Levent Mazılıgüney

AFAD deprem hasarlarında belediyeleri suçladı

6 Şubat depremleriyle ilgili açılan bir davada AFAD’ın Hatay 3. İdare Mahkemesine yazdığı 10 sayfalık savunma üzerine kitap yazılmasını hak edecek bir metin. AFAD’ın savunma metnindeki belediyeleri üstü kapalı da olsa suçlayan bölümünü kabul etmekle birlikte AFAD’ın sorumsuzluğuna katılmam mümkün değil. Hepiniz oradaydınız beyler!

Devletin depremdeki can ve mal kayıplarında maddi ve manevi tazminat sorumluluğu yokmuş!

Şanlıurfa 2. İdare Mahkemesi’nin verdiği bir kararda idarenin depremdeki hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluk hallerini kısaca anlatılıyor ama sonra öyle bir cümle ile idare minderin dışına çekiveriliyor: “Ancak ortada tazmini gereken zararın bulunmaması, zararın zarar gören kişinin veya üçüncü kişinin eyleminden doğması, zararın mücbir sebeplerden kaynaklanması, idare hukukuna özgü tazmin nedenlerinin bulunmaması durumlarında idarenin tazmin yükümlülüğünden söz edilemez.”

Depremden sonra müteahhit sayısı neden artar?

Yapı Müteahhitliği Bilişim Sistemi” (YAMBİS) kayıtlarına göre 6 Şubat 2023 depremi öncesinde Türkiye’de 450 bin civarında müteahhit vardı. Vatandaş girişi kapatılan YAMBİS üzerinden en son 3 Haziran 2024 tarihinde yaptığım kontrolde Türkiye’de müteahhit sayısı 646.364’e çıkmıştı. 6 Şubat depremlerinden sonra müteahhit sayısındaki patlamayı kim nasıl izah edebilir? Birkaç bin müteahhit yargılanınca ve “bakın ne güzel hesap soruyoruz” algısı oluşunca sistem tüm çarpıklığıyla büyümüş!

“Burada da adalet arayan bir anne var, bana da selam verecek misiniz?”

CHP Genel Başkanı Özgür Özel Adalet Bakanlığı önünde “Adalet Nöbeti” tutan Emine Şenyaşar’ı ziyaret etti. Emine Şenyaşar’ın Adalet Bakanlığı önündeki nöbetinin 123. Günüydü.Fakat, sadece metreler ötesinde bir anne daha vardı. Sevinç Çakır. O da kursiyer teğmen iken darbe ile suçlanıp müebbet hapis cezası alan oğlu için adalet arayışındaydı ve engelli kızı Merve ile Adalet Bakanlığı önünde “Adalet Nöbeti” tutuyordu. Nöbetinin 63. günü idi. Ne Özgür Özel ne de basın Sevinç Çakır’ı görmedi. Özgür Özel alandan ayrılmak üzereyken Halk Tv canlı yayınında birkaç saniye duyulan sesi dışında: “Özgür Bey, burada da adalet arayan bir anne var, bana da selam verecek misiniz? Benim de sesimi duyar mısınız?”

Masumiyet karinesi ne idi?

Bir kişinin terör suçlusu olarak kabul edilebilmesi için “suç işlediği” ya da “bir örgütün mensubu olduğunun” sabit olması gerekir. Buna karar verecek yer de elbette tarafsız ve bağımsız mahkemelerdir. Oysa, terörden arananlar renkli listelerine eklenenlerin büyük çoğunluğu hakkında Türk mahkemeleri tarafından verilmiş ve kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı yok. Ne olacak şimdi?

Bir bina kaç depreme dayanır? 2020’deki Elâzığ Depremi’nde hasar gören binalar neden güçlendirilmedi?

6 Şubat Depremi’nden sadece 10 gün önce Malatya Valiliğince bir “Olur” alınmış ve ilgili birimlere bildirilmiş. 24 Ocak 2020 Elâzığ depreminden etkilenen Malatya’da orta hasarlı olarak belirlenen ve 1 yıl içinde yani 24 Ocak 2021’e kadar güçlendirilmesi gereken binaların güçlendirilme süreleri 1 yıl daha uzatılmış. Meğer 2021 ve 2022’de benzer şekilde uzatma için “Olur” alınmış. “Olur” alınınca olmuş mu sorusunun cevabını ise 6 Şubat depremlerinde hep birlikte gördük! Peki bu durumda kaç bina vardı?

Kahramanmaraş depremlerinin simgesi İMO binasını yıkmayı düşünmeyin!

6 Şubat depremlerinde Kahramanmaraş’ta bir bina, İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) Kahramanmaraş Temsilciliği binası, çevresindeki büyük yıkımın içinde ayakta kalarak değil, tek bir çatlak oluşmadan depremi atlatarak simgeleşmişti. Şimdi o simge bina yıkım tehlikesiyle karşı karşıya.

Meslekten çıkarılan yargı mensupları iade ediliyormuş? Öyle mi?!

Birkaç gündür “FETÖ’den ihraç 450 yargı mensubu göreve döndü” veya benzer başlıklarla haberler paylaşılıyor. Danıştay 5. Dairesi, ihraç edilen 5.000 yargı mensubundan 450’sine kabul kararı vermiş, oranı %9 yapıyor. Yani Danıştay 5. Dairesi, OHAL Komisyonu’ndan bile düşük oranda mesleğe kabul kararı vermiş. Üstelik 8 yıla yakın zaman diliminde Danıştay 5. Dairesi’nce toplam iade edilen yargı mensubu sayısı, sanki bir defada iade edilmiş gibi anlatılıyor. Danıştay Dairesi’nin kararı da kesin değil. Peki 5000 yargı mensubu neden ihraç edilmişti?

Deprem yargılamaları için uyarı: Dikkat bilirkişi çıkabilir

Dört bin dosyaya bakan üniversitemizin raporlarının hiçbirinde depremin büyüklüğüyle ilgili bir değerlendirme yok. Hocalarımıza ulaşan meslektaşlarım bu durumun nedenini sormuşlar ve “bize bu konuda soru yöneltilmedi, sorulsaydı görüşümüzü paylaşırdık” denilmiş. Deprem dosyalarına bakan bir savcımıza neden ivme başta olmak üzere deprem büyüklüğünün raporlarda yer almadığını sorduğumda “ivmeyi neden soralım ki” cevabını aldım. Basitçe şu şekilde açıklamaya çalıştım.1000 tonluk bir yapı düşünün. Yatayda gelen kuvvet için 0,4 g ile 1,0 g veya 2,0 g aynı etki midir? Binalar deprem yönetmeliğinin öngördüğü 0,4 g için tasarlanmışsa, mühendisin veya müteahhidin sorumluluğu nereye kadardır? 2 ayrı üniversitemizin inşaat mühendisliği hocalarından oluşan bilirkişiler deprem büyüklüğünün yönetmelikte öngörülenin üzerinde olması nedeniyle yıkımın ana nedeninin deprem büyüklüğü olduğunu belirttiler. Benim görüşüm, yıkıma etki edecek başkaca bariz bir kusur yoksa deprem büyüklüğünün yönetmelikte öngörülenden fazla olmasının nedensellik bağını ortadan kaldıracağı şeklindedir.

İstanbul’un deprem riski için “özel” uyarı

6 Şubat Kahramanmaraş depremlerinde hastanelerin önemi bir kez daha ortaya çıktı. Hastanelerle birlikte okullar da deprem gibi afetler sonrasında hem bir sığınaktır hem de eğitim mümkünse hiç durmamalı, şayet durduysa bir an evvel başlamalıdır. Toplumun afetlere karşı direnci ve etkilerin olabildiğince çabuk atlatılabilmesi için hastanelerin ve okulların kesintisiz faaliyeti son derece önemlidir. Doktora tezim kapsamında betonarme okul binalarını çalışmış bir inşaat mühendisi olarak endişeli olduğumu ve 6 Şubat Kahramanmaraş depremlerinde özellikle hastanelerin, hele ki özel hastanelerin iyi bir sınav vermediğini söyleyebilirim. İstanbul’da özel kurumlar açısından deprem güvenliğini, özellikle de tüm “özel kurumlar” içinde “özel hastaneler”, “özel okullar” ve “özel yurtlar” ne kadar güvenli sorusunu yüksek sesle sormalıyız

“Hans anladı Hasan anlamadı”

AİHM Büyük Dairesinde 17 ayrı ülkeden 17 yargıç önemli bir ihlal kararı verdi. 22 imzalı bir mektup AYM Başkanına gönderildi. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin Osman Kavala’nın haksız olarak hürriyetinden mahkûm edilmesi hakkında aldığı tüm ilgililer hakkında yaptırım uygulanmasına yönelik tavsiye kararını da not edelim. Neden hala AİHM kararı bireyseldi değildi diye tartışıyoruz? Rahmetli Erbakan Hoca sıklıkla “Hans anladı, Hasan anlamadı” diye sitem ederdi. Öncelikle AYM’den ve Yargıtay’dan, sonra tüm mahkemelerden anlaşılmayı bekliyoruz.

ByLock konusunda AYM ve AİHM’in görüş farkları-2: Neden zıt kararlar verdiler?

Yargılama pratiklerinden ByLock kullanım iddiasının mahkumiyet için yeterli görüldüğünü biliyoruz. Ancak AİHM çarpıcı bir tespitte bulunuyor. ByLock kullanım iddiası ulusal mahkemeler tarafından suçun unsurlarının yerine geçirilmiş. ByLock kullanım iddiası varsa manevi unsur olarak adlandırdığımız “doğrudan kast” olma şartı, yani örgütün amacını ve yöntemini bilme ve isteme şartı ceza hükmü vermek için hiç tartışılmamış. Hukuk Fakültelerimizin ceza hukuku kürsülerinin üzerinde çokça düşünmeleri gereken bir uygulama.

ByLock konusunda AYM ve AİHM arasında görüş farkları neler?

Anayasa Mahkemesi Ferhat Kara ve Adnan Şen başvurularında ByLock konusunda 2 ayrı kapsamlı karar verdi ve diğer tüm başvurularda bu kararlarından birine veya her ikisine atıf yaptı. AİHM de Yalçınkaya kararında AYM’nin her iki kararına atıf yapıyor, geniş bir şekilde irdeliyor. AYM’nin 2 kararını AİHM’in Yalçınkaya kararıyla ve paragraf numaralarını da vererek incelemek umarım ilgililere fayda sağlayacaktır.

AİHM’in Yalçınkaya Kararı ülkemiz için bir fırsattır

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) merakla beklenen Yalçınkaya kararını 26 Eylül günü açıkladı. AİHM Büyük Dairesi açıklandığı anda kesin nitelikli olan kararında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini (AİHS) 6. (adil yargılanma), 7. (kanunsuz ceza olmaz) ve 11. (toplanma özgürlüğü) maddelerinin ihlal edildiğine karar verdi. AİHM’in ihlal kararının en önemli tarafı ihlal bulgularına yol açan sorunların sistemik olduğunu belirterek ülkemizin genel önlemler alması gerektiğine karar vermesiydi.

Deprem yargılamaları yanlış başlıyor: Bilirkişi hâkim olamaz

Depremde yıkılan bir bina ile ilgili kusur nasıl belirlenecek? Tabii bilirkişiler devrede olacak. Fakat kusurun kimde olduğunu veya kusurlu olduğunu düşündüğü kişilerin kusur oranlarını, asli veya tali kusurlu olup olmadığını bilirkişi belirleyemez. Bilirkişiler bunu yaparsa hâkimin yerine geçmiş olurlar. Bilirkişilerin hakim yerine geçemeyeceği ve hakimin de bilirkişilerin belirlediği kusur ve/veya kusur oranları üzerinden karar veremeyeceğine yönelik çok sayıda Yargıtay kararı var. Maraş depremlerinden sonra ne mi oldu? Bilirkişiler sorumlu kişiler veya birimlerin asli mi tali mi kusurlu oldukları raporlarına yazdılar. Hakim bu raporlara dayanarak karar vermese de konunun uzmanı olmayan yargı mensubunun vicdani kanaati etkilenmeyecek mi?

O zaman ellerinden kim tutacaktı?

İstanbul Kağıthane’de uyuşturucu satıcılarına operasyon düzenlendi. Emniyet görevlilerimizden Hakan Telli şehit edildi. Ciğerimiz yandı. Cenaze töreninde şehidimizin iki kız evladının ellerini İçişleri Bakanımız Ali Yerlikaya ve İstanbul İl Emniyet Müdürümüz Zafer Aktaş tutuyorlardı. Sonra, şehit polisimizin 15 Temmuz sonrası kamu görevinden ihraç edildiği ve 697 sayılı KHK ile görevine iade edildiğine dair haberler ortaya çıktı. 697 sayılı OHAL KHK’sı Morbeyin tuzaklarının ortaya çıkması sonrasında mağdur olanların iade edildiği bir KHK idi. Daha fazla detaya girmeye gerek yok. Sn. Bakanımıza ve Sn. Emniyet Müdürümüze bir soru sormak istiyorum: Şehit polis memurumuz Hakan Telli mesleğinden uzak bırakıldığı süre içinde vefat etmiş olsaydı evlatlarının ellerinden kim tutacaktı?

Mustafa Said Amca ve diğer hasta mahpuslar nerede ölsünler?

86 yaşındaki Mustafa Said amcanın cezaevinde olması neyi koruyacak, neyi değiştirecek? Sadece öldüğü yeri etkileyecek ve son günlerinde insan onuruyla bağdaşmayacak bir sürece neden olmayacak mı? İnfazın geri bırakılması veya Cumhurbaşkanı affı, adı ne olursa olsun bir an önce Mustafa Said amcanın ve tüm ağır hasta mahpusların salıverilmeleri gerekmez mi? Salıverme işlemlerine yönelik bürokratik işlemler her ne ise, insan onuruna en uygun şekilde yapılmalı değil mi? Örneğin ağır hastaların bulundukları yere gidemez mi doktorlarımız, tahlilleri, tetkikleri bulundukları yerde yapılamaz mı? Ağır hastaları oradan oraya sürüklemek zorunda mıyız?

Devlet affederse Ayşe de affedecek mi?

18 yaşındaki Ayşe, İzmir’de Buca Kırklar cezaevinde tutuklu ve KHK’lı astsubay babasını ziyaretten dönmüş. Masasına bir mektup bırakmış ve Nergis istasyonunda canına kıymış. Ziyarette babasının “Genel af çıkar, herkesi çıkarırlar ama bizi çıkarmazlar” sözünden etkilenmiş olabileceğini söylüyor annesi. Aklımızla dalga geçercesine “af değil” denilse de bal gibi af olan “infaz düzenlemeleri” ile kimler affediliyor, kimler affedilmiyor? Ülkemizin cezaevleri sorunu neden bir türlü çözülemiyor? Noktasına virgülüne dokunmadan Adalet Bakanlığı verilerine bakarak resmi görmeye çalışalım ve üzerimize gelen çığı konuşalım mı?

Bir davadan iki cinayet çıktı

Nesimi Yalçınoğlu, Mersin Barosuna kayıtlı serbest avukat olarak çalışıyordu. 2017 yılında kimsenin aklına gelmeyecek bir şey yaşandı. Nesimi bir sabah gözaltına alındı sonra tutuklandı. İddia ByLock kullanımı idi. Masumiyet karinesinden ve etik değerlerden yoksun basın “Alevi - Bektaşi, Gezici avukat FETÖ cü çıktı” diye yazdı. Evet Nesimi, Alevi idi. Bilirkişi raporlarına rağmen 4,5 ay hapiste kaldı. Sonra tahliye edilip Mersin 9. Ağır Ceza Mahkemesinde tutuksuz yargılandı. Nihayet beraat etti. Sizce mağduriyet bitti mi? Nesimi’nin cezaevine girmesine dayanamayan annesi Ekim 2017’de vefat etti. Nesimi de doktorların Multiple Myelom Amiliodiz dedikleri hastalığa duçar oldu. Neredeyse tüm doktorlar yüz binde bir gibi çok nadir görülen, kısaca vücudun proteinleri reddetmesi şeklinde açıklanan hastalık aynı gerekçeyi dile getirdi: “Üzüntü”. Nesimi beraat etmiş de olsa yaşananların üzüntüsüne dayanamadı. 22 mayıs 2023’te vefat etti. Nesimi ve annesi doğal yollarla mı öldüler? Ölümleri yargı cinayetleri değil miydi?

Yargıda renk körlüğü ve Türkçe anlaşabilmek…

Yeşil herkese yeşildir, kırmızı da herkese kırmızıdır. Kırmızı ışıkta geçen herkes eşit şekilde cezalandırılır. Yeşil ışıkta geçenlere ise elbette yaptırım olmaz, olması düşünülemez. Akademisyen Günal Kurşun’un üniversiteden ihracına Today’s Zaman’da yazması delil gösterilmişti. Kurşun’la aynı sayfalarda yazan İbrahim Kalın ise şu an MİT Başkanı. Onun koltuğu devraldığı Hakan Fidan’ın 2009 Türkçe Olimpiyatları’ndaki bir görüntüsü ortaya çıktı. 2007’de de olimpiyatların tertip heyetinde yer almış. 2012 yılında devletin hatıra parası bastığı Türkçe Olimpiyatları’na 2013 yılında bağış yaptığı içinse bir işadamı ceza aldı. Türkçe Olimpiyatlarına katılan, bir şekilde görüntü veren herhangi bir kamu görevlisinin asgari olarak ihraç edildiğini söylemeye bile gerek yok. Peki sıradan vatandaşa, sıradan bir kamu görevlisine (yeşil görünümlü) kırmızı ışık olan faaliyetler, sıradan olmayanlar için neden yeşil?

Bakan Bey’in kardeşinin suçu ne?

Adalet Bakanı'nın kardeşi 'etkin pişman': 1454 ByLock kaydı tespit edilmiş” başlıklı bir haber yayınlandı. Habere 2016 yılı sonrası yargılanan “sıradan vatandaşlar” ve yakınlarından çok sayıda tepki geldi. Ben farklı bir noktada yaklaşıyorum: Bakan Bey’in kardeşinin suçu ne? Ortada ne bir suç var ne de dolayısıyla “etkin pişman” olunmasını gerektirecek bir durum. ByLock, WhatsApp, Tango, fark etmez, herhangi bir iletişim uygulaması içeriğinde suç unsuru var ve suça yönelik de bir eylem varsa suçlama yapılabilir. Zira ceza yargılaması eylemle, fiille ilgilenir. Cinayetten ceza verilebilmesi için ortada ceset bulunmasının şart olması gibi eylemsiz cezalandırma olmaz. Ceza yargılamasında gıyabi cenaze namazı yoktur. Bakan Bey’in kardeşi de on binlerce sıradan vatandaş da mağdur edildi, enerjilerini anlamsız adli süreçlere harcadılar. Bakan Bey’in kardeşi biraz daha şanslıydı.

0-6 yaş arası 396 çocuk bu bayrama hapishanede girdi

Adalet Bakanlığının son istatistiği 31 Mart 2023 tarihli ve resmi rakamlara göre cezaevlerimizde 12-18 yaş arasındaki çocuk sayısı 2076, yazıyla iki bin yetmişaltı. 2076 çocuğumuzdan 75’i kız çocukları iken kalan 2001’i erkek. 0-6 yaş arası çocuklar anneleri cezaevinde iseler anneleriyle birlikte kalabiliyorlar. Cezaevinde anneleriyle birlikte kalan 0-6 yaş arası çocuklarla ilgili 1 Mart 2023 tarihli son resmi rakam ise 396, yazıyla üçyüzdoksanaltı. Ne acı değil mi? Hangi çocuğun ne ile suçlandığıyla hiç mi hiç ilgilenmiyorum. Hele ki anneleriyle beraber cezaevinde kalmak zorunda kalan küçücük çocukları düşünmek kalbimi kanatıyor. Çocukların bayramda cezaevinde olacağını, tavanı tel örgüyle kaplı daracık avludan başlarını yukarı kaldırdıklarında görebildikleri dışında dünyayla temasları olmadığını düşününce hafakanlar basıyor.

Adalet Bakanlığı ile AYM arasında “arabulucu” mu gerekli?

16 Haziran 2023 tarihli Resmi Gazete’de Anayasa Mahkemesi’nin Şükran Dağ Cabir başvurusu (Başvuru Numarası: 2019/19839) kararı yayınlandı. AYM kararı için geç olsun da güç olmasın demek isterdim ama hem geç oldu hem de çok sayıda mağduriyete neden olduğu için güç oldu. Yine de hukuka adım adım yaklaşıldığını görmek umut oldu.

Demokrasi için beş yıl daha bekleyecek miyiz?

2023 seçimlerini geride bıraktık. Adil olmasa da sorunsuz bir seçim oldu. Sonuçlar demokrasimiz için hayırlı olsun ama bunun için beş yıl daha beklememeliyiz. Çünkü demokrasi için sandık çok önemli olmakla birlikte demokrasi sadece sandıktan ibaret değil. 2022 Dünya Demokrasi Endeksi’ne göre ilk sıradaki Norveç’in puanı 10 üzerinden 9,81, son sıradaki Afganistan’ın puanı 0,32. Türkiye’nin puanı ise 4,35. Dünyadaki demokrasi sıramız 103. Kusurlu demokrasinin, melez rejimin sonunda otoriter rejimin ucundayız. Türkiye en yüksek puanı 2012’de almış, 5,76 ile. Peki son 10 yılda demokrasimize ne oldu?

Depremin yıkamadığı ayrımcılık

Depremden sonra insanlarla birlikte kurumlar da yaraları sarmak için seferber oldular. Depremzedeler yakın illerdeki öğrenci yurtlarına yerleştirildiler ilk olarak. Fakat Niğde’den bir haber geldi. Depremzede bir karı koca, depremzede olmalarına rağmen KHK’lı oldukları gerekçesiyle yurda kabul edilmemişlerdi. Sonra yine depremzedeler için avantajlı kredi imkânları sağlandı. Bu defa Adana’dan bir haber geldi. Depremzede bir kadın öğretmene eşi KHK’lı olduğu için kredi verilmemişti.

Anayasa Mahkemesinin OHAL Kanunu iptalleri

AYM’nin etkili bir yol olup olmadığı her geçen gün daha fazla tartışılır hale geldi. AYM siyasi konjonktürü koklayarak incelemelerinin zamanlamasını belirleyen ve kararlarını da konjonktüre göre veren bir mahkeme olmamalı. Verdiği kararlar da sadra şifa olabilmeli.

AİHM kararlarında Devletin yaşam hakkını koruma yükümlülüğü

AİHM’in, davalı Devletin kişileri ekolojik veya endüstriyel felaketlerden koruma yükümlülüğünü yerine getirmediği sonucuna vardığı bazı örnek kararlarını hatırlamak, özellikle 6 Şubat depremleri sonrasındaki tartışmalara ışık tutması açısından önem arz ediyor.

AİHM diyor ki, 99 Depreminde sadece Veli Göçer değil Devlet de sorumlu!

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 1999 Depremi için hükmü: AİHM diyor ki, devlet olarak binaların yapıldığı bölgenin deprem riskinin yüksek olduğunu biliyordun. Yaşam hakkını koruman gerekirdi, pozitif yükümlülüğün vardı. İnsanları risklere karşı korumalıydın. Yapmamışsın diyor AİHM. 75 sayfalık kararında; neden yapılmadığını uzun uzun anlatarak ve içtihatlarını hatırlatarak, yapmamışsın diye haykırıyor adeta.

Başımıza çöp mü yağsın taş mı?

6 Şubat depreminden önceki günlerde Sinan Ateş için adalet istiyor ve asıl sorumluların da yargılanmasını talep ediyorduk. Şenyaşar ailesinin annesi Emine Şenyaşar adliye önünde adalet nöbeti tutuyordu. Emine Şenyaşar’ın adliye önündeki adalet nöbeti ve feryadı ile 6 Şubat depremi sonrasında enkaz başında yakınlarını bekleyenlerin nöbetleri ve feryatları arasında hiçbir fark göremiyorum. En temel hakkımız olan yaşam hakkı tanınmayınca, başımıza alevler içindeki çöpler yağarak mı, taş yağarak mı ölmeyi dahi tercih edemediğimizin farkında mıyız? Velhasıl, hukuku enkaz altından çıkarmadan her afette enkaz altında kalmamak mümkün olacak mı?

AİHM Büyük Daire Duruşmasında ByLock Tartışması: Borcunuz mu var Hakime hanım?

18 Ocak 2022 Çarşamba günü AİHM Büyük Dairede Yalçınkaya/Türkiye başvurusunun paneli yani halk diliyle duruşması yapıldı. Yüksel Yalçınkaya Kayseri’de bir öğretmendi. Terör örgütü üyeliği suçlamasıyla 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmıştı. Ceza ByLock kullanımı iddiasından verildi. AİHM’deki Türk yargıç Saadet Yüksel son derece donanımlı bir hukukçu ve Büyük Daire duruşmasında heyette idi. Başvurucu tarafına bir soru yöneltti: “Başvurucunun 6 farklı tarihte 308 defa sunucuya bağlandığını gösteren HTS CGNAT kayıtları hakkındaki bilirkişi raporları. Başvurucu bu mahkemenin tüm bu bulguları bir kenara bırakmasını mı istiyor?” Büyük Daire panelini izlediğimden bu yana, hala nasıl olur da 308 satırdan ibaret olan CGNAT kayıtları ByLock sunucusuna 308 bağlantı olarak anlaşılabilir diye düşünüyor ve mantıklı bir cevap bulamıyorum.