Türkiye yakın tarihte, mağdurlarında çok ağır tahribatlara yol açan bir ayrımcılık tecrübesinden geçti. İnançlarından ötürü başlarını örten kadınlar, bir nevi vebalı muamelesine tâbi tutuldu. Çağdaşlığa uymadığı, laikliğe aykırı düştüğü, siyasi bir simge olduğu, özel alanda her neyse de kamusal alanda varlığına müsaade edilemeyeceği, vb. son derece çürük argümanlarla, kadınların hayatları karartıldı. Sırf başlarını örtükleri için kadınlar, eğitim hakkı, çalışma hakkı, din ve vicdan özgürlüğü gibi en temel haklarından mahrum edildiler. Kimi evinden-yurdundan, kimi işinden oldu; kimi sağlığını, kimi ailesini kaybetti; kimi eğitimini kimi de hayatını idame ettirmek için gurbeti mesken tuttu.
O vakit yasağın savunucuları, devletin sopasını başörtülülerin kafasından eksik etmemek için ellerinden geleni ardına koymuyorlardı. Olmaması gerektiğini düşündükleri bir yerde başörtülüleri gördüklerinde, ihbar etmekte veya haklarında şikâyette bulunmakta bir beis de görmüyorlardı. Devlet yanlarında duruyordu nasıl olsa; onun devasa kudretini arkasına alarak kendileri gibi olmayan, düşünceleri ve hayat tarzları farklılaşan insanların hayatlarını tarumar etme hakkını kendilerinde buluyorlardı. Burası onlarındı; başörtülüler çok meraklıysalar Arabistan’a gitsinlerdi!
Başörtülüler bu katmerli baskıya karşı, muazzam bir sivil direniş sergilediler. Elbette büyük bedeller ödediler, ancak inançlarından ve düşüncelerinden taviz vermediler. Mücadelelerini geniş platformlara taşıdılar, yasağa karşı duran farklı kesimlerle dayanışma içine girdiler ve karar alıcıları seslerine kulak kabartmaya mecbur bıraktılar. Siyaset bu açık haksızlığa gözlerini daha fazla kapatamaz hale geldi ve zaman içerisinde başörtülülere hayatı zindan eden yasaklara peyderpey son verildi.
“Başını aç, beynine oksijen gitsin”
Bugün artık başörtülülerin eğitimlerinin ve çalışmalarının önünde hukuki bir engel bulunmuyor. Başörtülüler -olması gerektiği gibi- sosyal yaşamın her sahasında varlar. Elbette bütün sorunlara çare bulunduğu söylenemez. Lakin bu meseledeki tablo, eskisiyle kıyaslanmayacak ölçüde, müspet. Öyle ki, bir zamanlar başörtüsü karşıtlığının bayraktarlığını yapan CHP dahi, yasakçılığın ne denli yanlış bir yol olduğunu kabul etti ve o dönem mağdur ettikleri ile helalleşme çabasına girdi.
Mamafih ortalık tamamen de süt liman değil, toplumsal münasebetlerde gerginliklerin su yüzüne çıktığı da oluyor. Bazı kesimlerde başörtüsüne yönelik menfi tutum sürüyor ve bazen ikili ilişkilerde bu tutum kendini dışa vuruyor. Son günlerde gündeme gelen, Beşiktaş’ta başörtülü bir muhabirin sokak röportajı yaptığı esnada bir kadınla yaşadığı olay da, bu türden.
Olayı biliyorsunuz: Kadın, izni olmadan çekim yapıldığı için muhabire tepki gösteriyor. Muhabir karşılık verince tartışma büyüyor ve iddiaya göre kadın, muhabire “Başını aç önce, biraz hava alsın, beynine oksijen gitsin” diyor. Muhabirin şikâyeti üzerine kadın gözaltına alınıyor, ifadesi alındıktan sonra mahkemeye sevk ediliyor.
Kadının muhabire yönelik sözleri rahatsızlık verici, meselesinin bu tarafında sorun var elbet. Fakat diğer tarafı pirüpak mı? Kadının gözaltına alınmasında, mahkemeye sevk edilmesinde insana batan bir yön yok mu? O densiz sözlere muhatap olan muhabirin, okkalı bir cevapla yetinmemesi tuhaf değil mi? Aralarındaki hadiseyi karakola taşımadan da, karşısındakinin haksızlığını yüzüne vuramaz ve kendi hakkını savunamaz mı? En küçük bir tartışmaya polisi, savcıyı, hâkimi karıştırmanın âlemi nedir?
Zannımca mesele, salt bu muhabire ve bu olaya indirgenemez; esaslı bir zihniyet problemi var burada. O da, özetle, şu: Türkiye’de hemen her kesimin temel gayesi devleti ele geçirmek ve ele geçirdiği devleti, karşıtı olarak damgaladığı kesimlerin üstüne sürmek. Maalesef, kimse bundan imtina etmiyor ve daha fenası bunda herhangi bir ahlaki zafiyet de görmüyor.
İktidar iksirini fazla kaçırmak
Başörtüsü bağlamında yaşanan da biraz bu. Köprünün altından çok sular aktı bu konuda; devlet, dün başörtülülerin karşısındaydı, bugün ise onların yanında. Dün başörtülülere karşı harekete geçirilen devlet, bugün ise iktidar iksirini fazla kaçırmış bazı başörtülüler tarafından başkalarına karşı harekete geçiriliyor. Böylece sivilliğin sembolü olan başörtüsünün üzerine devletin gölgesi düşüyor.
Başörtülülerin bir kısmında, bir zamanlar başörtüsü karşıtlarında olduğu gibi, devletin artık kendi devletleri olduğuna dair büyük bir özgüven var. Dolayısıyla en küçük bir tartışmaya bile hemen devleti müdahil kılıyorlar, zira neticenin kendi lehlerine olacağını düşünüyorlar. Kötü bir söze ya da davranışa maruz kaldıklarında, bunu ahlaki bir kınamayla veyahut dozunda bir yanıtla karşılamakla iktifa etmiyorlar. Anında devletin arkasına sığınıyor ve ondan karşısındakini pataklamasını talep ediyorlar.
Hülasa “nöbetleşe zorbalık” burada da hükmünü icra ediyor. Zayıfken müşteki olduğu ne varsa gücü eline geçirdiğinde aynıyla tatbik edenlerin olduğu bir yerde ise, doğal olarak, aranan huzura bir türlü ulaşılamıyor.