İyi ve güzel oyunun bir futbol maçında görünür kıldığı en belirgin olgu, rakibin iyi ve güzel oyun karşısında total bir sonuç olarak niteliksizleşmesidir. İyi ve güzel oyun, bu oyunu oynamakta israr eden takımın barındırdığı içsel özelliklerini mükemmelleştirirken, öte yandan tam tersine, rakibin varolduğunu sandığımız niteliklerini daha da sıradanlaştırır. Nihayet iyi oyunun bu öğütücü ve posa çıkarıcı özelliğine ilişkin elimizde, üstünde konuşabileceğimiz, bir malzememiz oluştu; Montella ve Portekiz maçının oyun yorumu.
Montella’nın yapılardan yoksun ve kompak olmaktan çok uzak oyunu; hiç kuşkusuz, Türkiye futbol tarihinin gelmiş geçmiş, en kötü ve en niteliksiz oyunu değildi. Çok şükür bu gözler bundan çok daha berbat oyunlara da tanık olmuştu. Bu oyunun öne çıkan en değersiz özelliği, dünyanın terk ettiği, defanstan hücuma atılan uzun paslardı. Buna ne gerek vardı; doğrusu Gürcistan maçı, bu oyunun başka türlü oynanabileceğine ilişkin içeriden ciddi veriler sunmuştu oysa. Tam çok, açık çok belirgin bir pas dolaşım modeline sahip değil Türk futbol oynama tarzı ve pratiği.
Top dolaşım modeli, bir tür “sabit akış” diyebileceğimiz, topun, oyuncunun ve alanın birlikte kurgulandığı ve kendi içinde oyuncunun bu yolculukta gereksindiği yol işaretleri ve levhalarının yerli yerine yerleştirildiği, neredeyse demiryolu ray hattı düzeneğinde, işlevsel bir tüp geçittir.
Çok açık ki, yüz yıllık oyun pratiği, düşünsel ve kavramsal olarak Türkiye’de böyle bir ihtiyacı hiç gündemleştirmedi. Demek ki kimse bunun gerekliliğine ikna olmamış. Doğrusu pas dolaşım modellerinin gerçek bir ihtiyaca dönüştürdüğü oyun içi yapı ve örüntüler olmadan, bu oyunu mükemmel hale getirmek nasıl mümkün olacak? Hiç fikrim yok. Her neyse devam edelim.
Birincisi, Türkiye defansın, defans olarak algısını kökten değiştirmek gerekir. Bu ihtiyacı yaşamsal kılan talep Türkiye defansının defansif olarak eksikliği değil, tam tersine Türkiye’yi bir bütün olarak oyunun içinde tutabilmek amacıyla geleneksel defansif algıyı hızla değiştirmek gerekiyor.
Türkiye defansı, oyunu hücum ve defans olarak, kabaca oyunu iki bölüme ayırmak yerine, oyunun dinamik akışkanlığı içinde “tehdit “ ve “tehlike” temelinde konum almayı acilen öğrenmelidir. Çağdaş total futbol algısında oyun defansif ve ofansif olarak iki ayrı bölge biçiminde tanzim edilmez. Aksine topun olduğu bölge ile, topun muhtemelen atılacağı bölge olarak takım konumlandırılır.
İkincisi, gerek hücumda gerekse de savunmada sabit, akışkan pas modelini bir başka seviyeye taşımak için, özellikle hücumda, rakibi şaşırtacak, rakibin odağını dağıtacak, içiçe geçmiş kimi hücum bulmacalarına ihtiyaç var. Daha doğru bir deyimle, takım hücum ederken topun olduğu bölgede pas akışkanlığını sürdürürken, topun atılacağı bölge konusu doğru bir tercihle önceden saptanıp, orada çok daha ciddi hazırlıklar yapmak gerekir.
Aslında futbol oyunu için dillendirilen “sistem” kavramı topun olduğu bölge ile topun atılacağı bölgede neredeyse kusursuz biçimde organize olmayı içerir. Zaten “sistem” dediğimiz zaman “dizilişten” çok farklı olarak topun bu dolaşım modelinin iki peronu arasındaki geçişkenliği kastederiz.
Maçtan sonra futbolcu eskisi yorumcuları dinliyorum’’ baskılı arzulu’’ oyun demogojisinedevam ediyorlar. Bir ekolun, bir sistemin, bir geleneğin olduğu yerde belki bir parça, tali meseleler olan “baskılı ve arzulu, iştahli” oyun karakterinden söz edilebilir. Oyunun kendisiyle oyunun karakteri arasında bir ayırıma gitmeyi bile bilmeyen zihniyet, maalesef hala işbaşında ve hala kulaklar onlarda. Bir ülkede futbol yorumunun niteliği neyse oyunun da niteliği odur. Bu prensip neredeyse hiç şaşmaz.
Montella’nın Portekiz maç yorumu son derece keyfiydi. Bir önceki maçın havası ve psikolojisi bile ihmal edilmişti. Plan, kurgu ve akıl yerine, sadece güçlü hızlı bedenler tercih edilmişti. Sonuç haliyle hiç şaşırtıcı olmadı.