Paris Olimpiyatları gösterişli bir vodville açıldı. Ne de olsa ‘vodvil’ bir Fransız icadı. ‘Woke’ heyecanların en klişe formlarıyla sahneye sürüldüğü ışıklı, gürültülü, vur patlasın çal oynasın bir gösteri. Açılışta LGBTQIA+ temasının işlendiği söyleniyor, ama aslında bir çeşit sirk görüntüsü var. Farklı görünümde bedenlerin alışkını olmadığımız (?) görsellikte sergilendiği bir şov… Hoş, ‘drag queen’ konseptinin ya da obez bireyleri sahneye çıkarmanın artık alışılmadık nesi kaldı?
LGBTQIA+ ve kadın haklarıyla ilgili tartışmalar – meseleye henüz biz ucundan dahil olabilsek de – bir çeşit beyan ve temsil sorununda sıkışıp kaldı. Gerçi bu bir sıkışmadan çok patlama denemesi… Bireylerin cinsel kimliklerine bakılmaksızın hukuki haklarının korunmasını talep eden bir hareketin ötesine geçti. Adına ne demeli bilmiyorum, ama bu hareket artık bütün kimlikleri ‘trans’ kimliklerin uzantısı ya da ‘trans’ spektrumunun parçası olarak tanımlayan büyük bir devrimi tetiklemeyi hedefliyor.
Sadece şişerek büyük bir patlama yaratılabilir mi?
Yani talep belli kimliklerin toplumca tanınması değil artık, tüm kimlikleri belirleme ayrıcalığı ve iktidarı isteniyor. Dolayısıyla tartışma, örneğin eşcinsellik değil, ‘trans’ kimlikler üstünde dönüyor.
Kimileri yeni dünya düzeninin bu yolla tasarlandığını, bir çeşit ideolojinin dayatıldığını iddia ediyor. Bu sayede kapitalizm erkeklere de kozmetik ürünleri satabilecekmiş. Bu seviyede komplo teorilerini saçma buluyorum. Kapitalizmin erkeklere harcama yaptırması hiç de zor değil, PlayStation ya da otomobil endüstrisi ne güne duruyor?
Aslında ‘trans’ hareketin alt yapısında temelleri 1960’larda atılan bilgi arkeolojisi yaklaşımı, herkesin bildiği dille söyleyecek olursak postmodern düşünce var. Kabaca şöyle ifade edebiliriz bu fikri: Herhangi bir konuda bugüne kadar yarattığımız bilgi sistemleri – ki bilimsel düşünce de buna katılabilir – iktidarın insan bedenleri üstünde tahakküm kurma çabasının sonucudur.
Yani hepsi değişebilir, baştan inşa edilebilir, yeniden düzenlenebilir. Bu yaratıcı ve ufuk açıcı bir yaklaşım, ama aynı zamanda düz dünya teorisinin sosyal bilimlere uygulanması.
60’lardan başlayarak yaygınlaşan bu fikrin alt yapısında aslan payı Foucault ve bazı Fransız entelektüellerine atfedilir. Halbuki ‘kültür devrimi’ manyaklığı ile ideolojik cephaneyi büyük ölçüde Mao Zedong sağlamıştır. Kuşkusuz Mao trans-kimlikleri özgürleştirmek ya da eşcinsel evliliğe kapı açmayı düşünmüyordu. Niyeti Çin’in yerleşik kurumlarını yıkıcı yöntemlerle silip atmak ve potansiyel muhalefet unsurlarını çürümüş Batı kapitalizminin işbirlikçileri gibi işaretleyip ortadan kaldırmaktı. Buna Batı bilimi de dahildi. Entelektüel olan her şeyi kısıtlamaya çalıştı. Modern tıp pratiklerinin terk edildiği, akupunkturun, geleneksel Çin şifacılığının revaçta olduğu bir dönem yaşandı.
Mao’nun kendi siyasal iktidarı açısından son derece pratik nedenleri olan bu fikri – ki benzerini pekala Ortadoğu’da geçmişi silip atmaya yeltenen IŞİD’de de bulmak mümkün – Batı entelektüelleri, modern bilim de dahil olmak üzere, hayatın gerçeğini baştan tanımlama imkanı olarak anladılar. Sonuçta ‘dünyayı değiştirmek’ ülküsü entelektüeller için hiç olmadığı kadar yakındı.
Cinsel kimlikler büyük bir hızla bu deneyin içine çekildi. Ne de olsa cinsel yönelimleri nedeniyle uzun yıllar baskı altında kalmış bireyler için bir çıkış, bir kabul kanalı oluştu. Temsil ya da hak meselesinden öte herkesin sadece bir beyanla her şey olabildiği, aksini savunmanın faşizm kabul edildiği tuhaf bir çağa girdik.
Sonra da “Sağ neden yükseliyor?” diye sormaya başladık. Sağ yükselmiyor. Yerinde duruyor. Hatta toplumun alt yapı sorunlarını, ekonomik geleceğini anlama ve ihtiyaçlara yanıt verme açısından daha etkin. Ancak sol, belki tamamı değil ama günümüzde baskın sayılabilecek sol ideolojiler, toplumun varlığını yıkıcı bir dönüşüme uğratmayı teklif eden fikirlere insanların neden sıcak yaklaşmadığına şaşırmaya devam ediyor. Bunu da tehlike olarak etiketleyip önlem almaya çalışıyor.
2024 olimpiyatları bu yönden ilginç bir örnek…
Olimpiyat komitesi trans-kadın atletler meselesine oldukça temkinli yaklaşıyordu. Örneğin ABD’li trans-kadın yüzücü Lia Thomas yarışmaya alınmadı. Ama…
Kimi ülkeler ise “interseks” diye tarif edilen atletlerle yarışmalara katıldı. “İnterseks” 90’larda ortaya çıkmış, her yana çekilebilecek bir terim. Ne erkek ne kadın olarak tanımlanabilen bireyler için dile getirilmiş. Bu ifadeye Klinefelter sendromu ya da Turner sendromu gibi genetik bozukluklar da dahil edilmiş.
Bir atletin erkek ya da kadın olduğuna nasıl karar veriliyor? Açıkçası soruşturma talep edilmedikçe ya da atletin hikayesinde bilinen detaylar olmadıkça pek kurcalanmıyor. Ülkelerin değerlendirmesine itibar ediliyor, ki edilmeli de.
Bugün “İnterseks” diye tarif edilen atletlerin olimpiyatlara katılması yeni değil. Niyeyse bu sözüm ona interseks atletler hep kadın klasmanlarında yarışıyor, erkek klasmanında derecesi olan yok. Galiba yarışan bile yok.
Mesela Erik Schinegger, Avusturyalı kayak sporcusu. Sporu bıraktıktan sonra “Hay Allah” deyip adamlaşanlardan. Erika iken Erik olmuş. Cemal Süreya gibi bir harf atmış adından, olmuş bitmiş. Allah bağışlasın, bir kız babasıymış.
Ne hikmetse olimpiyatlar sırasında kadın olarak yaşıyor, her şey olup bittikten sonra “ya ben adammışım” diyorlar.
Naziler de bu treni kaçırmamış. 1937’de yarışan Dora Ratjen yüksek atlamada madalyalar kazanmış. Time dergisine göre 1966’da göz yaşları içinde III. Reich’ın onuru için fedakarlık ettiğini itiraf etmiş. Mezarındaki ismi ‘Heinrich’.
Daha önce testosteron seviyeleri ve başka iddialar nedeniyle çeşitli turnuvalardan men edilen Cezayirli boksör Imane Khelif’in de kadın olarak doğduğu söyleniyor. Kaşlarını aldırmakla insan kadın oluyorsa gerçekten öyle… Woke savunucuları “Ne var? Bir kadın böyle görünemez mi?” diye savunmaya geçmişler. Ne tuhaf şey! Kadın klasmanları bazı erkekler tarafından kelimenin tam anlamıyla gasp ediliyor, ama bu en ilerici insan hakkı sayılıyor. Komite bu atletle ilgili cinsiyet konusunda soruşturmaya girmeyi reddediyor.
En komiği de bu meselede üçüncü dünya ülkelerinin kurnazlıklarına yenilecek kadar enayi olmaları. İnsan en azından neden erkek klasmanlarında bu interseksler pek olmuyor diye sorar. Ne diyordu Mao? “İnsan çiçek toplamak istiyorsa önce atından inmeli.”