Arşivi karıştırıyordum. Deniz Gezmiş’in çok bilinmeyen bir fotoğrafını görünce durdum. Fotoğraf bizim kuşağın acısını, çıkmazını, dramını ele veriyor. Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencisi, Malatyalı, babasız büyüyen, fakir, çalışkan bir devrimci arkadaşımız Battal Mehetoğlu, ülkücüler tarafından öldürülmüştü.
Ölüm haberini alan devrimciler Yıldız Teknik’e koştu. Deniz yine en hızlımızdı. Koridorda upuzun yatan Battal’ın başında çoktan nöbete durmuştu. Daracık ve ışıksız bir koridor, biri yerde yatan biri de onun başında bekleyen iki devrimci. Ölüm oraya gelmişti.
Başka ölümler olacağını hissediyorduk. Çünkü devlete egemen olan statükocu güçler, dünyanın dört bir yanında esen özgürlük ve bağımsızlık rüzgarından rahatsızdı. Türkiye’deki değişim rüzgarını bastırmakta kararlıydılar. Bizim 68’in iki devri var. Birinci devir, kitlesel eylemler dönemi. Umut ve heyecan dönemi.
Başarı beklentisinin yükseldiği, sosyalistlerin, sosyal demokratların kültürel, siyasi alanlarda güçlerinin etkilerinin yükselişe geçtiği dönem. Gençlik içinde, işçiler ve köylüler içinde umudun ve hak arama gücünün arttığı dönem.
Yasal ve meşru eylemler, ya devletin örgütlediği ülkücü komandalar tarafından ya da bizzat devletin güvenlik güçleri tarafından bastırılıyordu. Barışçı kitle gösterileri dönemi bitiyor, şiddet üreten yeni bir mücadele dönemine geçiliyordu. İşin içine silah girdiği andan itibaren, sonu belli olan bir yolculuk da başlamıştı. “Silahın kadar konuş” diyen bir atmosfer içine yuvarlandık.
Bazı arkadaşlarımız Filistin’e silahlı eğitim almak için gidiyordu, gerçekten devrim beklentisi içinde olanların sayısı da az değildi. Halbuki, 1969’da zirve yapan değişimin başarı dönemi bitmiş, kitlelerin geri çekilişi başlamıştı.
İbrahim Kaypakkaya ile 12 Mart askeri darbesinin ardından ne yapacağımızı kararlaştırmak açısından Antep- Malatya arasında gidip geliyoruz. O, devrimin veya devrimci ayaklanmanın yakınlaştığına inanıyordu.
Tartışıyorduk. Bizim kuşak çok tartıştı. Devrimin, reformun, değişimin ne olduğunu kararlaştırabilmek için sigara dumanlarının boğduğu odalarda ne çok nefes tükettik. Bugünlerden bakarak o dönemi anlamak mümkün değil gibi geliyor bana. Örgütler vardı.
Sıkıca bağlandığımız örgütler. Her şeyimizi teslim ettiğimiz örgütler. Çoğu küçük etkisiz örgütler olmasına rağmen biz onların takipçileri olmaya devam ettik. İnanıyorduk. Bugünse yaşamın gerçekleriyle, zamanın eğitici, öğütücü sonuçlarıyla karşı karşıyayız.
Deniz’in Battal Mehetoğlu’nun ölüsü yanında selam duran çaresiz bakışı, onun da bizim de çıktığımız yolculuğun hüzünlü bir ifadesiydi. Ece Ayhan, o resmi şiire dökecekti:
“Bir teneffüs daha yaşasaydı Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür
Devlet dersinde öldürülmüştür.”