Christopher Nolan’ın atom bombasının mucidi Robert Oppenheimer’in hayatını ele alan filmi Oppenheimer, uzun süredir gündemde. Sadece Türkiye’de 900 bin kişinin izlediği filmin dünya çapındaki gişe hasılatı 400 milyon doları geçti bile.
Filmin en önemli galalarından biri 14 Temmuz’da İngiltere’de düzenlendi. Fakat film oyuncuları “Hollywood teamüllerine” aykırı bir şekilde kırmızı halıda poz verdikten sonra filmin gösterileceği salona girmedi, film bitiminde izleyenlerin dakikalarca sürecek alkışlarını selamlayıp ağlamadı.
Oppenheimer’ı canlandıran Cillian Murhpy dahil olmak üzere filmin bütün yıldız oyuncuları (Florence Pugh, Matt Damon, Emily Blunt ve Ramy Malek) kırmızı halıda fotoğraf çektirdi ardından galayı terk etti.
Yapımcılar 100 milyon dolar harcadıkları filmin en önemli gününde oyuncuların bu protestosundan epey rahatsız olmuştur. Fakat film yıldızlarının da amacı da tam olarak buydu: Film yapımcılarını ve şirketleri rahatsız etmek.
Oppenheimer yıldızları, Amerikalı Hollywood aktörlerinin 120 bin üyeli sendikası SAG-AFTRA’nın yapım şirketlerine karşı başlattığı greve katılmak için galayı terk etmişti. Galanın sonunda basın açıklaması yaparak grevci aktörlere dayanışma mesajı göndermişlerdi.
Hollywood’daki en köklü ve büyük oyuncu sendikası olan SAG-AFTRA, film başına milyonlarca dolar alan ünlü yıldızlardan oluşan bir sendika değil. Sendikanın ana direğini sağlık sigortasına hak kazanmak için gerekli olan yıllık 26 bin dolarlık geliri elde edemeyen figüranlar, henüz ünlü olmamış oyuncular, dublörler oluşturuyor. Sendika üyelerinin %88’inin sağlık sigortası yok, ortalama bir oyuncu saatte 27 dolar kazanıyor; fakat yılın her günü de çalışmıyor, bu da eğer Oppenheimer’da başrolü kapacak kadar ünlü değilseler oyuncuları sağlık sigortası olmayan, geleceğini öngöremeyen ve geçim sıkıntısı yaşayan güvencesizler ordusuna dönüştürüyor. Bu nedenle en temel grev talebi: ücret artışı.
Geçim sıkıntısına ek olarak bir diğer grev gerekçesi de yeni teknolojiler. Film yapımcıları oyunculara bir seferlik cüzi bir ödeme yaptıktan sonra yapay zeka ile seslerini, görüntülerini çoğaltmak ve kullanmak istiyor. Netflix gibi platformlar da cabası: Eskiden oyuncular filmlerin gişe hasılatı, DVD’lerin satış sayısı üzerinden pay alırken, şimdi Netflix, Disney+ gibi dijital yayın platformları içeriklerin izlenme verilerini şeffaf bir şekilde paylaşmadığı için önceden belirlenmiş çok düşük izlenme payları alıyorlar; dünyanın dört bir yanında milyonlara ulaşan bir Netflix dizisinin oyuncularına verdiği pay hiç izlenmeyen bir yapımla aynı olabiliyor.
Film Yapımcıları Birliği (AMPTP), SAG-AFRTRA sendikasının taleplerini kabul etmedi; ücret artış talebi fazlaydı, yapay zeka kullanımı sürekli izin ve ücrete tabi olamazdı. Bunun üzerine sendika üyeleri yaptıkları oylama sonucu %98 oy oranıyla greve gitme kararı aldı ve Temmuz’da yapmaları gereken sözleşmeleri yenilemedi. Birçok film ve dizinin çekimi sekteye uğradı, galalar iptal edildi, oyuncular yapım şirketlerinin önünde eylemlere başladı.
Geçim sıkıntısı olmayan George Clooney gibi birçok oyuncu da 1960’dan beri düzenlenen en büyük Hollywood grevine dayanışma adına destek verdi, işlerini iptal etti, eylemlere katıldı.
İşte Oppenheimer’in galası da “Dadı” dizisiyle ünlenen sendika başkanı Fran Drescher’in ateşli konuşmasıyla grevi başlattığı 14 Temmuz gününe denk geldi. Denk gelen sadece grev başlangıcı değildi.
160 bin kişilik sendikanın lideri Fran Drescher, grev kararını açıklıyor
Kaderin cilvesine bakın ki, Oppenheimer filmi de grevlere destek veren, sol fikirlere yakın olduğu ve Komünist Partili arkadaşlarıyla zaman geçirdiği için “vatan haini” olarak görülen, itibarını hedef alan bir güvenlik soruşturmasının kurbanı olan Amerikalı mühendis Oppenheimer’in yaşadığı cadı avını anlatıyordu. Oppenheimer filmde anlatıldığı üzere Soğuk Savaş ve McCarthyizm’in etkin olduğu 1950’li yıllarda solcuların medya, toplum, iş dünyası tarafından düzenlenen organize bir cadı avı ile “komünist” olduğu gerekçesiyle adeta yok edilmek istendiği bir dönemde güvenlik soruşturmasında “sakıncalı” ilan edilmiştir.
Oppenheimer’in iade-i itibarını, 1963 yılında kendisine özel bir devlet madalya ödülü veren Başkan Johnson sağlayacaktır.
Oppenheimer 1954’te sakıncalı ilan edildiği sırada, yıllar sonra yaşadığı haksızlığı filme uyarlayacak olan Hollywood’da da komünistlere karşı cadı avı başlamış, sırf solcu olduğu için onlarca yönetmen, yazar ve oyuncu fişlenmiş, işten atılmış, açlığa mahkum edilmişti. Kara listeye alınan Hollywood yıldızları uzun yıllar tecrit edilmiş, hatta bazıları hapse atılmıştı.
Oppenheimer filmini çekerek o dönemde yaşanan haksızlıklara dikkat çeken Christopher Nolan’ın da greve destek vermek için galayı terk eden Hollywood starlarının da bugünkü özgüvenlerinin altında Soğuk Savaş dönemindeki hukuksuzluklara karşı pes etmeyen Hollywood’un solcu aktörlerinin mücadelesi yatıyor.
İlk sendika, ilk grev
ABD’nin Nazilere karşı 2. Dünya Savaşı sırasında Sovyetlerle iş birliği yapması, anti-faşist hareketlere ivme kazandırmış, ABD Komünist Partisi üye sayısı 50 bine çıkmış, özellikle entelektüeller arasında sosyalizm, sol fikirler yayılmış, Hollywood’da siyah hakları, sendika eylemleri gibi temalara olan ilgi artmıştı.
Hollywood yazarları, aktörleri ev partilerinde, etkinliklerde, sendika toplantılarında bir araya geliyor, dünyadaki sol hareketlerden ve yazarlardan etkileniyor, bazıları Komünist Parti’ye üye oluyordu.
Sanat camiası arasında artan sol fikirlerden ilk rahatsız olan Disney şirketinin kurucusu Walter Disney olacaktı. 1941 yılında Disney’deki animasyoncu çizerler ülkedeki atmosferden etkilendi ve sendikalaşmak için çalışmalara başladı. Walt Disney küplere bindi, işçileri toplayıp sendikaların ne kadar kötü olduğunu, komünizmin zararlarını anlattı, şirketinde sendikalaşmaya izin verirse ertesi gün ülke de komünist devrim de yapılabilirdi.
Disney çizerleri grevde
Disney hızını alamadı, sendika faaliyetlerini yürüten 17 Disney çizerini işten attı. Disney’in bu kararı şirkette 200 çalışanın işi bırakmasına, Disney yapımı filmlerin sekteye uğramasına sebep oldu. Günün sonunda Walt Disney kaybetti, sendikayla masaya oturdu, sözleşme imzaladı, kovulan işçiler işlerine geri döndü. Disney çalışanları sendika hakkını söke söke almıştı.
Fakat Walt Disney’in intikamı ağır olacaktı.
Disney’in acısı McCarthyizmle soslanınca
Disney çalışanlarına taviz vermeyi hiçbir zaman içine sindiremedi. Sendikacıları komünist olmakla suçladı, sendikacıların işten atılması kararını desteklediğini, hepsinin temizlendiğini savundu. Walt Disney’e göre film endüstrisine komünistler yani kızıllar hakimdi, kızıllar da filmler, diziler, animasyonlar aracılığıyla komünist fikirleri halk arasında yayıyor, insanları zehirliyordu. ABD’de komünist bir devrim olmaması için Hollywood içindeki “gizli komünistler” temizlenmeliydi.
Walt Disney, bu sözleri verdiği söyleşilerde, siyasetçilere yazdığı mektuplarda, antikomünist dalgaya katılması için cesaretlendirdiği gazetecilerle yaptığı sohbetlerde tekrarladı. Disney şanslıydı, ABD solculara karşı bir cadı avı başlatmak için çoktan hazırdı.
Anti-Amerikan Faaliyetler Komitesi iş başında
1938 yılında kurulan “Anti-Amerikan Faaliyetler Komitesi” 1945’te kalıcı bir Kongre Komitesi haline gelmiş, McCarthyizmin etkisiyle ülkede komünist avına çıkmıştı. Komite yasalara göre inceleme ve araştırma yetkilerine sahipti, Komite tarafından ifadeye çağrılan kişiler ifadeye gitmezse veya Komite’nin sorularına cevap vermezse para ve hapis cezasıyla karşı karşıya kalabiliyordu. Komite’nin davetine niçin icap edilmediğinin pek önemi yoktu, Komite’nin davetine gitmemek doğrudan ceza almak için yeterliydi.
Fitili “The Hollywood Reporter” gazetesinin muhabiri William Wilkerson ateşledi. Stalin’e oy verecek kadar Sovyetleri ve komünizmi seven 10 senaryo yazarı ve yapımcının ismini açıklıyordu. Listede Dalton Trumbo, Maurice Rapf gibi ünlü senaristler vardı. Wilkerson her hafta yeni bir yazı yazdı, sağdan soldan duyduğu yalan bilgilerle komünist fişleme listesini genişletti.
Wilkerson’ın hedef gösteren makaleleri
1946 yılında yayınlanan bu liste Walt Disney’in hırsının ve Anti-Amerikan Faaliyetler Komitesi’nin geniş yetkilerinin birleşmesine vesile olacaktı.
“Hollywood Onlusu” direniyor, Hollywood susuyor
Walt Disney ifade veriyor
Komite önce Walt Disney’i tanık olarak çağırdı. Disney netti: Komünistler Hollywood’u ele geçirmişti. Ardından Hollwyood oyuncularının sendikası olan SAG’ın başkanı Ronald Reagan’ı çağırdı. Reagan da SAG içinde sendikayı komünizme çekmek isteyen oyuncuların olduğunu itiraf etti. Daha sonra ABD başkanı olacak Reagan, SAG başkanlığı döneminde FBI ile iş birliği yapmış, birçok yakın dostunu ve çalışma arkadaşını “komünist” oldukları gerekçesiyle ihbar etmişti, Reagan’ın sırf solcu oldukları için yakın çevresini ihbar etmesi kendisi gibi oyuncu olan eşiyle arasını açan bir meseleye dönüşecekti.
Dönemin sendika başkanı Ronald Reagan, Hollywood’daki komünist örgütlenmesine dikkat çektiği ifadesini veriyor
Komite makalede ismi fişlenen 10 kişiye de ifade vermek için çağırdı. Makalede ismi geçen ve “Hollywood Onlusu” olarak bilinen 10 senarist Komite’yi protesto etmek amacıyla kendilerine yöneltilen soruları yanıtlamadı, Anayasa’daki ifade özgürlüğü haklarını gerekçe gösteriyorlar, “Komünist misiniz?” sorusunu düşünce ve kanaat hürriyetinin ihlali olarak görüyor, siyasi görüşlerini kamuoyu önünde zorla açıklama zorunluğunu reddediyorlardı.
Bu 10 aktivist senarist arasında çekinmese Bertolt Brecht de olacaktı. Fakat Brecht o sırada misafir olarak bulunduğu ABD’de başına bela çıkarmak istemedi, normalde iş birliği taraftarı değilken arkadaşlarından ayrıldı, Komite’nin sorularını cevaplayıp komünist olmadığını söyledi, kısa bir süre sonra da ABD’yi terk etti.
Hollywood Onlusu tek başınaydı.
Hollywood Onlusu
Hollywood Onlusu argümanlarını anlatmak için pek izlenmeyecek olan bir belgesel çekiyor, gösteri düzenliyor, oyuncu arkadaşlarından destek istiyordu.
Fakat aralarından birkaç kişinin komünist olduğunun yayılması üzerine eskiden kendilerine destek veren oyuncular pişmanlıklarını açıklıyor, hatta “oh olsun” diyordu.
Bu kadar yalnız bırakılacaklarını düşünmemişlerdi. Son çiviyi Film Yapımcıları Birliği çakacaktı. Paramount,Warner Bros, Fox gibi neredeyse bütün yapım şirketlerinin sahiplerinin imzasıyla ortak bir bildiri yayınlandı, şirketler Hollywood Onlusuyla ve hiçbir komünistle çalışmayacağını açıkladı.
Hollywood Onlusu işsiz kalmış, tecrit edilmişti. Sendika da Komite önünde kendini aklamayan aktörlerin isimlerinin filmlerden çıkarılmasına onay vermiş, Komite’nin desteğini arkasına alan sağcı muhafazakar medya yeni isim listeleri oluşturmaya başlamıştı. Charlie Chaplin dahil 151 kişi daha kara listeye alınmış, en ufak sebepten ötürü “komünist” olduğundan şüphelenen onlarca kişi sektörden dışlanmıştı.
Yazdıkları eserler, besteledikleri şarkılar başkalarının isimleriyle yayınlanıyor, “yasaklı” yazarlara çok sembolik telif ücretleri veriliyordu.
Walt Disney mutluydu, komünistler sektörden “arındırılmıştı”.
İade-i İtibar beyaz perdede
Hollywood Onlusu 1950’de bir sene hapis dahi yattı. Cadı avı işe yaramış, McCarthy rüzgarı sırf fikirlerinden dolayı insanları hapse attırmayı başarmıştı.
Dalton Trumbo 1 sene hapis yattı
10 sene sonraysa Hollywood ve ABD’de hava yumuşadı, Hollywood Onlusu açtıkları davaları kazanmaya başladı, Dalton Trumbo’nun senarist olarak ismi Exodus filminde gözüktü, başrol Kirk Douglas’ın ısrarıyla Spartacus filminde de senarist olarak yazıldı, afişlerde yerini buldu.
Yasak dönemi bitmişti.
Kara listelere alınanlar sinemalara dönmüş, yapım şirketleri sakıncalı isimlerle çalışmaya başlamıştı.
Yıllar sonra, 2012’de her şeyin başlamasına sebep olan Wilkerson’ın makalesinin özrünü oğlu Hollywood Reporter için kaleme aldığı bir yazıyla dile getirmiş, babasının bir yapım şirketi açamadığı için sektöre öfkeli olduğu ve intikam almak için yapımcıları, senaristleri hedef gösterdiğini itiraf etmişti.
Artık Hollywood Onlusu hakkında filmler yapılıyor, geçmişe dönük tazminatlar ödeniyor, yok edilmek istenen itibarları geri verilmeye çalışılıyordu.
Oppenheimer tamam, ya diğerleri?
Dalton Trumbo, 1954 yılında evinde işsiz ve yalnız bir şekilde diğer kara listedeki Hollywood yıldızları ve yazarlar gibi otururken mühendis Oppenheimer’ın kapalı bir odada özel hayatı delik deşik ediliyor, “sakıncalı bir komünist” olduğuna hükmediliyordu.
Hollywood hem Trumbo hem Oppenheimer’in itibarını çektiği filmlerle iade etmeye çalıştı. Fakat bugün 160 bin üyelik oyuncu sendikasının makul taleplerine direnen, yapay zeka ile oyuncuları sömürmeyi amaçlayan Film Yapımcıları Birliği, her şeyin fitilini ateşleyen Disney dair tatmin edici bir özür dilemedi veya hatalarını tazmin etmedi, hatta hiç yaşanmamış gibi davranmayı tercih ettiler.
Belki Oppenheimer atom bombası gibi korkunç katliamlara sebep olan bir silahı icat ettiği için öbür tarafta bu iade-i itibar ve takdir nedeniyle pek rahatlamayacak, fakat isimleri bugün unutulmuş Hollywood aktörleri, yazarlarının “ahı” hala dinmedi, hesap tam kapanmadı. Yaşanan hukuksuzluklar, haksızlıklar tam olarak “kabul edilmedi”.
Bu nedenle Oppenheimer’i izleyenler, McCarthy dönemine öfkelenenler, bugünlerdeki büyük Hollywood grevini takdir edenlerin Hollywood Onlusu’na bir selam yollaması pek yanlış olmaz sanırım.
Zira bugün Amerikalılar, geçmişte yaşanan haksızlıkları, hukuksuzlukları açık bir şekilde konuşabiliyor ve yüzleşebiliyorsa, 160 bin Hollywood oyuncusu greve gidiyorsa bunu hem yaşanan haksızlıklara karşı mücadele araçlarını içinde barındıran demokratik hukuk sistemine hem de her koşulda anayasal haklarını savunan, hukuka sıkı tutunan, zamanın ruhu ve basma kalıplarıyla, toplumla çatışmayı göze alan “Hollywood Onlusuna” gibi cesur ruhlara borçlular.
İlgilisine öneri-
- Tabii ki hala izlemeyen kaldıysa Oppenheimer filmi
- Hollywood Onlusu’ndan Dalton Trumbo’nun yaşadıklarını anlatan Trumbo filmi