TL’deki değer kaybı, beklenilen kadar hızlı bir tempoyla ilerlemiyor. Doların çok hızlı yükselmemesinin temel nedenlerinden biri, bence, Türkiye’deki gelir dağılımının bozukluğu. Yanlış okumadınız.
Peki bir ülkedeki gelir dağılımının bozukluğu, nasıl olur da o ülkenin ulusal para biriminin değerini olumlu yönde etkiler?
Bu sorunun yanıtını tasarruf oranlarının dağılımında aramak gerek. Ülkemizde, gelir dağılımının dengesizliği, tasarruf oranını yükseltici ve gündelik yaşamdaki TL bolluğunu azaltıcı bir rol oynuyor.
85 milyonluk bir ülkenin toplam yıllık milli geliri diyelim ki 700 milyar dolarsa, eğer bu kaynak dengesiz dağılırsa (yani 700 milyar doların çok büyük bir dilimi en zenginlere giderse) tasarruf oranı olumlu etkilenir. Buna karşılık, bu geliri herkese yaklaşık eşit şekilde paylaştırsak, tasarruf oranı büyük ihtimalle olumsuz etkilenir.
Tasarruf oranları
Dünya genelinde, zenginlerin tasarruf oranları daha yüksekken, yeterli geliri olmayanların ve “orta halli” denilenlerin tasarruf oranları daha düşüktür. Gelir düzeyi düştükçe tasarruf şansı azalıyor. Bizim zenginlerin ise dünya genelindeki aynı oranda zenginlerden daha da tasarruf odaklı oldukları söylenebilir.
Zenginler ile yoksullar arasındaki makasın açılması, tasarruf oranı nedeniyle, devalüasyonu azaltabiliyor. Tasarruf oranının artması, piyasadaki para bolluğunun azalmasını ve dolayısıyla devalüasyonun yavaşlamasını beraberinde getirebiliyor. Türkiye, tasarrufun yatırımdan az olduğu, cari açık veren bir ülke. Eğer gelir dağılımı daha dengeli olsaydı, tasarruf oranı daha da düşebilir, cari açık daha tehlikeli noktalara ulaşabilirdi.
Gelir piramidi ve paranın hızı
Gelir piramidinden en zengin dilime giden (örneğin) 1 trilyon TL ile en yoksul dilime giden 1 trilyon TL’nin piyasaya etkisi arasında şöyle bir fark var: En üst dilime giden 1 trilyon TL, piyasada ve sokakta daha küçük ve daha yavaş bir TL akışı yaratırken, en alt dilime giden 1 trilyon TL çok daha büyük ve hızlı bir TL akışı (dolayısıyla da devalüasyonist ve enflasyonist etki) yaratabilir.
En zengin kesime giden paranın daha büyük bir kısmı “pasif” kalırken, en yoksul kesime giden para tamamen doğrudan doğruya piyasaya, gündelik yaşama, sokağa nüfuz ederek “hızlı para dolaşımı” (bkz: velocity of money) ile sonuçlanabilir.
Tekrar edersek: Bir ülkedeki para akışının güçsüzlük/yavaşlığının, ülkenin ulusal parasının değerini olumlu etkilemesi mümkün. Para değer kazanmasa da en azından değer kaybı yavaşlayabiliyor. Türkiye özelinde ve daha somut dille söylersek: Piyasada ne kadar az TL dönüyor, mevcut TL arzının ne kadar büyük kısmı pasif kalıyor, TL arzının ne kadar küçük kısmı gündelik yaşama yansıyorsa; TL o oranda “değerini koruma” şansı bulabiliyor. Bu elbette ideal bir durum değil çünkü paranın değeri durgunluk pahasına, ekonomik canlılığı yitirmek pahasına korunmuş oluyor ama sonuç olarak korunmuş oluyor.
Tabii hem gelir dağılımı dengeli hem para birimi güçlü ülkeler de var. Bu ülkelerin bunu başka dinamiklere borçlu olduklarını yani iki durum arasında sebep-sonuç ilişkisinin bulunmadığını düşünüyorum. Konuyu daha derinlemesine araştırmak isteyenler, ülkelerin tasarruf oranlarını listeleyen şu sayfaya bakabilirler:
Şirket kârları
Türkiye’deki varlıklı kesimlerin, tasarruflu (veya cimri) davranış yapısını, bireysel harcamalar yönünden ele almak yetersiz olur. Daha önemli olan, şirketler. Ülkemizin şirketlerinde bir cimrilikten söz edilebilir. Son dönemdeki bilançolara baktığımızda, “başarılı” Türk şirketlerinin kârlarının, çoğu zaman, olağanüstü büyük işler yapmalarından değil, harcama kısmadaki ustalıklarından ileri geldiğini görebiliyoruz. Elbette kulvarında dünyanın en büyükleri arasına giren Türk şirketleri de var. Ama Türkiye’deki şirketlerin dünya genelinden “pozitif” ayrıştıkları noktanın “çok büyük çaplı” değil “çok düşük maliyetle” iş yapmaları olduğu kanısındayım.
Şirket bilançoları, cirolar, kârlar
Aklınıza sadece tekstil gelmesin… Bir Türk havayolu şirketiyle bir yabancı havayolu şirketinin, bir Türk otomotiv şirketiyle bir yabancı otomotiv şirketinin bilançosunu karşılaştırırsanız, aradaki farkı tekstildekinden daha çarpıcı şekilde görebilirsiniz: Aynı alandaki Türk şirketi daha düşük cirosuna rağmen daha kârlı olabilir.
THY ve Lufthansa
THY, 2022’nin ilk altı ayında Lufthansa’nın yarısına yakın düzeyde ciro yapmasına rağmen rekor düzeyde kâr elde etti. Lufthansa ise 2022’in ilk altı ayını THY’nin iki katı cirosuna rağmen zararla kapattı. Tabii THY’nin maliyet açısından çok büyük avantajı söz konusu. Maliyet avantajı konusunda Çin’i bile geride bıraktığımız noktalar var. Aynısını ihracatta da görüyoruz: Türkiye’nin ihracatı hedeflenen boyutlara ulaşmıyor olsa da ihraç edilen ürünlerin ucuza mal edilmesi sayesinde ihracatçılar beklentileri aşan kârlar elde edebiliyor. Bu maliyet avantajı kısmen doğal koşullardan kısmen de şirketlerin kaynak yönetim politikalarından kaynaklanıyor.
Banka kârları
Bir diğer ilginç durum, Türk bankalarının kârlarının mevduatlarına oranla olağanüstü yüksekliği. Mevduatı bir anlamda bankacılık sisteminin cirosu gibi düşünürsek, bankacılıkta da sanayi ve havacılıktakine benzer bir durumdan söz edebiliriz: Türkiye’nin mevduat hacmi yönünden küçük ama kârlılık yönünden dev boyutlara ulaşan bir bankacılık sektörünün olduğunu görüyoruz.
Borsa
2022 yılının başından bu yana, Türkiye ekonomisinde, korkulan senaryolar düşünülen oranda gerçekleşmedi. Örneğin Euro veya altınını satıp İstanbul Borsası’ndan hisse senedi alan, şu an çok ciddi kâr yazmış durumda.
Borsa İstanbul’un son aylarda dünya piyasalarından ve borsalarından pozitif ayrışmasının temel bir nedeninin, Türkiye’deki şirketlerin, özellikle de ihracatçı şirketlerin tasarrufçu karakteri olduğu kanısındayım.
Ancak bu durumun küçük yatırımcıyı memnun edip etmediği tartışma götürür. Şirketler tam da bu tasarrufçu yapılarından ötürü, küçük yatırımcıyı memnun edebilecek temettü gibi konularda hevesli davranmıyor, “cimrilik” yapabiliyorlar.
TL kıtlığı
Asıl konuya dönersek… Şu nokta atlanıyor: Türkiye’de sadece döviz kıtlığı yok, TL de şu an kıt kaynak. Reel hayattaki TL kıtlığının nedenlerinden biri, yukarıda da değindiğim üzere, gelir dağılımının dengesizliği. Kıt oluşu, TL’nin değer kaybını yavaşlatıcı rol oynuyor. Tabii bunun sürekli böyle gitmesi beklenmiyor. Bir noktadan sonra bu TL kıtlığına rağmen dövizde yeniden sert yükselişler görmeye başlayabiliriz.