6 Şubat 2023 Kahramanmaraş depremlerinde deprem nedeniyle yıkılan 38.901 binada resmi rakamlara göre 53.537 insanımız vefat etti. İnsanlarımızın çöken binaların değil çöken bir sistemin altında can verdiklerini düşünüyor ve bu düşüncemi her platformda dile getiriyorum. Sistemin problemlerini anlatmaya gayret ediyorum. Sistemin en büyük problemlerinden biri de her türlü düzenleme ve denetleme yetkisine sahip olmasına rağmen bir türlü sorumluluk üstlenmeyen idare kültürümüz. İdare hukuki bir terim, idare denince siz devlet anlayın lütfen. Evet, biz idareyi bir türlü mindere çekemiyoruz. Mahkeme dosyaları ile anlatayım.
Depremde yakınlarını veya mallarını kaybetmiş hak sahibi yurttaşlar idare mahkemelerinde maddi ve manevi tazminat talepli tam yargı davaları açtılar ve hasım olarak da kamu kurumlarını gösterdiler. Elbette AFAD maddi ve manevi tazminat talep edilen kurumların başında geliyor. İdare mahkemelerinde süreçler ilerledi ve kararlar da çıkmaya başladı. İlk önce Şanlıurfa’dan bir örnek vereyim.
Şanlıurfa 2. İdare Mahkemesinin 2023/801 E. Ve 2024/123 K. sayılı kararından bölümler alıntılayalım. Mahkeme kararında mevzuatı açıklıyor. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Büyükşehir Belediyeleri, Belediyeler ve AFAD sorumlulukları mevzuat maddeleriyle açıklanıyor. Mevzuatı ilgilenenler okusun ve yazıyı uzatmayalım. Ancak mahkeme kararında yer verilen mevzuat maddelerini okumaya başlayınca idarenin her şeye yetkili olduğunu, dolayısıyla sorumlu olması gerektiğini de düşünüyorsunuz.
Sonra bir sürprizle karşılaşıyorsunuz. Mahkeme idarenin hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluk hallerini de kısaca anlatıyor kararında ve teoride doğru olan şöyle bir cümle ile idareyi minderin dışına çekiveriyor:
“Ancak ortada tazmini gereken zararın bulunmaması, zararın zarar gören kişinin veya üçüncü kişinin eyleminden doğması, zararın mücbir sebeplerden kaynaklanması, idare hukukuna özgü tazmin nedenlerinin bulunmaması durumlarında idarenin tazmin yükümlülüğünden söz edilemez.”
Sonra da depremin neden idare için mücbir sebep sayılması gerektiği aynıyla aşağıda alıntıladığım şekilde açıklanıyor:
“… hizmet kusuru bulunduğu iddiasıyla tazminata hükmedilmesini istemekte ise de, bölgemizde 06/02/2023 günü meydana gelen deprem son yüzyılın en büyük felaketi olup büyük yıkım ve can kaybının yaşandığı bilindiği, meydana gelen zarar, mücbir sebep sayılması gerektiği açık olan ve bilimsel raporlarla da büyüklüğü ve yıkıcılığı vurgulanan deprem sonucu meydana gelmiş olup, kusurdan uzak, önceden bilinmeyen, karşı konulamayan, idarenin faaliyeti dışından gelen gerçek bir olay olan mücbir sebep, zararı idareye yüklenebilir olmaktan çıkaran, zararla idari faaliyet arasında nedensellik bağını ortadan kaldıran etkenlerin başında geldiği, bu duruma göre de olayın gelişimi ve zararın belirtilen niteliği karşısında idarelerin tazmin sorumluluğundan söz etmeye olanak bulunmadığı, dolayısıyla davalı idarelerin, davacının uğradığını iddia ettiği maddi ve manevi zararların tazmini ile sorumlu tutulabilmesine hukuken olanak bulunmadığı sonucuna varılmıştır.”
Sonuçta yurttaşın idare mahkemesine açtığı dava reddediliyor, dava masrafları ile karşı vekalet ücreti de yurttaşa yükleniyor. Sen misin devlete dava açan?!
Bu kararın değerlendirmesini sona bırakalım. Başka bir mahkeme evrakına bakalım.
Peki bu işe AFAD ne diyor? Daha doğrusu AFAD kendisi aleyhine açılan davalarda mahkemelere ne cevap veriyor? AFAD’ın Hatay 3. İdare Mahkemesinin 2024/1990 E. Sayılı dosyasına gönderdiği 10 sayfalık cevabın tipleştirilmiş bir metin olduğunu ve çok sayıda idare mahkemesine gönderildiğini öğrendim. AFAD cevabı 10 sayfa ancak üzerine kitap yazılmasını hak edecek bir metin. İdare Hukuku hocalarımıza buradan duyurmuş olayım ve AFAD dava cevabının içeriğine geçelim. İçeriğinde ise yazımızın konusu gereği yalnızca depremin büyüklüğü ve mücbir sebep tanımlarını alıntılayıp kalanları bir sonraki yazıya havale edelim. AFAD, elbette ve öncelikle işini ne kadar iyi yaptığını anlatıyor. Sonrasını aşağıda alıntılayalım:
“Tazminat hukuku ilkelerine göre Başkanlığımıza hasredilecek bir zarar bulunmamaktadır. İdare Hukuku ilkelerine ve Anayasa’nın 125 inci maddesine göre, idarenin tazmin sorumluluğunun doğabilmesi için;
- Doğmuş bir zararın varlığı,
- Bu zararın, hukuka aykırı ve idareye atfedilebilir bir işlemden veya eylemden doğmuş olması veya ortada zarar verici bir idari işlem veya eylem bulunması,
- Zararlı netice ile idari işlem veya eylem arasında uygun illiyet bağının mevcudiyeti, şartlarının birlikte tahakkuk etmesi gerekmektedir.
İdarenin işlemi veya fiili yüzünden meydana geldiği ileri sürülen zararın tazmini talebiyle açılan tam yargı davalarında, zarar ile idarenin eylemi ve işlemi arasındaki illiyet bağının, başka bir ifade ile sebep sonuç ilişkinin mevcut olup olmadığının tereddüde yer vermeyecek şekilde açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Başkanlığımız üzerine düşen görev ve sorumluluklarını yerine getirmekte olup Başkanlığımızın herhangi bir kusurlu yahut kusursuz sorumluluğundan bahsedilemez.
Zararın münhasıran deprem sebebiyle ortaya çıkması ve depremin yıkıcı etkisinin bu derece büyük olması durumu da göz önüne alındığında idarenin herhangi bir işlemi veya eylemi ile gerçekleşen zarar arasında illiyet bağı kurulması idare hukuku ilkeleri ile bağdaşmamaktadır.
Zira dünyada ender görülen ikili depremler listesine, 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş depremleri de tarihteki en yıkıcı ikili depremler olarak literatüre eklenmiştir.”
AFAD, bu ifadeler sonrasında depremin ne kadar büyük olduğuna yönelik kaynaklar da vererek açıklamalar yapıyor. AFAD da deprem çok büyüktü diyor. Mücbir sebep savunmasını doğrudan kullanmasa da teknik olarak mücbir sebep arkasına sığınıyor? AFAD bu savunmaları yapınca da idare mahkemeleri de deprem çok büyüktü, mücbir sebep var, idare sorumlu değil, tazminat yükümlülüğü yok diye kararlar veriyor.
Gelelim sorunlara ve değerlendirmelerimize.
İdare için mücbir sebep oluşturacak büyüklükteki depremler nasıl olur da müteahhitler, mühendisler, mimarlar için bırakın tazminatı ceza nedeni olabilir? Siz idare mahkemelerine sunduğunuz cevaplar ve mahkeme kararları ile ne yaptığınızın farkında mısınız?
Depremin (açığa çıkan enerjinin ölçüsü olarak) büyüklüğü ölçülebilen bir değer, ancak (etkisi, meydana getirdiği bölgesel hasar ve can kaybı olarak) şiddeti zemin koşullarına, faya mesafesine, fayın kırılma yönüne, vb. göre değişken. Nasıl olur da tüm dosyalara aynı savunmaları gönderir ve deprem her yerde aynı şiddete neden olmuş algısı oluşturuşunuz? Deprem hangi şiddette olursa olsun mücbir sebep mi kabul edilecek idare için?
Depremin büyüklüğü ölçülebilen bir değer dedik, ancak binaların tasarımında kullanılan azami yer ivmesi, azami yer hızı gibi değerler de değişken. Tasarımda kullanılan bu değerler yazıda AFAD sorumluluğunda hazırlandığı açıklanan Türkiye Deprem Tehlike Haritası ile belirleniyor. Halihazırda yargılamalarda en çok tartışılan konulardan biri depremin büyüklüğü ile birlikte binanın bulunduğu yerde oluşan azami yer ivmesi değerleri. Azami yer ivmesi ve depremle ilgili diğer teknik değerleri AFAD gözlem istasyonları ölçüyor. Yazıdan bir alıntı daha yapalım:
“06.02.2023 tarihinde Kahramanmaraş merkezli depremlerden en çok etkilenen illerden Adana’da 15, Osmaniye’de 5, Hatay’da 40, Kahramanmaraş’ta 30, Gaziantep’te 9, Kilis’te 2, Şanlıurfa’da 8, Adıyaman’da 13, Diyarbakır’da 9, Malatya’da 13 ve Elazığ’da 12 olmak üzere toplam 156 gözlem istasyonu bölgede yer almakta olup deprem aktiviteleri 7/24 esasına göre izlenerek kamuoyu ve bilim dünyası ile veriler paylaşılmaktadır.”
156 gözlem istasyonu olması çok iyi. Peki 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş Depremleri (https://deprem.afad.gov.tr/assets/pdf/Kahramanmara%C5%9F%20Depremi%20%20Raporu_02.06.2023.pdf) için hazırlayıp yayınladığınız raporda neden yalnızca 50 istasyonun değerleri var? Kalanların değerleri neden yok? Kalan istasyonlar okuma yapamadıysa nedenleri konusunda şeffaf bir bilgilendirme yapıldı mı, varsa sorumlularla ilgili idari bir işlem oldu mu?
Yargılamaların okuma yap(a)mamış istasyonlar nedeniyle sakatlandığının, mahkemelerde verilecek kararların etkileneceğinin farkında mıyız?
İdareye kusur yüklenebilmesi için idarenin eylemi ile kusur arasında illiyet bağı (neden-sonuç ilişkisi kurulması gerektiğini yazmışsınız ki kesinlikle doğru. Peki idari yargılamalarda dahi aranan neden-sonuç ilişkisini ceza yargılamalarında ısrarla vurgulamamıza, mahkemelerden ve bilirkişilerden talep etmemize rağmen, ceza mahkemeleri ısrarla illiyet bağlarını belirlemek için bir şey yapmıyor? Müteahhitler, mühendisler ve mimarlar günah keçisi ilan edildiler ve isnat edilen kusurlarla binalardaki hasar arasında bir neden-sonuç ilişkisine gerek duyulmadan ceza verilmek mi isteniyor?
Bir önceki yazımda ceza yargılamalarını arenalardaki kanlı oyunlara benzetirken haksız mıydım? (https://serbestiyet.com/featured/depremden-sonra-muteahhit-sayisi-neden-artar-171644/) Bu yargılamaların sistemi sorgulamaya ve düzeltmeye ne katkısı olacak?
En önemlisi aklınızdaki devlet tasavvuru neden böyledir? Kusursuz sorumlu olması gereken ve yurttaşın maddi ve manevi zararını dava yoluna da gerek olmadan karşılaması gereken sosyal devlettir. Zararı da her birimizin vergilerinden oluşan ortak bütçeden karşılar. Sonra kusuru olana rücu edebilir. Müteahhidin, mühendisin ve mimarın sırtına yüklenen sorumlulukla idare minder dışına çekilmez.
Sosyal devlet yurttaşını içinden çıkılmaz hukuk girdaplarının içine atmaz!