Suriye’deki Esad rejiminin ani çöküşü, modern iç savaşların ve otoriter rejimlerin dinamiklerini anlamak açısından son derece öğretici bir örnek olarak yıllar boyunca bilim adamlarını meşgul edecek. 2011 yılında başlayan Suriye İç Savaşı, Arap Baharı’nın etkisiyle ortaya çıkan kitlesel ayaklanmaların bir uzantısıydı. Ancak, Tunus veya Mısır gibi ülkelerden farklı olarak Suriye’deki protestolar hızla kimlik merkezli çatışmalara, dış müdahalelere ve uzun süreli bir iç savaşa dönüştü. Esad rejimi, yıllarca dış destek sayesinde ayakta kalmayı başardı; özellikle Rusya ve İran’ın sağladığı askeri ve ekonomik yardımlar, rejimin devamlılığında kritik bir rol oynadı.
Bununla birlikte, 2024 yılına gelindiğinde rejimin çöküşü şaşırtıcı bir hızla gerçekleşti. Şam, 10 günden kısa bir sürede düştü ve Esad rejimi, daha önce 13 yıl boyunca süren iç savaştan sağ çıkmayı başaran bir rejimin nasıl bu kadar hızlı dağıldığına dair soruları beraberinde bıraktı. Bu çöküş, yalnızca askeri yenilgilerin veya dış desteklerin kesilmesinin bir sonucu değil; aynı zamanda, oyunun kurallarını belirleyen temel dinamiklerin bir araya geldiği karmaşık bir sürecin ürünü.
Bu yazıda, Esad rejiminin çöküşünü anlamak için üç kritik mekanizmaya odaklanacağım: güvenilir taahhüt sorunları (credible commitment problem), “devrimci kervan (bandwagon)” etkileri ve bireysel kararların toplumsal dönüşümlere nasıl evrildiğini açıklayan zincirleme teşvikler (cascading incentives). Bu mekanizmalar yalnızca Suriye’nin yaşadığı süreci açıklamakla kalmaz, aynı zamanda iç savaşların neden bu kadar uzun sürdüğünü ve rejimlerin görünüşteki istikrarının altında yatan kırılganlıkları da gözler önüne serer. Bu yazıyla, Suriye örneğine, stratejik modeller ve teorilerin sunduğu imkanlarla yakından bakıp, çöküşün ardındaki dinamikleri anlamamıza katkı yapmayı umut ediyorum.
1.Güvenilir Taahhüt Sorunu: İç Savaşların Çözümü Neden Zor?
İç savaşlar, tarafların kendi varlıklarını ve çıkarlarını garanti altına alacak bir anlaşma yapamamaları nedeniyle genellikle uzar. Bu durumun temelinde, siyasi bilim literatüründe güvenilir taahhüt sorunu olarak adlandırılan yapısal bir problem yatar. Bu sorun, iç savaşların neden devletler arası savaşlardan farklı olarak nadiren müzakere edilmiş bir barışla sonlandığını ve genellikle taraflardan birinin mutlak yenilgisiyle bittiğini açıklar.
Güvenilir Taahhüt Sorununun Doğası
Barbara Walter’ın iç savaşlar üzerine yaptığı çalışmalar[1], bu sorunun temelinde bir asimetri olduğunu ortaya koyuyor. İç savaşlarda barış sağlanabilmesi için isyancılar genellikle silah bırakmak zorundadır, çünkü devletin tekrar işlevsel bir şekilde yönetilmesi için silahlı grupların varlığı sürdürülemez. Ancak bu asimetrik durum, barış anlaşmalarını istikrarsız hale getirir. Çünkü silahsızlanan taraf, devletin kendisine karşı verdiği sözleri tutmama riskine karşı savunmasız kalır.
Örneğin, bir hükümet savaşı sonlandırmak için isyancılara af teklif edebilir ve onları siyasi sisteme entegre etme sözü verebilir. Ancak, silahsızlanma tamamlandıktan sonra hükümetin bu vaatlerden vazgeçmesi mümkündür. Daha da önemlisi, hükümetin bu anlaşmayı ihlal etmesi durumunda, isyancılar silahlarını kaybettikleri için hiçbir şekilde kendilerini savunamaz hale gelirler. Aynı şekilde, eğer isyancılar avantaj kazanırsa, bu kez hükümet tarafı benzer bir korku yaşar. Dolayısıyla, iki taraf da diğerine güvenemez ve savaş, taraflardan birinin tamamen yenilgisine kadar devam eder.
Suriye İç Savaşı ve Güvenilir Taahhüt Sorunu
Suriye İç Savaşı, güvenilir taahhüt sorununun barış çabalarını nasıl baltaladığını çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Esad rejimi ve muhalif gruplar arasında birçok kez müzakere girişiminde bulunulmasına rağmen, hiçbir taraf uzun vadeli bir barış anlaşmasına yanaşmadu. Bu durumun arkasında bir dizi neden var:
- Asimetrik Güç Dinamikleri: Esad rejimi, Rusya ve İran gibi güçlü dış aktörlerin desteğiyle askeri avantajını korumuştur. Bu durum, rejimin muhaliflerle eşit şartlarda müzakere yapmasını engellemiş, çünkü Esad tarafı her zaman savaşı kazanabileceğini varsaymıştır.
- Silahsızlanma Sorunu: Muhalif gruplar, silahlarını bırakmaları durumunda Esad rejiminin af ve siyasi entegrasyon vaatlerini yerine getirmeyeceğini biliyorlardı. Esad rejiminin uzun yıllar boyunca muhaliflere karşı uyguladığı baskı ve insan hakları ihlalleri, bu güvensizliği daha da derinleştirmiştir.
- Dış Aktörlerin Rolü: Suriye’deki savaşın dinamikleri yalnızca iç faktörlerle değil, aynı zamanda dış aktörlerin müdahalesiyle şekillendi. Rusya, İran ve Hizbullah’ın Esad rejimini desteklemesi, savaşın askeri bir sonuca ulaşmasını engellemiş ve tarafların müzakere yerine savaşı sürdürmesine neden olmuştu. Ancak dış desteğin azalması, rejimin içindeki çatlakları hızla ortaya çıkardı. Bu durum 1980’lerde Sovyetler Birliği’nin Afganistan’daki müdahalesinin ilk başta hükümetin direncini artırmasına karşın, çekilmelerinin ardından rejimin hızla çökmesiyle benzerlik göstermekte.
Üçüncü Taraf Garantörlerin Eksikliği
Güvenilir taahhüt sorununun üstesinden gelmenin en etkili yollarından biri, üçüncü bir tarafın anlaşmayı denetleyici ve uygulayıcı rol üstlenmesidir. Örneğin, Birleşmiş Milletler veya güçlü bir devlet, taraflar arasında barışı sağlamak için bir garantör olarak hareket edebilir. Ancak bu durumun başarıyla işlemesi için bu üçüncü tarafın aşağıdaki özelliklere sahip olması gerekir:
- Askeri Güç: Anlaşmayı ihlal eden tarafı cezalandırabilecek kadar güçlü olmalı.
- Siyasi İrade: Bölgeye müdahale etmek için yeterli siyasi motivasyona sahip olmalı.
- Tarafsızlık: Hiçbir tarafı kayırmadan dengeyi koruyabilmeli.
Suriye’de bu tür bir garantör yoktu. Rusya, Esad rejimini desteklerken Batı ülkeleri muhalif grupları destekliyordu. Bu kutuplaşma, müzakereleri daha da karmaşık hale getirdi. Ayrıca, Rusya’nın Esad’ı uzun süre desteklemesi, rejimin müzakere yerine savaşı sürdürme motivasyonunu artırdı. Ancak, Rusya’nın Ukrayna’daki çatışmaya odaklanmasıyla birlikte bu destek azaldı ve rejim bir anda yalnız kaldı.
Güven Sorunu ve Çöküş
Rusya’nın ve Hizbullah’ın çekilmesi, Esad rejimi için güvenilir taahhüt mekanizmasını tamamen ortadan kaldırdı. Artık ne rejim ne de muhalifler barışın sürdürülebilir olduğuna inanıyordu. Daha da önemlisi, rejim içindeki askerler ve siyasi figürler, Esad’ın gücünü koruyamayacağını anladılar. Bu da rejim içinde çözülmelere ve firarların artmasına yol açtı.
Sonuç olarak, güvenilir taahhüt sorunu Suriye İç Savaşı’nın uzun süre devam etmesinin ve sonunda Esad rejiminin hızlı bir şekilde çökmesinin temel nedenlerinden biri olmuştur. Taraflar arasındaki yapısal güvensizlik, müzakere yerine savaşın tercih edilmesine yol açmış ve dış desteğin azalmasıyla rejim tamamen dağıldı. Bu durum, iç savaşların doğasında var olan çözülmesi zor bir problemi bir kez daha gözler önüne serdi.
2. Devrimci “Kervanlar”, Sinyaller ve Rejimin Çöküş Mekanizmaları
Esad rejiminin hızlı çöküşünü anlamak için, bireysel eylemlerin toplumsal bir harekete nasıl dönüştüğünü ve bunun rejim üzerinde nasıl bir baskı yarattığını da incelemek gerekir. Bu süreçte, devrimci kervan etkisi, sinyal dinamikleri, kolektif eylem sorunlarının çözümü ve dış şokların katalizör rolü bir araya gelerek rejimin çöküşünü hızlandırmıştır.
Görünürdeki İstikrar: Tercih Çarpıtması ve Korkunun Hükmü
Uzun süreli otoriter rejimlerin yüzeyde istikrarlı görünmesinin ardında, bireylerin gerçekte rejime karşı duydukları hoşnutsuzluğu gizlemesi yatar. Bu durumu, Timur Kuran’ın “tercih çarpıtması” (preference falsification) kavramıyla açıklayabiliriz[2]. İnsanlar, rejime açıkça karşı çıkmanın getirdiği risklerden kaçınmak için sessiz kalır veya rejime destek veriyormuş gibi davranır. Ancak bu durum, rejimin halk arasında geniş bir desteğe sahip olduğu yanılsamasını yaratır.
Suriye’de de bu durum görüldü. Esad rejiminin baskı mekanizmaları, halkın ve özellikle askerlerin rejime karşı duyduğu hoşnutsuzluğu gizlemesine neden oldu. Rejime bağlılık göstermemek, ciddi cezalar, toplumsal dışlanma veya ölüm riski doğuruyordu. Bu durum, rejimin askeri ve siyasi gücünün gerçekte olduğundan daha sağlam görünmesini sağladı. Ancak bu yalnızca yüzeyde bir istikrardı; gerçek hoşnutsuzluk derinlerde büyümeye devam etti.
Kervan Etkisi: İlk Adımlar ve Zincirleme Teşvikler
Devrimci kervan, bireylerin rejime karşı harekete geçme kararlarının diğer bireylerin eylemlerine bağlı olduğu bir süreçtir. Kuran’a göre, her bireyin muhalefete katılma kararını belirleyen bir “harekete geçme eşiği” vardır[3]. Bu eşik, bireyin rejime karşı duyduğu memnuniyetsizlik ile rejime karşı çıkmanın getirdiği riskler arasındaki dengeye dayanır. İlk başta, yalnızca düşük eşiğe sahip bireyler, yani cesur ya da kaybedecek daha az şeyi olan kişiler, rejime karşı harekete geçer. Ancak bu bireylerin eylemleri, diğerleri için iki önemli mesaj gönderir:
- Risk Azaldı Mesajı: İlk muhaliflerin cezalandırılmaması, rejimin artık bireyleri kontrol etme kapasitesinin zayıfladığını gösterir.
- Muhalefet Güçleniyor Mesajı: Muhalefete her yeni katılım, muhalefetin başarı şansını artırır ve daha fazla insanı cesaretlendirir.
Doğu Avrupa’daki sosyalist rejimlerin 1989’da zincirleme şekilde çökmesi, kervan etkisinin çarpıcı bir örneğidir. Örneğin, Polonya’da başlayan grevler ve protestolar, Çekoslovakya ve Romanya gibi komşu ülkelere hızla yayıldı. Her yeni devrim, diğer ülkelerdeki muhalefeti cesaretlendirdi ve korkunun yön değiştirmesine neden oldu. Suriye’de bu kervan etkisi, rejime bağlı kilit askerlerin ve siyasi figürlerin “firar etmesiyle” başladı. İlk firarlar, rejimin zayıflığına dair birer sinyal olarak algılandı. Bu sinyaller, diğer bireylerin harekete geçme eşiğini düşürdü ve rejime olan bağlılıklarını sorgulamalarına yol açtı. Her yeni firar, diğer bireylerin korkusunu azaltarak ve muhalefeti daha güçlü göstererek zincirleme bir etki yarattı.
Sinyaller ve Korkunun Yön Değiştirmesi
Oyun teorisi, çatışmalarda sinyallerin nasıl kritik bir rol oynadığını vurgular. Rejimin güçlü ya da zayıf olduğuna dair algılar, bireylerin kararlarını doğrudan etkiler. James Fearon’un sinyal teorisi, çatışmalarda sinyallerin tarafların stratejilerini nasıl şekillendirdiğini açıklar[4]. Suriye’de iki büyük sinyal, Esad rejiminin çözülmesini hızlandırdı:
- Rusya’nın Çekilmesi: Rusya’nın Suriye’deki askeri müdahalelerini azaltması, rejimin en önemli dış desteklerinden birini kaybettiği anlamına geliyordu. Bu, hem Esad’ın müttefikleri hem de muhalefet için rejimin artık zayıf olduğu sinyalini gönderdi.
- Hizbullah’ın Etkisiz Hale Getirilmesi: İsrail’in Hizbullah’ı etkisiz hale getirmesi, rejimin önemli bir askeri müttefikini kaybetmesine yol açtı. Bu da Esad rejiminin izolasyonunu derinleştirdi ve iç destekçilerinin güvenini sarstı.
Bu sinyaller, yalnızca dış dünyaya değil, rejimin içindeki aktörlere de yönelikti. Rejimin kontrolü kaybettiğini gören askerler ve bürokratlar, sadık kalmanın risklerini değerlendirdi ve çoğu taraf değiştirerek muhalefete katılmayı tercih etti. Kuran’ın “korkunun yön değiştirmesi” dediği bu durum, Esad rejimini içeriden çökertti. Artık insanlar rejime karşı çıkmaktan korkmak yerine, rejimi desteklemeye devam etmekten korkar hale geldiler.
Kolektif Eylem Sorununun Çözülmesi ve Moral Çöküşü
Devrimci kervan etkisi, yalnızca bireysel eylemlerin bir araya gelmesiyle değil, aynı zamanda kolektif eylem sorunlarının çözülmesiyle de hız kazanır. Mancur Olson’ın kamusal mallar teorisine göre, rejim karşıtı eylemler bir kamu malıdır[5]: bir kez başarıldığında herkes bu eylemin faydalarından yararlanır. Ancak, bireyler genellikle rejime karşı harekete geçmenin getirdiği bireysel risklerden kaçınarak bedavacı olmayı tercih eder.
Suriye’de bu sorun, askeri firarlar ve muhalefetin görünürlüğünün artmasıyla çözülmeye başladı. İlk başta, askerler ve sivil bireyler rejime karşı harekete geçmenin maliyetlerinin yüksek olduğunu düşünüyordu. Ancak rejimin zayıflığına dair sinyaller yayıldıkça, rejime karşı çıkmanın maliyeti azaldı. Bu durum, kolektif eylemin hızlanmasına ve rejimin çözülemeyecek bir noktaya gelmesine neden oldu.
Dış şoklar da devrimci kervan etkisini hızlandıran katalizör görevi görebilirler. Suriye örneğinde, Rusya’nın Ukrayna’ya odaklanması ve Hizbullah’ın etkisiz hale getirilmesi, rejimin dış desteğini zayıflattı ve askeri stratejisini sürdürülemez hale getirdi. Bu şoklar, Esad’ın askeri ve siyasi ittifaklarını hızla çökertti ve rejimin içindeki kırılganlıkları görünür hale getirdi. Artık ne rejim ne de müttefikleri, uzun vadeli bir başarı planı oluşturabiliyordu.
Özetle, devrimci kervan etkisi, bireylerin korkularını azaltarak ve harekete geçme eşiklerini düşürerek Esad rejiminin çöküşünde kritik bir rol oynadı. Sinyallerin yayılması, korkunun yön değiştirmesi ve kolektif eylem sorunlarının çözülmesi, rejimin içten dışa çökmesine neden oldu. Dış şoklar ise bu süreci hızlandırarak yapısal zayıflıkları görünür hale getirdi. Esad rejiminin çöküşü, yalnızca askeri kayıpların değil, bireysel eylemlerin toplumsal dönüşüm üzerindeki etkisinin çarpıcı bir örneği olarak değerlendirilmeli.
Sonuç
Esad rejiminin hızlı çöküşü, bir dikta rejiminin sona ermesinden daha fazlasını ifade ediyor; aynı zamanda Suriye’nin geleceğini şekillendirecek yeni bir politik ve toplumsal düzenin kapılarını aralıyor. Bu çöküşü anlamak için kullanılan teorik çerçeveler ve ampirik gözlemler, aynı zamanda bundan sonra neler olabileceğine dair önemli ipuçları sunuyor.
Suriye’deki gruplar arasındaki derin güven eksikliği, çatışma sonrası düzenin kurulmasında en büyük engellerden biri olmaya devam edecektir. Güvenilir taahhüt sorunu, geçmişte Lübnan İç Savaşı’ndan (1975-1990) Kolombiya’daki FARC barış sürecine kadar birçok örnekte çatışma sonrası süreçlerin kırılganlığını artırmıştır. Suriye’de benzer bir şekilde, farklı grupların bir arada yaşayabileceği bir düzenin oluşturulması için dış garantörlerin güçlü bir şekilde müdahil olması gerekebilir. Ancak, geçmiş örnekler, bu tür garantörlerin tarafsız ve kararlı olmadıkları durumlarda süreçlerin başarısızlığa uğrayabileceğini göstermektedir.
Esad rejiminin çöküşü sırasında ortaya çıkan devrimci kervan etkisi, rejim sonrası siyasi düzenin kurulmasında hem bir fırsat hem de bir tehdit oluşturabilir. 1989 Doğu Avrupa devrimlerinde olduğu gibi, Suriye’de de rejimin hızlı çöküşü, muhalif gruplar arasında geçici bir birlik sağlayabilir. Ancak, Afganistan’da Sovyet işgalinin sona ermesinin ardından görüldüğü gibi, bu tür birlikler kısa sürede yeni çatışmalara dönüşebilir. Özellikle, birbirinden farklı ideolojik ve etnik yapıya sahip gruplar arasındaki gerilimler, Suriye’nin gelecekte parçalanma riskini artırabilir.
Suriye’deki çatışmaların başlangıcından itibaren dış aktörler belirleyici bir rol oynadı. Rusya, İran, Türkiye ve Batılı ülkeler arasındaki çıkar çatışmaları, Suriye’nin yeniden inşası sürecinde bir başka istikrarsızlık kaynağı olacaktır. Dış müdahalelerin uzun vadeli etkilerini anlamak için Yugoslavya’nın dağılma süreci ve ardından Bosna-Hersek’teki dış müdahaleler örnek alınabilir. Dayton Anlaşması ile Bosna’da sağlanan geçici barış, uluslararası garantörlerin aktif katılımına rağmen kalıcı bir siyasi düzen oluşturamadı. Benzer bir senaryoda, Suriye’de dış aktörlerin çıkarlarının çatışması, sürdürülebilir bir barış anlaşmasının önünde engel teşkil edebilir.
Uzun süren iç savaşlar, toplumlar arasında derin yaralar bırakır. Ruanda Soykırımı sonrası uygulanan Gacaca Mahkemeleri veya Güney Afrika’daki Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu gibi örnekler, Suriye’nin barış sürecinde kullanılabilecek alternatif modeller sunabilir. Ancak, bu tür mekanizmaların başarıya ulaşabilmesi için tarafsız bir yargı sistemi ve geniş halk desteği gereklidir. Aksi takdirde, Irak’ta Saddam rejiminin devrilmesinin ardından görüldüğü gibi, yeni liderlik çatışmaları ve toplumsal ayrışmalar daha derin krizlere yol açabilir.
Suriye’nin geleceği, yalnızca iç dinamiklerle değil, aynı zamanda bölgesel ve küresel güç dengeleriyle de şekillenecektir. Geçmişte Lübnan ve Afganistan gibi çatışma bölgelerinde görüldüğü üzere, büyük güçler arasında devam eden çatışmalar, Suriye’nin bir vekalet savaşına dönüşme riskini artırabilir. Bu durum, Suriye’nin ulusal egemenliğini yeniden tesis etme sürecini daha da karmaşıklaştırabilir.
Suriye örneği, otoriter rejimlerin istikrarının çoğu zaman yanıltıcı olduğunu ve içsel dinamiklerle birleşen dış baskılar karşısında hızla çözülebileceğini bir kez daha gözler önüne serdi. Ancak bu çöküşün ardından, barış ve yeniden yapılanma sürecinin daha karmaşık ve uzun soluklu bir mücadele olacağı açıktır. Yukarıdaki dinamikleri ve tarihsel örnekleri göz önünde bulundurarak, Suriye’nin geleceği için olası senaryoları tartışmayı başka bir yazıya bırakıyorum.
Doç. Dr. Uğur Özdemir
1979 yılında İstanbul’da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’nde lisans eğitimini, Bilgi Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nde yüksek lisans eğitimini, Washington Üniversitesi, St. Louis Siyaset Bilimi Bölümü’nde doktorasını tamamladı. 2014’ten bu yana Edinburgh Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde kantitatif siyaset bilimci olarak çalışıyor. Bu süre içinde Kantitatif Sosyal Bilimler Merkezi’nin ve Seçimler, Kamuoyu ve Partiler Araştırma Grubu’nun direktörlüğünü üstlendi. Siyasal davranış, siyaset psikolojisi, popülizm, otoriter propaganda ve siyasal rekabet modelleri üzerine çalışıyor.
Doç. Dr. Uğur Özdemir
Edinburgh Üniversitesi
ugur.ozdemir@ed.ac.uk
[1] Walter, Barbara F. Committing to peace: The successful settlement of civil wars. Princeton University Press, 2002.
[2] Kuran, Timur. Private truths, public lies: The social consequences of preference falsification. Harvard University Press, 1998.
[3] Kuran, Timur. “The East European revolution of 1989: is it surprising that we were surprised?” The American Economic Review 81.2 (1991): 121-125.
[4] Fearon, James D. “Signaling versus the balance of power and interests: An empirical test of a crisis bargaining model.” Journal of Conflict Resolution 38.2 (1994): 236-269.
[5] Olson, Mancur. “Dictatorship, democracy, and development.” American political science review 87.3 (1993): 567-576.