor, önceden düşünüyordu. Kimi zamansa, diğer kendisiyle yer değiştiriyor, diğeri oluyor, ne yapmış, ne hissetmiş, ne düşünmüş olduğunu hatırlıyordu. İçi kayıyordu, sürekli olarak, bir an ileriye, bir an geriye…

“Gözbebekleri titreşiyor!”

Annesinin haykıracağını önceden bildi, feryadını önceden duydu. Hemen sonrasında önceden bilmiş, önceden duymuş olduğunu hatırladı.

Sonrası, aylar, aylar sürecek tetkikler. Yıllar, yıllar süren tedaviler. İki benliğini bir araya getirmek için verilen uğraşlar.

… Ve o rüyalar. Rüyalarında zaman akmıyordu. O zamansız evrende her şey bir anda katılıp kalmış gibiydi. Bebek kardeşinin ağlarken katılıp kaldığı anlardaki gibi. Annesinin o anlarda neden paniğe kapıldığını rüyaları sayesinde anladı. Hareketin sonsuzca, sonsuza uzanan kımıltısızlığı ölüm demekti. İçinden bir ses her şeye can verenin zamanın akışı olduğunu fısıldıyordu. Kardeşi, katılıp kaldığı o anlarda kendi zamanını yalnızca kendisi için durduruyordu. Oysa o, rüyalarında zamanı herkes için, her şey için durduruyordu. O zamansızlık içinde sonunda kendisiyle buluşuyor, bir ve tek oluyordu. İçini sonsuz bir huzur kaplıyordu.

O huzuru uyanıkken de sürdürmek için zamanı durdurmayı denedi. Elbette yalnızca kendisi için. Rüyaların kısmen taklit edilebileceğini anlayacak kadar büyümüştü. Annesi onu ayakta dikilmiş, kollarını iki yana sarkıtmış, gözlerini bir noktaya dikmiş, put gibi dururken gördüğünde kızıyor. Kızgınlığı korkusundan. Neden korktuğunu tam olarak bilemediğinden.

Annesi kolundan tutmuş sarsıyor onu. Yüzüne bakmaya zorluyor.

İşte tam o anda çok tuhaf bir şey oldu. Diğer benliği annesinin iç sesini duyup kulağına fısıldadı:

“Ne var orada? Baktığı yerde bir şey mi görüyor yoksa? Hay Allahım! Sürekli dalıp dalıp gider mi bir çocuk? Hem de ayakta, hiç kımıldamadan durup… Kesin bizim görmediğimiz bir şey görüyor.”

İnsanların iç seslerini duymaya o anda mı başlamıştı, yoksa zaten hep duymaktaydı da, yalnızca bunun farkına mı varmıştı? Sonraları epeyi kafa yordu bu konuda. Hiçbir zaman emin olamadı. Bildiği bir şey varsa, iyileşmeye tam o anda başladığı. Başkalarının göremediği bir şeye bakıyordu gerçekten de. Kendisine. Kendisini kendisinden başka hiç kimsenin göremediğini, göremeyeceğini anlamıştı. Annesinin bile…. Kendisiyle arkadaş olmaya karar verdi. Kapısını ardına kadar açıp kendini içeri buyur etti.

O gece rüyasında zamanın akmaya başladığını gördü. Hem de dümdüz, ileriye, geleceğe doğru akıyordu zaman. Rüyasında genç bir kadın yağmur altında yürüyordu. Yıllar öncesinden kopup gelen bir tekerleme kadının zihninde çalkalanıp duruyordu. Sözlerin devamını hatırlayamıyordu bir türlü. Yağmur suları saçlarından süzülüyordu ve…

Rüyadaki kadın birden hatırladı. Bu anı daha önce de yaşamıştı. Bir an sonra, tekerlemenin sözlerini hatırlamış olduğunu da hatırlamasıyla çocukluğundaki o ana geri döndü. Evlerinin bahçesindeydi. Tahta masanın üzerinde unutulmuş kesme cam bardak yağmur suyuyla ağzına kadar doluydu. Zihninde o tekerleme dönüp duruyordu:

Yağ yağ yağmur

Tarlada çamur

Teknede hamur

Ver Allahım ver

Sicim gibi yağmur

O yalan, bu yalan

Fili yuttu bir yılan

Bu da mı yalan?

- Advertisment -