Diyanet’in son Cuma namazında tüm camilerde okuttuğu “Kul Hakkı Ateşten Gömlektir” başlıklı hutbe aslında kadınlara mirastan pay verilmemesinin kul hakkına girdiğini söylüyordu.
Ama bunu anlatırken kullanılan bir cümle tartışılıyor.
O paragraf ve o cümle şöyle:
“Değerli Müminler! Karşılıklı rıza olmadan Yüce Rabbimizin koyduğu miras ölçüsünü değiştirmek ilahî adalete aykırıdır. Dolayısıyla kişinin; kız çocuklarını mirastan mahrum bırakması, kız çocuklarının da Allah’ın takdir ettiği hakka razı olmaması kul hakkıdır…”
Hutbede kız çocuklarının mirastan tamamen dışlanmasına karşı çıkılırken, İslam miras hukukunda yer alan ve erkek çocuğa kız çocuğunun iki katı pay verilmesini öngören ölçülerin korunması gerektiği vurgulanmıştı.
Üstelik, her cenaze namazında namazın nasıl kılındığını önceden anlatan Diyanet, Allah’ın takdir ettiği hakkın ne olduğunu yani İslam hukukunda miras meselesini cemaate yeniden hatırlatmaya da gerek görmemişti.
Belki de tepki olur diye mirasla ilgili hükmü hatırlatmaktan çekinmişti.
Diyanet’in Cuma hutbelerinde İslam’ın emir ve yasaklarını cemaate tebliğ ve nasihat etmesinde tuhaf bir durum yok.
Nitekim bizzat Diyanet İşleri Başkanı, iki yıl önce bizzat okuduğu bir hutbede miras hukukundan uzun uzun bahsetmişti.
Bir okuyalım:
“Oysaki miras paylaşımında İslam’ın koyduğu ölçülere riayet etmemek, büyük bir günah, ağır bir vebaldir. Kız çocuklarına haklarını tam vermemek, evlendikleri için onları mirastan mahrum bırakmak, hiçbir vârisin istemediği değersiz mülk ve arazileri onlara layık görmek apaçık bir zulümdür. Ayette buyrulduğu üzere yetimlerin mirasla ilgili haklarını gasp etmek ateşten bir parçayla karnı doldurmaktır. Bir kimse adaletten ayrılmamak şartıyla çocukları arasında malını paylaştırabilir. Mirasın tamamını veya bir kısmını çocuklardan birine hibe ederek diğerlerinin haklarını çiğnemek ise adaletten sapmaktır. Nitekim Resul-i Ekrem (s.a.s), “Allah’tan korkun ve evlatlarınız arasında adaletli olun.” buyurmaktadır.
Allah’ın koyduğu bütün kurallar gibi miras taksiminde yer alan ölçüler de insan fıtratına en uygun hükümlerdir. Günümüzdeki bütün olumsuzlukları ve miras paylaşımında yaşanan sıkıntıları ortadan kaldırmanın yegane yolu, İslam’ın getirdiği adalet ilkesine hakkıyla riayet etmekten geçmektedir.
Kur’an-ı Kerim’de miras taksiminde haksızlık yapanların acı sonları şöyle haber verilmektedir; “Kim Allah’a ve Peygamberine isyan eder ve O’nun koyduğu sınırları aşarsa, Allah onu ebedi kalacağı cehennem ateşine atar. Onun için elem verici bir azap vardır.” O halde, geçici dünya menfaatlerine aldanarak ve hırslarımıza kapılarak Yüce Rabbimizin mirasla ilgili belirlediği sınırları asla ihlal etmeyelim. Her hak sahibine hakkını verelim, kul hakkı yemeyelim. Miras paylaşımında merhamet ve hakkaniyeti, insaf ve adaleti gözetelim. Unutmayalım ki, mirasta Rabbimizin taksimine razı olmayan ve hakkından fazlasına göz dikenlerin sonu, dünyada hüsran, ahirette ise elem verici bir azaptır.”
Evet burada da miras hukukunda en adil uygulamanın İslam hukuku olduğunu söylemiş başkan.
Ama büyük bir farkla.
Bugün esas tepkiyi çeken, doğrudan kadınları işaret eden o cümleyi hiç kurmamış: “…kız çocuklarının da Allah’ın takdir ettiği hakka razı olmaması kul hakkıdır…”
Eğer son hutbede de benzer ifadeler olsaydı ve kadınların kendilerine dinin uygun gördüğü hakka razı gelmeleri gerektiğini söyleyen o cümle olmasaydı muhtemelen bu hutbe de konuşulmayacaktı.
Ama erkeklerin toplandığı camilerde kadınlara “mirasın yarısını alın ve fazlasını istemeyin bu kul hakkına girer” diyen o cümle haklı olarak tepki çekti.
Diyanet’in bu hutbesi Türkiye’deki 89 bin camide okundu.
Bu camilerin bazıları kadınlara miras bırakmanın söz konusu bile olmadığı köylerdeydi bazıları ise kadınların ve erkeklerin sabah erkenden işe birlikte gittiği şehirlerde.
Diyanet’in kız çocuklara miras hak vermemek kul hakkında girer tavsiyesi, tek geçimi çiftçilik olan, o yüzden babadan kalan tarlaların karşı köyde evli kızkardeşlere değil de o tarlaları süren erkek evlatlara kalmasının doğal karşılandığı bir köyde rahatsızlık yaratmış olabilir.
O köy için bu tavsiye kadınların lehine bile olmuştur.
Ama “…kız çocuklarının da Allah’ın takdir ettiği hakka razı olmaması kul hakkıdır…” cümlesi de şehirde yaşayan ve tek ev alma şansı babasından kalan evin kardeşler arasında eşit taksim edilmesi olan kadınları rahatsız etmiştir. Onlar için de bu tavsiye eşit ekonomik şartlarda yaşam mücadelesi verirken kadınlar aleyhine ve erkekler lehine bir tavsiye olmuştur.
Üstelik şehir hayatında bu eşit taksim meselesi doğal olarak aşılmışken camiden gelen bu sese kim kulak kabartarak aileler içinde yeni krizler çıkarmak ister acaba?
Meselenin tam özü burada.
Eşit miras deyince ekonomik düzen, tarım toplumu- şehir hayatı, erkek ve kadın rollerinin değişimiyle ilgili bir sosyal meseleden bahsediyoruz.
Onbinlerce yıllık şartları da din belirlemiyor.
20’inci yüzyılın başlarına kadar kadınların da mirastan hak alması bu binlerce yıllık sosyal ve ekonomik yapıda kadınların lehine olan bir hak iken, şehir hayatının ve kapitalizmin hayatı belirlediği bir zamanda tam tersine dönebiliyor.
Ve burada belirleyici olan zannedildiği gibi din değil.
Avrupa’da uzun süre miras hukuku ataerkil bir yapıya sahipti. Feodal düzenlerde toprak çoğunlukla erkek varislere geçer, kadınlar ancak çeyiz veya sınırlı pay alabilirdi.
“Primogeniture” sistemi (büyük oğlun tüm mülkü alması) özellikle soylu ailelerde yaygındı.
Kadınların mirasta erkeklerle eşit hak alması 20’inci yüzyıla ait bir gelişme.
Fransa’da 1804 tarihli Napolyon Kanunu kadınların mirastan pay almasını öngörüyordu, ancak eşitlik tam değildi. Erkek kardeşler çoğu durumda avantajlıydı. 20. yüzyılda yapılan değişikliklerle tam eşitlik sağlandı.
Almanya’da 1900’de yürürlüğe giren Bürgerliches Gesetzbuch (BGB) ile kadınlar mirastan pay alabilse de, tarımsal işletmelerin bütünlüğü gerekçesiyle erkekler hâlen avantajlıydı. 20. yüzyıldaki reformlarla eşitlik sağlandı.
İngiltere’de ancak 1925 Miras Kanunu (Inheritance Act) ile eski ilk oğul üstünlüğü sistemi kaldırıldı. Bundan sonra kadın ve erkek çocuklar eşit pay alma hakkına sahip oldu.
Tabii en çarpıcı örnek, Türkiye’nin Medeni Kanunu’nu aldığı İsviçre.
1848’de kurulan modern İsviçre Konfederasyonu’nda miras hukuku kantonlara bağlıydı. Birçok kantonda kadınların miras hakkı erkeklerle eşit değildi. Özellikle kırsal kantonlarda toprakların parçalanmasını önlemek için “erkek varis önceliği” ilkesi uygulanıyordu.
Kadınlara erkeklerle eşit miras hakkı ancak 1912’de yürürlüğe giren İsviçre Medeni Kanunu’nda tanındı.
Türkiye de bu kanunu 14 yıl sonra alıp uyguladı.
Ayrıca İslam hukukundaki miras bahsi 1400 yıllık İslam tarihinde ve bizde her zaman kitaptaki gibi uygulanmadı.
İslam hukukundaki açık miras hakkı düzenlemesine rağmen asırlar boyunca özellikle toprakların miras yoluyla çocuklara geçişinde örfi hukuk geçerli oldu ve arazi erkek evlatlara kaldı.
Ancak 1847 tarihinden itibaren önce babanın sonra da annenin arazisi üzerinde erkek ve kız evlada eşit intikal hakkı tanındı.
1858 tarihli Arazi Kanunnamesi ile babadan sonra anneye de intikal hakkının tanındı.
Bu sayede 1887 yılında yani Mustafa Kemal 6 yaşındayken Ali Rıza Efendi hayatını kaybettiğinde mirası eşi, oğlu Mustafa ve kızları Makbule ile Naciye arasında bölüştürülebildi.
Ali Rıza Efendi’den Zübeyde Hanım’a 751 kuruş, oğlu Mustafa’ya mirasın yüzde 44’ü olan 1.929 kuruş ve iki kızına da 964’er kuruş kaldı.
Ama dünyanın diğer yerleriyle aynı zamanlarda mirastaki eşitsizlik modern zamanların insanlarını rahatsız etti.
Ziya Gökalp, “Âile” adındaki şiirinde 1911’de şöyle demişti:
“Kadın tamam olmadıkça, eksik kalır bu hayat!
Âilenin adle uygun olmak için binâsı,
Nikâh, talâk, mîrâs: Bu üç işte gerek müsâvât!
Bir kız, irsde yarım erkek, izdivaçta dörtte bir,
Bulundukça, ne âile, ne memleket yükselir.”
O yüzden 1926’de Medeni Kanun’un mirasta müsavat getiren maddesi tartışmasız kabul edildi.
Ama tabii ki tam olarak uygulanmadı. Çünkü henüz Türkiye’nin ekonomik şartları mirasın öyle eşit bölünmesine uygun değildi.
Ama şehirleşmeyle o şartlar uygun hale geldi.
Muhtemelen bugün Diyanet İşleri Başkanı, Allah geçinden versin, kendisine ait evi evlatlarına miras olarak bırakırken kız çocuklarına yarım erkek çocuklarına tam hisse bıraksa aile içinde bu hoş karşılanmazdı.
Bu hutbeyi eleştirenleri eleştirenler Diyanet camide İslam’ın hükmünü hatırlatmasın mı diyor?
Haklı bir savunma.
Ama İslam’ın pek çok hükmü var. Mesela Diyanet doğrudan muhatabı olan kadınlara gönderme yaptığı gibi faiz konusundaki hükümleri Hazine Bakanlığı’nı, Merkez Bankası’nı, bankaları işaret ederek, adlarını vererek bu haramdır diye bir hutbe irad edebilir mi?
Ya da zina suçunun haram olduğunu, bunu suç olmaktan yeni TCK’da çıkaran iktidara hatırlatabilir mi?
Bu soruların cevabını herkes biliyor.
Aynı zaman diliminde Urfa’nın bir köyü ile Kadıköy’de aynı hüküm farklı anlamlara geliyor.
Ve bu hüküm 1400 yıl önce kadının adının olmadığı bir topluma geldiğinde ilerici bir hükümken bugün bariz bir eşitsizliğe işaret ediyor ve şehirli kadınların tepkisini çekiyor.
Çünkü bugün faizin tamamen olmadığı bir dünya mümkün değil, her zina edeni bulup taşlamak da. Yani dinin hükümleri de zamanın şartlarına, güç ilişkilerine göre esnetilebiliyor.
Eğer Diyanet, kendini marjinalleştirmek istemiyorsa, zamanın kadınlarla ilgili şartlarıyla kavga etmekten de vazgeçmeli.